Sinema, insanın hayatla kurduğu ilişki ve eşya ile irtibatı sebebiyle pozisyonunu belirlediği yöntemlerden biri olsa gerek. Nasıl bir ilişki, hangi eşya ve kimin yöntemi gibi sorular tabloyu belirlese de kesin olan şey hiçbir şeyin kesin olmadığıdır.
İnsan var olduğu zamandan beri süregelen yolculukta mücadelesini sağlam kılmak için tutunduğu dallar var. Buna ‘kutsal’ diyerek yol alan da var, motivasyon ile durumu hafifleten de… Manzarayı ve kurguyu değiştirmeyen bu yaklaşım, kutsal tanımını yapan insanın daha sonrasında neye ya da kime kulluk edeceği sorusu ile muhatap olmasını getiriyor.
Bu zincirleme durum tespiti sinema tarihi boyunca da kendini gösterir. Hatta sinemanın var olması kul olan insanın tanrılık taslama çabasında ciddi bir merhale oldu denebilir. Zira modernizm ile birlikte gelen yaklaşım, her kavramı yeniden tanımlama ve konumlama gibi bir cüreti de kendinde görür. Yani ‘tanrı’nın ne ya da kim olduğu da kulluğun şekli de reddi de sınırı da belirlenir. Yani, yeni bir tanrı doğar. Modernizmi tam manasıyla ‘yeni tanrıların eski tanrıları tanımadığını ilan ettikleri tanınırlık alanını yeniden tanımlayan tanrıların tanımlanma süreci’ şeklinde nitelendirebiliriz. Kim ya da kimlerin yaptığı çok mühim değil. Modernizm öyle menen bir şey ki kendisini yaşatan, kendilerine yaşam hakkı verilmeyen ama insanlık tarihinin en özgür alanlarına sahip oldukları düşündürülen insanlardır.
Bahsedilen mesele basit şekilde kul ve kulluk edilen tanımını yapmak değil. Öyle bir tanımı doğrudan yapmak zaten tepki doğurur ve taraftar bulamaz. Halbuki yaşayışı dönüştürüp tam manasıyla kulluk edilene kul olunacak şekilde dizayn etmek gerekir. Sinema da bu tasarım olgusunun en etkili alanlarından biridir.
Kim, nasıl giyinir? Alışveriş nereden yapılır? Nasıl bir evde ikamet edilir? Marka ne işe yarar? Tatil nedir, nasıl yapılır? Ve elbette hangi dünya görüşü sağlıklı, hangisi sağlıksızdır? Buna bağlı olarak, bu hayat tarzını elde edebilmek için gerekli olan kazanç nasıl elde edilir? Kaynaklar nelerdir? Daha önemlisi; bu kaynaklara ulaşmak için hangi yollardan geçilir ve helal sınırlar nelerdir? Bu sorunun cevabı da kutsalı ve kaynaklarını belirler. Haliyle, kimin kime kul olacağını, gerekli kulluk vazifesi için nereden giyineceğini, nasıl kazanacağını, nerede yaşayacağını, vs. belirler.
Sinema bu formülün içerisinde nerede yer alır? İşlevsel olarak durduğu yer ile teorik ve pratik olarak durması gereken yer arasında ince bir çizgi söz konusu. Hem kitle iletişim aracı olması hem de sanat dalı olması hasebiyle sinema, hiçbir yere ait olamayan fakat her yere de ait olma ihtimali olan bir araçtır. Şahsen sinemanın sanat olduğuna eminim. Daha doğrusu, sinema dediğimiz şeyin sanat olgusunun ön planda olduğunu düşünüyorum.
Aynı şekilde sinema bir düşünme çabasıdır. Üreticinin şahsi tecrübe ve yaklaşımlarını barındıran ancak daha çok bütün insanlara ve insanlığa hizmet eden bir alan. Çünkü ortak düşünme zeminini tesis etme vazifesi tarih boyunca sanatkarlarda olmuştur.
Hangi sanat, hangi zaman, hangi sanatkâr, hangi üretim ve kime? Bu sorular da önceki soruların peşine gelen anahtarlardır. Evet, soru anahtardır. Kapıların açılmasına vesile olan, açmak zorunda olmayan, araç arayana araç, yol arayana yol, sonuç arayana sonuç, sorun arayana sorun, zor arayana zor, kolay arayana hiçbir şey, her şeyi arayana hiçbir şey, hiçbir şey arayana her şey, kendine gelmek isteyene başkası, başkasında kalmak isteyene kendi, yolda kalmak isteyene yolcu, yolcu olmak isteyene yol, yol olmak isteyene yolsuzluk, ruh ve ruhsuzluk, huy ve huysuzluk, ses ve sessizlik ve sessizlik ve ses… Soruları açan, sorulara açılan anahtarın peşinde giden insanoğlunun bitmeyen, şükür ki bitmeyen, neyse ki bitmeyecek olan arayışın ve yolculuğu belli oranda farkında olarak gitme meselesine kulluk demek lazım sanırım. Kulun, küllenmeyen yegâne mühimmatı soru. Soru olmasaydı, kul olmasının ne manası olurdu? Sanat da sinema da bu şartların belirgin belirsizliği sanırım.
İşte bu net manzara içerisinde modernizmden postmodernizme geçen insanoğlunun kime, neye kulluk ettiği sorusunun peşinde gitmesi ve cevabı net olarak bulamayacağını bilmesi gerekiyor. Sinema ve benzeri araçlar ise bu bulanık alanın en faydalısı da olabilir, en faydasızı da… Buna ayar vermek ya da kendini konumlandırmak insanoğlunun bilincine kalmış. “Hiç düşünmez misiniz?” hitabının muhatabı olan insanoğlu ve kul, düşünme eyleminin zaruretinin hakkını vermenin peşinde bir hayat sürmeli. Tablo onu göstermiyor mu? Peki, kendimiz başta olmak üzere zamane insanı bu tablonun neresinde duruyor? Yani, kulluk etmediğini iddia eden insanoğlu kime kulluk ediyor? Aynı şekilde Allah’a kul olduğunu savunan müminler kime kulluk ediyor? Tercih edebilmek mümkün mü?
Sanırım ipin ucunun kaçtığı ya da yakalandığı noktalardan biri burası; tercih edebilmek mümkün mü? İnsanoğlu, neyi tercih edip edemediğini biliyor mu? Bu sınırları kim belirliyor? Yine aynı yere geldik; kim, neyi belirliyor? İnsanoğlu kendinin ve meselenin farkına varmadıkça belirleyenin kendisi olması mümkün değil.
O halde tekrar soruyoruz; kul kim, kulluk ne? Kime, nasıl?