Bugünden yıllar yıllar önceydi. Günler adalet günleri, devir ise mutluluk devriydi. Dünya kendi tarihinin en mükemmel devrimcisine ev sahipliği yapıyordu. Veysel Karaniler onu görebilmek için yolları yoldaş ediniyor, Osmanlar mallarını feda ediyor, Aliler canlarından geçiyor, Sümeyyelerin gözü evlatlarını görmüyordu.
Yıllar yıllar sonra ise devir değişti, insanlar çeşitlendi, uçan arabalar icat edildi, insanlar fezaya çıkar oldu ama bir şey değişmedi. Bugün hala İskenderler; “Beni çıkarsalar feza füzesiyle gökyüzüne, gözlerimi bağlayıp atsalar yine Medine’ye düşerim. Yer çekimi değil, yar çekimi derim.” diyor. Yaman Dedeler; “Ne devlettir yumup aşkınla göz, râhında can vermek. Nasip olmaz mı Sultânım, haremgâhında can vermek” duaları ediyor. İnsanlar sakalının bir telini görebilmek nasibine ulaşmak için sakal-ı şerifinin peşinde koşuyorlar. Bugün duruşundan adalet ve asalet akan bir Peygamberin sakalının bir teline olan ihtiyacımızın zirvelere ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Zulmün diyar diyar kol gezdiği bir zamanda, sapan kullanmayı dahi bilmeyen, bulutların pamuk şekerden yapıldığını zanneden masum çocukların pamuk şekerlerin içinden gelen siyah şeye bakıp? “Pamuk şekerin içinde zeytin çekirdeği ne arar?” diye düşünürken ne olduğunu anlamadan patlayan bir zeytin çekirdeğinin gölgesinde şehit oldukları bir zamanda yaşıyoruz. Bu zamanda o mükemmel devrimciye ve onun mükemmel adamlarına ne kadar da çok ihtiyaç duyuyoruz. İhtiyacımız arttıkça onlara “Sizi Medine’den kaldırıp Filistin’e, Türkmenistan’a, İstanbul’a götüren neydi? Biz nasıl sizler gibi dimdik durabiliriz? Boynumuz çok büküldü nasıl adam olabiliriz?” sorularını sorabilmek için onları teker teker tanımaya devam ediyoruz. Bu sayımızda tanımaya ahlakıyla ahlaklanmaya gayret edeceğimiz, yolunun izini süreceğimiz yıldızımız; Kusem b Abbâs (ra) canımız Peygamberimiz’in (sas) amcasının oğlu olan Kusem b Abbâs (ra) Peygamber aşıklarıyla dolu bir ailenin ferdidir. Annesi Lübâbe bint Hâris el-Hilâliyye, Hz. Hatice’den sonra Müslüman olan ilk kadın olup Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşidir. Peygamber aşığı olan bu Hanım’ın evlatlarının tamamı İslâm dini için çok ciddi mücadeleler vermiş dağlar tepeler aşmıştır. Öyle ki bu Hanım’ın bütün evlatları birbirinden çok uzak diyarlarda metfun bulunmaktadır. Bu evlatlardan birisi olan Kusem b Abbas belki seven sevdiğine benzer cihetinden Efendimiz’e (sas) benzerliğiyle tanınanlardandır. Ve İslâm sancağını ötelere taşımak mücadelesini veren diğer sahabe Efendilerimiz gibi onun da gönlünde ezanın olmadığı topraklarda defnedilmek aşkı vardı. Niyeti salih olana Rabbim arzusunu nasip etmez mi? Elbet eder etti de. Kusem b. Abbas Efendimiz bugünlerde ezanın duyulduğu fakat zamanında esamesinin dahi okunmadı bir yurt olan Türkistan coğrafyasına i‘lâ-yi kelimetullah davasıyla gitmiş ve orada şehadet şerbetini içmiştir.
O, yalnızca Resûlullah (sas) zamanında değil dört halife zamanında da İslâm devleti adına cihad etmiş fetihlere ve seferlere katılmıştır. Azmine ve heyecanına hayran olduğumuz sahabe Efendimiz’in hayranlık duyulacak yönleri saymakla bitmez elbet lakin naçizane benim kendisine çok imrendiğim bir nokta var ki bunu duyunca sizin de bana hak vereceğinize benimle birlikte gönül tellerinizin titreyeceğine inanıyorum. İki cihanın gözdesi, bu cihanda şeylerin en güzeli olan biricik Peygamberimiz aşığına uğurlanırken O’nun (sas) kabrinin içine girenlerden birisi de Kusem (ra) olup daha da güzeli kabirden son çıkan yani canımız Peygamberimize bu Dünyada son kez dokunan olmak şerefine nail olmuştur. Bu ne güzel bir nasiptir Ya Rab! Kusem (ra) aynı zamanda Hz. Peygamberimiz’in torunu olan Hz. Hüseyin’in süt kardeşidir. Lübabe annemiz bir gün rüyasında Peygamber hanesinden bir et parçasının kopup kendi hanesine düştüğünü görür ve telaş, korku içerisinde soluğu Efendimizin yanında alır rüyasını ona anlatır. Peygamberimiz ona rüyasında korkulacak bir şey olmadığını yakında Hz. Fâtıma’nın bir evladı olacağını ve Lübabe’nin de ona süt anne olacağını haber verir.
“Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Mekke valiliğine tayin edilen Kusem onun ölümüne kadar bu görevini sürdürmüş olup Kusem’in Medine valiliği yaptığı da söylenmiştir. Mekke’deki idarî görevleri yanında hac emirliği yapmış ve fetvalar vermiştir.
Kusem, Muâviye döneminde Horasan Valisi Saîd b. Osman b. Affân’ın kumandasında Horasan civarındaki fetihlere katılarak savaşta gösterdiği kahramanlık karşılığında ganimetten bin hisse ayrılması teklif edildiyse de ganimetlerin beşe taksim edilip diğer kişilerin hakları verildikten sonra kendisine pay ayrılmasını istemiştir. Fazilet ve takvâ sahibi olan Kusem, Saîd b. Osman’la birlikte Semerkant seferine katılmış (56/675) ve Semerkant’ta şehit olmuştur. Mezarı zamanla ziyaretgâh haline gelmiş, etrafına cami ve medrese yapılmıştır. Kusem’in Semerkantlılar arasında “Şâh-ı Zinde” (yaşayan sultan) diye anılan mezarına Bâbür devrinde Mezarşah adı verilmiştir.”
Rabbim hepimize güzide yıldızlarımızın izini hakkıyla sürüp bugün zeytin çekirdekleri altında can veren masum evlatlarımızın imdadına yetişenlerden olmayı, yahut Lübabe annemiz gibi i‘lâ-yi kelimetullah mücadelesini davası bilecek evlatlar yetiştirmeyi nasip etsin. Rabbim bizlere en tez zamanda adam olmayı nasip etsin…