Yol Üzerine
Uzun yolculukların ardından saatlerce dinlenmek isteriz çoğu zaman. Yol çetin geçtiyse üstelik tüm uykular gözlerimizin olsun isteriz. Halimizi görenler sorar: “Neyin var?” Bir çift kelam ile cevaplarız: “Yol yorgunluğu.” O yol belki çöldür, sessiz vahalarda biraz soluklanıp sonra yine devam etmişizdir; bozkırdır, yörük çadırlarından birinde bir bardak su içmişizdir; bakınca uzak varınca tanıdık bir sestir, dinleyip dinlenmişizdir.
Heyecanla ve merakla çıkılan yollar yorsa dahi bir dönüşe sürüyle hikayeler sığdırırız. Başımıza gelmiş geçen her anıya döner tekrar misafir oluruz. En önemlisi ise bir dönüşümüz olmasıdır. Bir ömür geçirmişsek de gittiğimiz yerde, bir gün döneceğim, diyebilmişizdir hep. Fakat dünya çok büyüktür, dünya bir insandan çok daha büyüktür ve birileri dönmemek üzere çıkar evinden. Yahut dönememektir onun adı, öylece gider şehrinden.
“Gurbete çıkmak” bazı ülkelerde çok tanıdık bir tabirdir. Gidenlerin aklı hep geridekilerle kalır. O zaman yol yorgunluğunun ağırlığı gittikçe çoğalır. Gittikçe geçici ağrıların yerini derin sızılar alır. Birileri içine atar, yaşadıkça içindekiler ağırlaşır; birileri anlatır, kelimelere sığınır, anlattıkça belki de anlaşılır.
Edebiyat, Göç ve Çocuk Üçlemesi
Anlatılan kelimeler, söz ile anlatılanların yanı sıra yazıya döküp birilerinin gözüne, kulağına, yüreğine ulaştırılanlardır. İnsan hakkında en fazla bilgi, duygu, düşünce kronolojik tarih kitaplarından çok insanı anlatmayı amaçlayan edebiyat kitaplarıyla bize kadar ulaşmıştır. Bu yüzden birileri bir ağacın köklerinden ayrılıp başka bir toprakta tutunmaya çalışmasını, tutunmaya çalıştığı toprakla neler yaşadığını anlatırsa ancak, o ağacı anlayabiliriz. Anlamak dediğimiz yerde, insanın insanı anlama yurdu olan edebiyat, bize kalplerimizin farkına varabilme fırsatını sunar.
İnsan, kendini anlatarak anlamını aramalı. Kendimizi başkalarına anlatır, açıklarız ömrümüz boyunca. Bilmeyiz ki kendimizi önce kendimize anlatsak, açıklasak şahdamarımızdan daha yakında bir yerden (Kâf, 50/16-17) bize aslımızın anlatıldığını bileceğiz. Edebiyatın hem kendini arama hem de insanları anlama noktasında bizleri yakaladığı yer tam olarak o daha yakından olan yerdir. İçimize baktığımızda dinlememiz gereken yer kalbimiz değil de o şahdamarımızdan daha yakında olan bir yerdir.
Yol yorgunluğunun ağırlığı arttıkça taşımakta zorlanan, bazen ağlayarak bazen uyuyarak bazen evinin çatısı yıkılmışken kendi dünyasını ayakta tutmaya çalışarak bazen oyunlarını oynamaya devam ederek ayakta kalmaya çalışan biri daha vardır yanımızda. Vardığı yerde ya evimize biraz uzaklıkta ya da tam şu an aramızdadır. Ufaktır ama bir bilge edasında bakan gözleriyle durur tam karşımızda. Çocuktur, ne yapsa yeridir ama bir göç hikayesi vardır artık onun da.
Göçler, alınan karardan yola, varıştan yerleşime kadar iradî veya zorunlu olması fark etmeksizin kadın erkek herkesi derin yerlerden etkiler. Çocuklar için her zaman olduğu gibi ona göre, onu tatmin edecek açıklamalar yapmak, onun sorularına anlayabileceği cevaplar vermek göçle baş edebilmelerinin ilk koşuludur. Doğru kelimeleri seçmek, anlam arayışı ihtiyacını karşılamak da bizlerin üstüne düşen bir sorumluluktur. Göçü sadece göçmen çocuğa anlatmayız üstelik, yurdunda göçmenleri ağırlayan çocuk da anlamlandırmak ister bu olguyu. Meçhulde kalmamış ve anlamlandırılabilen cevaplar çocuğa ne yapması gerektiğini fısıldar.
Çocuk Edebiyatında Göçün İzleri
Bir kalemle yazılanlar sadece kâğıda bırakılan harfler değil, bir kalemle yazılanlar ardımızda bıraktığımız dünya izimizdir ve her iz en az bir yolda mutlaka görünür. Yazılan her duygu ve düşünce okuyucuya akar, onu doldurur; okuyucunun zihninde bazı yeni odacıklar kurdurur. Bir çocuğun her şeyi baştan ve ilk defa öğrendiğini düşündüğümüzde gördüklerinin, duyduklarının, okuduklarının çocuğu etkilemesi tabiidir. Çocuğu iyi ve olumlu etkileneceği kitaplarla karşılaştırmaksa bizim elimizdedir.
Çocuk edebiyatı metinlerinde çocuğa görelik, çocuk gerçekliği ve çocuğun özne olması metinler hazırlanırken göz önünden ayrılmaması gereken üç husustur. Göç ve göç gibi hassas konular yine çocuğun anlayabileceği, onun dünyasından ve onun baş kahramanlığında kurgulanmalıdır. Eğer bu üç husus yerine getirilirse sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü, yumuşak huyluluk, adalet gibi büyük duygular daha küçükken çocuğun kalbine ekilen sağlıklı tohumlar gibi olacaktır. Çocuğun küçük kalbi daha büyümeden güzel hislere hazırlanacak ve ileriki yaşamında yemyeşil filizlenmiş bir ince bakış kazanacaktır.
Göç bir dünya gerçeğidir ve çocuk dünyasında çocuğun anlam kazandırmaya çalıştığı kendi gerçeğidir. Çocuk bu gerçeği doğru bir şekilde anlamlandırdığında, biri göçmen biri yurduna göç edilen çocuk birbirini anladığında, edebiyat çocuğun kalbini yumuşattığında, umutsuzlukların yerini umut aldığında dert olan her şey kendi içinden dermanını bulacaktır. Tüm uykular gözlerimizin olmasa bile “yol yorgunluğu”, yerini “hoş buldum” a bırakacaktır.