Eğitim, geleceği tasarlamaktır, yarını inşa etmektir. Birey, eğitim süreci sayesinde yaşadığı topluma uyum sağlar, sosyalleşir, kültürlenir, toplumu tam olarak benimseyerek topluma katılır. Eğitim, bireyi toplumun değerlerine, bilgisine ve davranış kurallarına göre şekillendirmeyi hedefler. Genç kuşakları topluma ve geleceğe kazandırmak için bir araçtır. Eğitim bireysel olduğu kadar toplumsal bir kurumdur ve toplumu etkileyen ve biçimlendiren aynı zamanda toplumdan etkilenen ve biçimlendirilen bir süreçtir. Eğitimde hem bireyin hem de toplumun çıkarları gözetilir.
Eğitim, toplumdaki kültürel değerlerin bir sonraki kuşağa aktarılması durumudur. Her toplumun dil, din, tarih, coğrafya, örf-âdet ve geçmiş yaşantıları farklı olduğundan, kültürü de kendine has yapısı sayesinde biriciktir ve toplumun yaşam tarzını derinden etkiler. Bu durumda, bir ülkenin eğitim sistemini o ülkenin sosyolojik yapısından ayrı tutmak mümkün değildir.
Eğitimin amaçlarının belirlenmesinde, eğitim sonucu kazanılması beklenen insan anlayışının oluşturulmasında, buna uygun materyal ve yöntemlerin seçiminde ve öğretim uygulamalarının hayata geçirilmesinde, içeriklerin bireye ve topluma uygunluğunun denetlenmesinde, okulların varoluş sebeplerinin ve amaçlarının belirlenmesinde, sonuç olarak eğitimde bir bütünlüğün oluşturulmasında eğitim felsefesi önemli bir rol oynamaktadır.
Cumhuriyet dönemi eğitim sistemini anlayabilmek için Osmanlı’nın son dönem tarihini bilmek gerekmektedir. Çünkü cumhuriyet fikrinin temelleri meşrutiyete kadar dayanmaktadır. Cumhuriyetin fikir sahipleri İttihat ve Terakki geleneğinden gelen askeri bir topluluktur. Bu grupta Rousseau’dan fazlaca etkilenmiş aydınlanmacı/pozitivist aydınlar başrol oynamıştır.
Modernleşme kavramıyla yüzleşen toplumlar ya Batı’yı model alarak ya da reddederek kendileri için yeni bir geliştirme politikası oluşturmak istemişlerdir. Modernleşme süreciyle birlikte eğitimin işlevselliği devletin önemli problemlerinden biri haline gelmiştir. Osmanlı’da alınan yenilgilerle birlikte merkezi otoritenin zayıflaması sebebiyle öncelikle askeri alanda yeniliklere girişilmiştir. Siyasî ideolojilerin eğitimle topluma enjekte edilmesi modernleşmenin temel prensiplerinden olmuştur. Bundan ötürü Osmanlı devleti yaptığı reformların içeriğinde eğitim çok önemli yer tutmuştur. Modernleşme adına yapılan reformların temel amacı devletin kurtarılması, toplumsal ve siyasal sürekliliğin sağlanması olmuştur.
Tanzimat Fermanı (1839) ile başlayan eğitimdeki yenilenme süreci ve kurumsal düzenlemeler Islahat Fermanı (1856) sonrası hukuksal düzenlemelerle devam etmiş, yapılan düzenlemeler 1857’de kurulan Maârif-i Umûmiye Nezâreti altında birleştirilmiştir.
II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) Maârif-i Umûmiye Nezâreti’nin kurumsal olarak önemi artmış, 1879’da yapılan esaslı bir düzenlemeyle mekâtib-i âliye, mekâtib-i rüşdiyye, mekâtib-i sıbyâniyye, telif ve tercüme ve matbaalar olmak üzere beş ana daireye ayrılarak donanımlı bir eğitim bakanlığı görevi üstlenmiştir. Bu dönemde eğitim merkezileştirilmiş, okullaşma oranı artırılmış, eğitim parasız hâle getirilerek devlet okulları taşra merkezlerine kadar ulaştırılmaya çalışılmıştır. II. Abdülhamid eğitimi hem halifelik gücünün yitirilmemesi hem de devletine bağlı sadık bir vatandaş yetiştirme aracı olarak görmüş, bu sebeple okullardaki müfredat ve ders kitaplarında bu hedeflere uygun değişiklikler gerçekleştirmiştir.
II. Meşrutiyet (1908) sonrasında eğitim düşünürlerinin görüşlerinde “yeni eğitim”in (éducation nouvelle) psikoloji ve çocuk temelli olması gerektiği anlayışı hâkimdir. Bu “yeni eğitim” hareketinin karakteristik özelliği bireyselci bir eğitim/okul anlayışı sergilemesi, ampirist/pragmatik bir düşünsel temel göstermesidir. Bu dönemde; İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Sadrettin Celal Antel, Mustafa Şekip Tunç, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Satı Bey, Nafi Atuf (Kansu), Emrullah Efendi, Ethem Nejat, Kazım Nami Duru gibi önemli eğitim düşünürlerinin yaptıkları eğitim tartışmaları Cumhuriyet Dönemi için hazırlık olmuştur.[i]
Ziya Gökalp ile önde gelen eğitimcilerinden biri olan Satı Bey arasındaki “milli terbiye” tartışmaları döneme damgasını vurmuştur. Bu tartışmaları bir sosyologla bir psikoloğun, Durkheimcılıkla Spencercılığın karşılaşması olarak bir başka deyişle Durkheim kolektivizmine karşı Spencer ferdiyetçiliğinin zıtlaşması olarak değerlendirmek de mümkündür.[ii] Satı Bey, eğitimin amacını bir kişinin kabiliyetlerini geliştirmek olduğunu, Gökalp ise bir milletin kültürünü o milletin fertlerine zerk etmek olarak görmektedir. Bu tartışma II. Meşrutiyet’in sonu, Cumhuriyet’in başlangıcına doğru arkasına İttihat ve Terakki’nin desteğini olan Ziya Gökalp’in savunduğu Durkheimcilik lehine sonuçlanır. Cumhuriyet modernleşmesinin eğitim felsefesi ana blok olarak toplumcudur/Durkheimcıdır. Bireyden çok toplum ön plândadır. Eğitimde bireyi dikkate alan düşünürlerin başında Rousseau ve takipçileri, toplumu dikkate alan düşünürlerin başında Durkheim ve takipçileri akla gelir. Durkheim’a göre eğitim, yetişkin nesiller tarafından sosyal hayata henüz hazır olmayanlara uygulanan her türlü tesirlerdir, eğitim bir toplumsallaştırma sürecidir.