Kelâm’ demişsek şimdiye değin hep dillerde ve kelâm diyorsak şimdilerde de sormalı önce; nerelere sarkar bu ipin ucu? Hangi kuyudan hangi bakraçla suyu toprak yüzüne düşürmektir bu kelâm? Sonra varsın suya doysun toprak, bu ağan suyla filizlensin tohumları, bir ağaçtır yetişsin köklerinden, yapraklarına güç gelsin. Uzansın göğe boylu boyunca; müstakim olacaktır. Ancak; kelâm hep vardır. Kadimdir kelâm; bâkidir hem de. Fakat ‘beyân’ değişir dillerde. Bir arabın ma’sı (su) ile bir türkün su’yu dur dillerde mahreç değiştiren, sadırlarda ‘su’ birdir. İşte biz içteki bu birliğe! kelâm deriz ki manâ’dır. Bu yüzdendir bir ebkem (dilsiz) dahi konuşur alemde.
Beyânda sihir vardır[1] evet; denizlerin mürekkeb olmasıyla tükenmeyecek kelâmı manâ yüklendiği için midir gövdesine bu tesirli oluş? O yüzdendir belki bir cümleyle bin sefere çıkışımız. Yüzdüğümüz ise kelâmın denizidir insanlık boyunca. Bütün çırpınışlarımız, didinmelerimiz manâ bulmak için değil midir arayışlarımızda? ‘’Senin kelam mızrağınla kıvrandı yeryüzü biteviye’’ diyordu bir şâir. Daha nasıl güzel anlatılsındı manâsı kelâmın!
İnsan beyâna muhtaçtır fakat. Mesela hasbihâl eylemek bir dostla; bizi beyâna sevkedecektir. Beyân için dıştaki aksidir. Lakin yine kelâmın öz olmasındandır ki “Lisân-ı hal; lisân-ı kâl’den evladır’’[2] denmiştir. Bunu yadsıyamayız ki bu sebeple ‘dilsiz dudaksız sohbet meclisleri’ kurulmuştur çoğusu, gönül sahiplerince. Kimisi bir dergâhtadır şeyhinin dizi dibinde, susulur; kimisi bir çay ocağındadır ağız çayla meşgulken gönüldür sohbeti muhabbete çevirir. Alınan da verilen de kelâmdır bazar içinde diyebiliriz Yunus’umuz dilince. Önemini anlatabildiysek manânın; beyânı da ök’süz[3] bırakmamak gerekir ki kelâm anasıdır.
Vahiy bir beyândır! Kelâmın harflere ve seslere biraz mürekkebe ve biraz mahrece boyanmış halidir. İnsan içindir kelâmın bu beyân edilişi; muhtaçlığımız buradadır. Bir yandan da Fâil-i Muhtâr olandan bir lütufdur insanoğluna, bir bahadır. Beyânın ne demek olduğunu canlı tanıklarından dinlemeli elbet. Beyânın zevk oluşu, şevk oluşu; hakikati sunuşundadır. O sebepledir ki hakikatle canlı bir alışveriş imkanını elde etmiş ashâb nesli en çok bilendir kıymetini beyânın. Resûlullah’ın (salât ve selam onun üzerine olsun) irtihâli dârı beka’sından sonra bir zaman Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (Allah onlardan razı olsun) yürekleri artık hasretten çatlamaktayken teskin olabilmek niyetiyle tıpkı O’nun hayattayken teskin olmak için çaldığı o kapıyı çalmak için yola koyulurlar.
O kapı; Ümmü Eymen’in kapısıdır. Onların gelişlerini görünce uzaktan ağlamaya başlar Ümmü Eymen, çünkü bu geliş eksiktir. Önceleri sağına Ebû Bekir’i soluna Ömer’i alıp gelirdi Resûlullah ona. Fakat şimdi sağın ve solun kendisine döndüğü asıl çehre yoktur bu resmin içinde. O en güzel parçası resmin kaybolmuştur şimdi Ümmü Eymen’in gözlerinde. Ve bu kayboluşla taşan hüznü akar gözlerinden. Ümmü Eymen’e teskin olmak için gelmiş Ebû Bekir der ki dayanamayarak: “Ey Ümmü Eymen! Bilmez misin ölümün hak ve mutlak olduğunu ki durmaz akar gözyaşların?” Ümmü Eymen: “Ben, Resûlullah’ın ayrılışına üzülürüm; o yüreğimde kesilmez. Fakat asıl akıttığım yaşlar benim; vahyin göklerden kesilişinedir Ey Ebû Bekir!” diyerek beyânla olgunlaşan, büyüyen, müstakim yolunu yürüyen ruhun artık ondan ayrılışının, bu canlılığın kopuşunun, fikirlerin artık denetlenmekten yoksun kalışının, velhâsıl hakikatin çekilişinin sancısını doğurur Ümmü Eymen. Bu sancıyı taşımak bünyesinde en güzel bir sahâbîye yakışırdı ya zaten! Ümmetin annesi de olacaktır ya o; bırakır bizlere miras olarak bu fikir çilesini. O bu sözüyle, bu beyânıyla geldi ta yüzyıllar sonrasına ve deşti kalplerimizi; kendine oturacak bir yer aradı ve kuruldu yüreklerimize! Acı hakikate dairse te’siri büyük olurdu elbet. Hakikate dair bir düşünüşün, bir sözün yolculuğu ise nesiller aşardı. Bu sözüyle düşüyor Ümmü Eymen gönüllerimize, kendinden bahsettiriyor, dile getiriyor kendini. Nereden bilecekti ki bizlere ulaşsın sözü. Fakat Hakikatin hâmisi Allah olunca; söz zamanı aşardı. Beyân’ın bir sihri de Ümmü Eymen içindir şimdi. Bu tesir ile gelin tanıyalım onu; hangi dalın çiçeğidir o, hangi evlerin anası, hangi yolların yolcusudur bilelim, tanış olalım.
Habeşistan’da Sa’lebe b. Amr’ın kızı olarak dünyaya gelir. Adına Bereke derler, Türkçe’deki karşılığıyla bereket. Fil vakasının canlı tanığıdır Ümmü Eymen. Ebrehe’nin ordusuyla birlikte 11 yaşında Mekke’ye gelir. Vakadan sonra ise o helak olanların aksine kurtulanların arasındadır ve “Beşer zulmeder ama kader adalet eder” düsturunca kaderi onu o zamanlar Mekke’nin reisi konumunda olan Abdulmuttalib’in yanına cariye olarak getirir. Abdulmuttalib ise Fil vakasından 52 gün sonra doğacak olan Resûllullah’ın annesi Amine’ye yardım etmesi için Bereke b. Sa’lebe’yi o eve gönderecektir. Sonraları Muhammed (sas) doğacak aradan yıllar geçecek, o çocuk yaşlara gelecek ve o günlerde Amine annemiz yanına Bereke’yi de alarak Yesrib yolculuğuna çıkacaklardı. Dönüşte, Ebvâ yolunda Muhammed’in (sas) annesi yardımcıları Bereke yanındayken vefat edecekti. Ümmü Eymen (ra), Muhammed’i (sas) alıp götürecek, onu oyalamaya uğraşacak, unutursun diyip konuşacak onunla, teselli etmeye çalışacak. Fakat Muhammed (sas) ise 6 yaşında olmasına rağmen şöyle diyecekti Ümmü Eymen’e : “Anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür.” Bu yolculuk sonrasında ‘Ümeyme’ diyecekti Resûlullah Bereke b. Sa’lebe’ye. Ümeyme… Yani; küçük anne…
17 yaşında Resûllullah’ın annesi olacaktı Ümmü Eymen. Ümmü Muhammed olacaktı o. Sonraları Resûlullah’ın evliliğinin ardından o da Neccaroğulları’ndan Ubeyd b. Amr ile evlenecek ve Yesrib’e düşecekti yolu yine. Orada oğlu Eymen doğacak . 36 yaşında ise ona Ümmü Eymen diyeceklerdi. O Yesrib’deydi, ama gönlü Mekke’de idi. Muhammed’in (sas) ikliminde yaşamış olan bilirdi ondan uzak kalmanın acısını. Daha sonra eşi Yesrib’te vefat edince oğlu Eymen’i de yanına alacak ve tekrar Mekke’ye Muhammed’in (sas) yanına varacaktı. Muhammed (sas) nübüvvetin ilk mesajlarıyla Resûlullah olacak ve ardından Mekke’de Ümmü Eymen’in kıymetini bildiren şu sözleri söyleyecekti: “Her kim cennetlik bir kadın görmek isterse Ümmü Eymen’e baksın.” Bu sözü duyan Zeyd b. Harise yaşı Ümmü Eymen’den 20 yaş küçük olmasına rağmen ona talip olacaktı. Zeyd b. Harise ise Resûlullah’ın azatlı kölesidir. Küçüklüğünden itibaren onun yanında büyümüş ve vahiy ile uyarı gelene denk Zeyd b. Muhammed olarak çağrılmıştır dillerde. Zeyd, Resûlullah’ın evladı nisbetinde idi. Kurulacak olan bu yuvanın sahibleri; Ümmü Eymen (r.anha) ile Zeyd b. Harise (r.anha) peygamber efendimizle kanbağına dayanırmışcasına bir yakınlığı elde etmeye mazhar olmanın ortak paydasında buluşacaklardı. Bu vesileyle nebi sofrasından bereketlenmiş iki ömür yollarını birleştirecekti. Onları ortak kılan bir payda daha vardı ki Ümmü Eymen nasıl beyân’ı kavrayışıyla ve onun kesilişinden duyduğu hüznü ümmete doğuruşuyla girdiyse sinelerimize, Zeyd’de beyân ile tasdiklenmiş ilk sahâbî olarak bildirildi ümmete! Cenab-ı Hakk’ın Kur’ân’da ismini zikrettiği ilk ve tek sahâbîdir Zeyd. Gönülleri nebi sofrasında olgunlaşmış bu iki ömürden bir üçüncü ömür daha adanacaktı nebi sevdasına. 55 yaşında Ümmü Üsame olacaktı Ümmü Eymen. Üsame b. Zeyd…
Annesi ve babasının kaderine ortak olacaktı ya Üsame; o da Resûlullah’ın bir torunu mesabesindeydi artık. Resûlullah onu torunlarından ayırmaz Hasan ve Hüseyin’i nasıl severse Üsame’yi de öyle severdi. Üsame de hücre-i saâdetin sakinlerinden sayılırdı. Resûlullah O’nu öyle severdi ki bir gün Üsame yere düşmüş, yerdeki taşlar yüzünü gözünü kanatmıştı. O halde Resûlullah’ın yanına girince Efendimiz hemen kalkmış, koşmuş ve Üsame’nin o kanlar içerisindeki başını öpmüş, elleri ile Üsame’nin kanlarını, yüzündeki toprakları temizlemişti.[4]
Mekke’de o günlerde iman etmek bedel istiyordu. İmanın bedelini son noktaya kadar ödeyen bir aile olacaktı Zeyd b. Harise’nin ailesi. 10 yıl boyunca en zor zamanlarda hep Resûlullah’ın yanında olacaklardı. Nübüvvetin 10. yılında Taif’e Zeyd b. Hârise ile yürüyecekti Resûlullah. Taif dönüşü Resûlullah’a yapılan eziyetleri Zeyd, Ümmü Eymen’e anlatacak… Ümmü Eymen ki bir anadır yüreği dayanmayacak. Resûllulah’ın gülmelerinde de, ağlamalarında da hep yanındaydı onlar ve hep ortak olandılar sevinç ve hüzünlerine. Efendimizce de en çok sevilenlerdiler. 13 yıllık Mekke hayatından sonra vakit gelecek akrep ve yelkovan hicrette birleşecekti. Sefer Medine olacak Yesrib’e idi… Ümmü Eymen bu sefer Resûlullah ile girecekti Medine’ye ki onu geride bırakmanın acısını yaşamayacaktı bir daha. Ve Resûlullah ensarı şahit kılarak şöyle diyecekti Ümmü Eymen (r.anha) için: ‘’Ümmü Eymen! Ümmi ba’de ümmi!/ Ümmü Eymen annemden sonraki annemdir!’’
Vakit Bedir’dir. Anne oğlunun karşısındadır. 68 yaşında bir anne olarak Ümmü Eymen, oğlu Muhammed’in (sas) karşısına geçer “Ben de geleyim Ey Muhammed!” der. Ümmü Eymen gidemeyecektir Bedir’e fakat eşi Zeyd b. Harise yer alacaktır peygamberin safında Bedir meydanında. Ümmü Eymen ise arkalarından dua dua yakaracaktır cihad meydanında savaşan erleri için. Bedir saâdetinin ardından öç almak isteyen müşrikler Uhud ateşini yakacaklar sonrasında. Uhud, Medine’ye yakın olduğundan Ümmü Eymen muradına kavuşacak Uhud’a katılacak ve cephe gerisinde mücahidlerin sağlık hizmetleri ile uğraşacaktır. Savaş alevlenince İslam ordusundan geriye kaçanlar olacak ve Ümmü Eymen onların karşısına yiğitçe çıkarak şunları diyecektir: ‘’Yazıklar olsun o korkaklara! O korkakların karnı hiçbir zaman doymasın!’’ Siz Resûlullah’ı bu zor zamanında bırakıp mı geri dönüyorsunuz, diye azarlayacak onları. Kaçanlardan kılıçlarını alıp cephedekilerin yanına koşacak. Erkeklerin erliklerini gösteremediği o meydanda Ümmü Eymen, ercesine atılacak savaşın kızıştığı saflara. Ve böylece İslam adına hizmet etmenin ne yaş ne de cinsiyet işi olduğunu öğretecek bizlere Ümmü Eymen. Yüreklerde imanı olanın hareket adamı olacağını belletecektir bizlere. Bu kimi zaman kılıçla olur, kimi zaman fikirle ve kalemle. Hareketin içeriğini çoğaltmak insanın kendi mahareti doğrultusunda sonuç verir. Kimisi ok ile hedefini alır, kimisi kaleminin kurşunuyla eritir yürekleri.
Ümmü Eymen cephede çarpışırken müşriklerden Hibban b. Arika’nın attığı bir okun isabetiyle yaralanarak yere düşecektir. Hibban onun bu haliyle alay edip gülecek. Ümmü Eymen’in (r.anha) başına gelenlere bakıp kahırlanan Resûlullah o müşriğin zulmedici taşkınlığı karşısında “Sa’d!” diyecek “Bir ok at da şu Allah düşmanından Ümmü Eymen’in intikimanı al!”. Arkasından “Allah’ım! Sa’d’ın hedefini doğrult” diye dua edecek Resûlullah. Sad’ın attığı ok o müşriğin göğsüne saplanacak ve Resûlullah tebessüm edecek ki annesinin intikamı alınmıştır o zalimden. Öncelerinde olduğu gibi bu sahneden sonralarında da Resûlullah’lı tablolarda hep Ümmü Eymen olacak, o ne zaman gülmüşse Ümmü Eymen onunla gülecek, ne zaman ağlamışsa Ümmü Eymen onunla ağlayacaktır. Çünkü analık, evladını böylesine gözeterek hislenmeyi gerekli kılacaktır. Ümmü Eymen(r.anha) Habeşli olduğu için Arap harfleri ile kelimeleri telaffuz etmekte zorlanıyordur tıpkı Bilâl-i Habeşi’nin ezan okurken ‘’eşhedu’’ diyemeyip ‘’eshedü’’ demesi gibi o da ‘esselamu aleyküm’ün ‘’aleyküm’’ kelimesini doğru telaffuz edemiyordur. Resûlullah da o toplum içinde rencide olmaması için bir gün Ümmü Eymen’e “Senin ‘selam’ demen yeter, biz aleyküm selam deriz sana, biz senin ‘selam’ını ‘tam’ olarak kabul ettik” diyecektir. Onların arasındaki bu muhabbet bize yuvalarımızdaki ‘ana-evlat’ ilişkisinin şifrelerini sunacak, küçüklerimize hürmeti, büyüklerimize şefkati öğretecek velhasıl herkes kendi payını alacaktır.
Yine diğer yandan ise Ümmü Eymen şehitlerle yastığını birleştirebilmeyi, şehitlere ana olabilmeyi de öğretecektir bizlere ki eşi Zeyd b. Hârise, Mute savaşında şehid düşecek; oğlu Eymen, Huneyn şehidi olacak; Üsame ise imanını hayatına şahid kılarak onun terbiyesinden geçmiş yaşayan bir şehid olacaktır.
Yine o bize anne olarak sabırsızlığı değil sebatı öğretecektir ki sahâbe hasbiliğinde evlatlar yetiştirebilelim. Ümmü Eymen’in anneliği ise sadece bir hane ile, sadece bir mekan ile, sadece kendi doğurduğu çocukları ile sınırlı değildir. Çünkü onun lügatında annelik bir çocuğa sahip olmak demek değildir. Annelik; kendisinden medrese ve muallim yapılan bir ocaktır, toplumun mayasının ‘ana’ olduğunun bilinciyle adım atmak demektir ki maya tutmuşsa süt yoğurt olacaktır.
Efendimiz’in irtihali dâr-ı bekâsından sonra Ümmü Eymen, ‘Ümmü ümmet/ ümmetin annesi’ olacak ve kutlu fikir çilesini de ömrüyle birlikte miras bırakarak bizlere hicri 23’de o da oğlunun diyarına göçerek Baki Kabristanlığı’na defnedilecektir.
Ümmü Eymen adına kurmuş olduk soframızı burada. “Beyan, düşüncenin paylaşıma açık kıvama gelmiş halidir.’’ düsturuyla beyân ettik biz kelâmımızı! Paylaşılabilir kıldıysak yüreğimiz şen, kusurlarımız ise af’ ola. Ve yine şâirin seslenişiyle bitirelim ki zannımca bu söz, beyâna canlı muhatap olamamış bizlerin kader yazgısıdır aynı zamanda:
‘’Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla!’’
[1] Ebû Dâvûd, Edeb, 95; Tirmizi, Edeb, 63; Buhârî, Tıbb, 51.
[2] Hal/beden dili, sözden üstündür.
[3] ‘Ök’ Eski Türkçe’de ‘ög’ olup anne demektir.
[4] Tirmizî, 3818.