Hakikat; bazen insana huzur verir bazen de acı. Her ikisi de hazzın bir parçasıdır. Haz insanı insan yapan temel unsurlardandır. İnsan huzuru talep ederken acıyı hoş görmez. Ondan uzaklaşmak ister ve kaçar. Oysa insanın hoş görmediği durumlara hakikat gizlenmiş olabilir.
Öz eleştiri; insana ağır gelen ve ona acı veren bir durumdur. İnsan yüzleşmek istemez, görmezden gelmeye çalışır, uzaklaşır ve onlarla yaşamak zorunda kalır. Kişinin bununla yüzleşmesi, istemese de bu yükten kurtulması gerekir. Sanki bu acı, derisini terk ederek yeni bedenine sığmayan canlının verdiği büyümenin çabasıdır. Birikmiş, küflenmiş, zedelenmiş eski eşyalardan ayrılmanın ilk adımıdır öz eleştiri, her ne kadar bu anılardan ayrılmak zor olsa da. Ayrılık yenilenmeye adım atmaktır. Akan devinen bir akarsu gibi üzerine bulaşmış kirden arınmak ve temizlenmek için adeta kendi kendini yıkarcasına hareket etmektir öz eleştiri. Durgun olmak belki huzur verir lakin zamanla kirlenir, bulanır, kokar.
Kişinin kendi inanç, duygu ve düşüncelerine yönelik tenkidlerde bulunmasına öz eleştiri denir. İnançlarına dair otokontrol yapar ve hata bulursa buna tövbe, duygularına yönelik yaptığı eleştirilere itiraf, düşünce ve davranışlara yönelik yaptığı analize ve bulduğu hatalara tefekkür denir.
Öz eleştiri ile ilgili bazı terimleri ele almaya çalışalım. Bunlardan bazıları; muhasebe-i nefs, murakabe-i kalb, muvazene-i akıl. Tevbe, takva ve adalet…
Muhasebe-i Nefs (Nefis muhasebesi): Tasavvuf ve ahlâk felsefesinde önemli bir yere sahip olan muhasebe-i nefs, bireyin kendi iç dünyasını sorgulaması, niyetlerini ve davranışlarını gözden geçirmesi anlamına gelir. Şahsın kendisiyle yüzleşmesini sağlayarak manevi tekâmülüne katkıda bulunur.
Nefs; benlik, içdünya, arzu ve hevesleri ifade eder. Muhasebe ise sorgulamak, hesap sormak anlamına gelmesinden dolayı kişinin kendi benliği ile hesaplaşması ve yüzleşmesi anlamında anlaşılır. Nefsi hesaba çekmek için kullanılacak bir mihenge ihtiyaç vardır. O da inan insan için Allahın emir ve yasakları olacaktır. Duygu, arzu ve zaafların bu çerçevede düzenlenmesi, günahların tespiti elbette Allah’ın kelamına ve Resûl’ün sünnetine göre tayin edilecektir. Yok eğer insanların kurduğu sistem ve düzene göre tertip edilecek olursa ahiret ve dünya dengesi bozulacaktır. Dikkat edilmesi gereken en önemli değer; özeleştirinin dayandığı temeli sabitlemektir. Bu sabit ayak yerinden oynarsa o zaman niyetlerden davranışlara hatta sosyal yaşama kadar hayat sistemi değişecektir. Örneğin içki içen veya faiz yiyen bir birey eğer insanların koyduğu kanunlara bakacak olursa yasak olmadığı için kullanmada bir sakınca görmeyecektir. Halbuki Allah’ın koyduğu yasalara göre yasak ve günah olarak değerlendirdiğinde ahiretini ve dünyasını koruyacaktır.
Nefis muhasebesini ‘kişinin hergün kendisini hesaba çekmesi’ olarak tarif eden İmam Gazâlî, Hz. Ömer’in ‘hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz’ sözünü, yaşamın günlük bir parçası haline getirmiştir. İnsan hayatı yaşarken birçok şeyin farkında değildir; kendine verilen sağlığın, elinde tuttuğu varlığın, gözleri önünde akan zamanın, meşguliyet içinde kaybolan gençliğin. Bir an durup düşünüldüğünde; sağlığını geri almak için hastane koridorlarında koşuşturan binlerce hasta veya hasta yakını, hastane odalarında Rabb’ine yalvarıyor sağlığını geri almak için ve göz yaşı döküyor. Bunun yanında huzur evlerinde kaybolan geçliğini ve zindeliğini arıyan yüzlerce yaşlı insan ama nafile. Ayrıca kazandığı mal varlığı ile yetimi, garibi ve miskini düşünmeden, onlarla paylaşmadan, zengin insanlarla gününü gün ederken şimdi kendi artık muhtaç durumda ve onu düşünen insanı etrafında bulamayınca büyük bir pişmanlık içinde olur insan ama faydası yok.
O yüzden imkân varken kendinizi hesaba çekmeyi adet edinmeli ve özeleştiriyi hayatımızın önemli bir parçası haline getirmeliyiz.
Şimdi nefis muhasebesinin aşamaları anlamaya çalışalım:
- Farkındalık: bireyin kendi arzu, istek ve arzularının farkında olması ve bunları iman çerçevesi içinde değerlendirmesi. Biz burada çevresel, sosyal ve durumsal farkındalıktan ziyade özbenlikle ilgili farkındalıktan bahsediyoruz. Nefsini bilen Rabbini bilir özdeyişi bu durumu çok net özetlemektedir. وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ Nefsimizi temize çıkarmadan onun zaaf ve hatalarının farkında olmak.
- Fıtrata dönüş (tövbe): çirkini güzele, kötüyü iyiye, günahı sevaba, kusuru kemala dönüştürmektir. Hataların ve günahların farkına varmak yaradana itiraf etmektir. فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ günahlarını rablerine itiraf ederek (bilinçli bir tavır) affedilmeyi dilerler.
- Kontrol altına almak: aynı ayıbı ve kusuru işlememek için büyük çaba sarfetmek. Tekrara düşmeden hayatı kontrol altına almak. وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ bilinçli olarak yaptıkları hata ve günahlarda ısrar etmezler.
- Yaşam içinde ihya: kirlenmiş yaşamı devam ettirmeden yeni bir sayfa açarak geçmişten dersler çıkarmak. Nefsi hesaba çekmek yeni bir yaşamın ihyası ve ifası içindir. Peygamber Efendimiz bu durumu çok güzel ifade etmiştir. التَّائِبُ مِنْ الذَّنْبِ كَمَنْ لَا ذَنْبَ لَهُ ‘Günahından dönen (tövbe eden) hiç günah işlememiş gibidir.’ İnsan kendisine bahşedilen bu yeni fırsatı çok daha iyi değerlendirmelidir.
اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ İnsana sürekli kötüyü, çirkini, kusuru emreden nefisten arınarak يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ huzur bulmuş nefse dogru ilerlemenin yolu günlük olarak muhasebe-i nefs içinde olmaktır. Günlük denetim hatayı azaltır. Hergün sınava yapılan hazırlık başarı oranını artırır.
Murakabe-i Kalp: Kalbin yaradanı ile bağı: kalp bedeni yöneten merkez, manevi yolcuğun ana yerleşkesi, inancın yeşerdiği topraktır. Murakabe ise gözetim altında olma, denetleme ve ilişki halidir. Bunu bir metafor ile açıklayacak olursak; havada uçan bir uçağın pilotu kalp mesabesinde ise bu pilotun sürekli radara veya navikasyona bağlı olma durumuna murakabe hali denir. Pilotsuz bir uçağın uçması düşünelemediği gibi radarsız bir pilotun durumu da sürekli bir tehlike arzeder.
Kalbin, Allah ile olan bağına engel olan birtakım hastalıklar ve nefsin baskıları vardır. Öncelikle bunlar ile ilgili tanıları koymak ve tedavi yollarını aramak gerekir. Bu kalp üzerinde yapılacak özeleştiri, kalp ile birlikte bedeni hastalıklardan arındırmış hale getirir ve kişinin ulaşabileceği en yüksek mertebe olan takvaya eriştirir.
Mürebbimiz Hz. Resûl bu durumu şöyle tabir etmiştir ‘Dikkat edin! İnsan vücudunda bir et parçası vardır; o iyi olursa bütün vücut iyi olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o, kalptir.’ (Buhârî, “Îmân”, 39)
Manevi sıhhat, kalpte başladığı gibi aynı zamanda insanın manevi yükselişine engel olan hastalıklar da burada meydana gelir. ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırdı.
Manevi arınmanın önündeki kalbi hastalıklardan önemli olanlarından bazılarını İmam Gazâlî’den alıntılıyarak şöyle sıralayabiliriz;
- Kibir: bireyin kendi dışındaki varlıkları küçümsemesi, onlardan gelecek bilgi ve tavsiyere kalbini kapatması adeta vurdum duymaz olmasıdır. خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ kalpleri ve kulakları adeta mühürlenmiştir. Murakabe halinde olan bir kalp dış dünyaya açıktır. İstişare eder. Tavsiye ve nasihatları dinler. Yüreğinin kanalları açık olduğu için dışarıdan gelen tehlikeleri farkeder ve ahiret sahasına selametle gider.
- Haset: Rızkı taksim edene başkaldırmaktır. Çevresindeki insanların ellerindeki iyilik ve güzelliklerin azalmasını hatta yok olmasını istemektir. Oysa bu insanı madden ve manen yok eden bir taleptir. Çevresini acımasızca yakan bir insan gibidir. Farkında değildir, aynı zamanda kendisini de yakıyordur. إِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ ‘Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu yakıp tükettiği gibi haset de iyi amelleri yakar, bitirir.’ (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 44) Kanaat, şükür ve sabır en büyük yangın söndürücülerdir. Kalblerin bir köşesinde bulundurulması gereken kurtarıcılardır.
- Riya: Rızayı ilahinin düşmanıdır. Vahada bir serap, tedavülde karşılığı olmayan sahte bir akçe, kuzu postuna bürünmüş yırtıcı bir hayvan. Dili güzel söyler ama kalbi yalan. قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ onlar ağızları ile ‘iman ettik’ dediler. Oysa onların kalpleri iman etmedi. Kalp her zaman hakikatin kendisini ikrar eder. Gösteriş yapanlar içindekilerini gizleyemezler. Atalarımız ‘küp içindekini sızdırır‘ demiştir. Riya sahibi insanın en büyük talihsizliği aynaya baktığında hangi yüzü gördüğünü bilememesidir. Bu hastalığın ilacı ihlas ve samimiyetle yüzleri tek‘e (tevhid) indirgemek.
- Hırs: fenayı bekaya tercih etmektir. Arş-ı Âlâya çıkaracak olan asansörün kapısında bekçilik yapmaktır. Dünyayı sevip kendini unutmaktır. Gelişimini, aileni, çocuklarını ve en önemlisi yaşayacağın ebedi hayatı unutmaktır. İnsanın topladığı ve getirisi olmayan tek varlık, dünya malıdır. Tedavisi; Ölüm ve sonrasını hatırda tutmaktır. Herkesin döneceği ve hesap vereceği yer orası. كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ‘her canlı ölümü tadacak, hayır ve şerle sizi sınav yapacağız ve bize döndürüleceksiniz.‘
- Enaniyyet: Çağların hastalığı, kendinden başkasını tanımama, çıkarlarını her şeyin üstünde görme, ben merkezci bir yaşam sürme çabası. Elde ettiği tüm kazançları kendinden bilme قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ Karun ‘o bana benim yanımdaki ilmim sebebi ile verildi‘ dedi. Ama maalesef ne bu enaniyyet ne de bu mal onu kurtaramadı. ve acı son; فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ onu ve sarayını yerin dibine geçiriverdik. Bu marazdan kurtulmanın yolu; başkaların durumunu önemsemek, kardeşlik bağlarını güçlendirmek ve verilen nimeti diğerleri ile paylaşmak. İhsan, i’sar, infak ve tasadduk gibi amelleri geliştirerek diğerkam sahibi bir kişiliğe sahip olmak.
Birey bu tür hastalıklardan, sürekli kalbini murakabe altında tutarak ve aynı zamanda günlük ibadetlerle besleyerek kurtulabilir. Bu kalbi arındırma süreci özeleştirinin murakabe (kalbin gözetim) halinde tutulması ile mümkün olabilir. Bir anlık gaflet kalbi katılaşmaya hatta taşlaşmasına sebep olur. Böylece kalbin sevgi, şefkat, merhamet ve vicdan gibi güzel hasletleri kaybolacaktır.
Muvazene-i Akıl: Doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırma kabiliyeti olan en değerli melekelerinden biridir akıl. Ancak aklın sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için dengeli bir şekilde kullanılması için muvazene-i akl (aklın dengesi) ilkesine ihtiyaç vardır. Dengeli bir akıl, insanı hem manevi hem de dünyevi meselelerde doğruya yönlendirir, aşırılıklardan korur ve hikmet yolunda ilerlemesine yardımcı olur.
Muvazene-i akl, aklın duygular, arzular ve nefis gibi unsurlar karşısında kontrol altında tutulması, doğru düşünce ve eylemleri belirlemede bir denge unsuru olarak kullanılmasıdır. Bu kavram, aklın yalnızca bilgi ve mantık doğrultusunda değil aynı zamanda ahlâki ve manevi değerlere uygun şekilde işlemesini sağlar.
İslâm düşüncesinde akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran temel unsur olarak görülür. Ancak akıl, kontrolsüz kaldığında zararlı bir hâl alabilir. Nitekim İmam Gazâlî, aklın ancak iman ve hikmetle dengelendiğinde insanı gerçek anlamda geliştirip terakki edeceğini ifade etmiştir.
Aklın dengesini bozan faktörler: Aklın dengesizleşmesi, bireyin hayatında pek çok soruna yol açabilir. Bu dengesizliği doğuran başlıca unsurlar şunlardır:
- Önyargı: Gerçekleri görmeyi engelleyen zihinsel bariyerler, aklın adaletle hareket etmesini zorlaştırır.
- Duygu yogunluğu: Korku, öfke ve aşırı sevgi gibi yoğun duygular, aklın sağlıklı bir şekilde karar vermesini engelleyebilir.
- Yeterli ve faydalı olmayan bilgi: eksik bilgi, yanlış kararlar doğurabilir; bilgi kirliliği ise aklı gereksiz detaylarla meşgul ederek onu işlevsiz kılabilir.
Ruhbanlık cübbesine bürünen kalp ile şehvet dekoltesi giyen nefis arasında hakikat nuruna davet eden arabulucu akıl. Muvazene-i akıl, hakkaniyeti gözeten adalet terazisi, ahiret için ise hidayet rehberidir. Denge (adalet); gök kubbeyi ve içindekileri ayakta tutan direktir. وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ göğü yükseltti ve dengeyi (ölçü) yerleştirdi.
Akılda denge; istişare ve şura (ortak akıl) ile hareket etmek demektir. لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ‘beraber düşünen bir topluluk için deliller vardır’ Kur’ân-ı Kerîm’de düşünme kavramı çoğul olarak kullanılmış ve toplu düşünmeye işaret edilmiştir. Aklın en büyük dostu, vahiy ve kelamı mübindir.
Gelişmek, ilerlemek, büyümek, yenilenmek, arınmak kısaca kemâlât için öz eleştiri.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî der ki;
Kazandıkça bölüşemiyorsan, elini sorgula.
Konuştukça kırıcı oluyorsan, dilini sorgula.
Yürüdükçe menzilinden çıkıyorsan, yolunu sorgula.
Ömür geçtikçe yerinde sayıyorsan, gününü sorgula.
Sevildikçe vefasızlaşıyorsan, gönlünü sorgula.
Hangi halde olursan ol, sonunu sorgula.