Menü
Gülden Sönmez
Gülden Sönmez
Hicret, Göç ve Sığınma Hakkı En Temel İnsan Haklarındandır
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Muhacir, kelime anlamı itibariyle bir yerden başka bir yere göç eden kişidir. Bu kavram, İslam’da bir durum ve statü ifade eder. İslâm kaynaklarından çıkarılabilen tanımı ise “zulüm ve baskılar nedeniyle İslâm’ı tamamen yaşayamayan ve bunun için mücadele edemeyen, başkaca çaresi kalmadığından Allah için tüm kurulu düzenini ve yakınlarını terk ederek göç eden kişi” olarak belirtilebilir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayeti hicretten bahseder; hicret birçok peygamber döneminde gerçekleşmiştir. Hicret ile ilgili ayetler ve hadisler incelendiğinde bazı durumlarda yapabilecek bir şeyi kalmayan kişiye hicret edemeyecek kadar zayıf değilse hicret etmesi gerekliliği hatırlatılır.  Esas olan insanın canını, namusunu koruyarak onurlu yaşamını idame ettirmesidir. Bu nedenle hicret bir haktır aynı zamanda.

Mekke’de Hz. Muhammed (sas) ve diğer Müslümanlara yönelik işkenceler, baskılar, ekonomik ve fiziki her türlü tehdit ve ambargolar, açlık, sıkıntı ve zulüm yaşamı tehdit eden bir noktaya geldiğinde artık ne İslâm’ı yaşayacak ne de mücadele edecek bir durum kalmadığında hicret kaçınılmaz olmuştur. Peygamber Efendimiz (sas) bir gruba, Müslüman olmayan ama kendisi hakkında “Adil Kral” denilen Necaşi’nin ülkesi Habeşistan’a hicret etmesini söyledi. Diğer Müslümanlar ise Medine’ye hicret ettiler. Muhacirler mallarını, yakınlarını, yaşadıkları toprakları Allah için terk ederken, gittikleri yabancı ülkelerde yabancılıklarından dolayı çektikleri zorluklar, mahrumiyetler yanında, müşriklerin onları yok etmek için gösterdiği faaliyetler son bulmuyordu. Burada akrabalarından, eşinden, kardeşinden, evinden, toprağından ayrılmanın ve zorlu yolculuğun insan için ne kadar ağır olduğu düşünülürse; Allah için hicret edene vermeyi Allah’ın vaat ettiği ödül iyi anlaşılacaktır.

Bir diğer dikkat çekici husus; hicret eden Muhacirler ile onlara kucak açan Medine halkı, yani Ensar arasında oluşan kardeşliktir. O günden bugüne bu kardeşliği İslâm üzere olan halklar halen yaşatmaktadır. Kardeşlerini geride bırakanlar vardıkları Medine’de kardeş gibi kardeşler bulmuşlardır ki onlar her şeylerini Mekke’den gelen kardeşleriyle cömertçe paylaşmıştır.Hicret, baskı ve zulümler nedeniyle İslâm’ı tamamen yaşayamayacak durumda olup bunun için mücadele verilemeyecek safhada bir çıkış yoludur. Muhacir için hicret, bir kaçış değil, İslam için tekrar güçlenme ve geri dönüş için kaçınılmaz bir evredir. Dini gerekçelerle, daha doğrusu Allah için inanan insanın Allah’ın emirlerini yerine getirmesi ve İslâm’ı yaşaması için bir mücadele metodudur. Bu nedenledir ki Allah için yuvasını, yurdunu, sevdiklerini, malını terk edenler aynı zamanda güzel mükafatlarla ödüllendirilmekle müjdelenmektedir. Ayrıca Allah için hicret edene yapılacak yardım ve gösterilecek kardeşliğin de mükafatı Kur’ân-ı Kerîm’de müjdelenmiştir. Burada bir Müslüman, muhacire yardım etmek için onun ülke dışında olmasına, ırkına, tabiiyetine veya bir ülke korumasından yararlanıp yararlanmamasına bakmaz. Hicret edebilmek için de hicret edene yardım edebilmek için de Allah’ın rızasını kriter olarak kullanmak yeterlidir. Oysa meri uluslararası hukukta artık sözleşmelerin tanımlarına uyanlara ve bunu ispat edebilenlere haklar ve imkanlar tanınabilmektedir. İslâm’daki temel insan haklarının kullar ve kullara ait mekanizmaların dışında Allah tarafından verildiği; öte taraftan mevcut ulusal ve uluslararası mekanizmaların uygulamalarında insanların oluşturduğu yapıların, temel hakları lütfedip siyasi ortamlar uymadığında da hemen ortadan kaldırabildiği veya tanımadığı ortadadır.

Mülteciler ve sığınmacılar için de aynı durum geçerlidir. Ancak Suriye, Mısır, Yemen, Doğu Türkistan, Irak, Filistin, Çeçenistan ve Afganistan gibi birçok ülkeden hicret etmek zorunda kalan muhacirlere 1951 sözleşmesi veya mevcut kanunlar yeterli korumayı sağlamasa da ve hatta mültecilik statüsü vermese de dünya üzerindeki Müslümanlar onlara Ensar olmayı aynı samimiyet ve sıcaklıkla sürdürmektedir. Burada yaklaşım ve uygulama farklılığı “muhacir” ve “mülteci” kavramlarının tanımlarında gizlidir.

Mülteci, ülkesi içerisinde ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişiler olarak adlandırılmaktadır.

1948 yılında ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi´nin 14. maddesinde iltica hakkı temel bir insan hakkı olarak ilan edilmiştir: “Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.” Kabul eden ülkelerin sayısı çok fazla olmasına rağmen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, uluslararası hukuk anlamında bir sözleşme olmadığından, tanımladığı haklar konusunda takip, denetim ve yaptırım mekanizmalarına sahip değildir. Bu nedenle İHEB’nde tanımlanan haklar için ayrı ve özel sözleşmeler düzenlenmesi ihtiyacı belirmiştir. Hal böyleyken devam eden süreçte, 28 Temmuz 1951 tarihinde Cenevre’de 26 ülkenin temsilcisi tarafından kabul edilen “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme” (daha çok 1951 Sözleşmesi şeklinde anılır) tarihte ilk kez bir mülteci tanımı yapmak, haklar ve standartlarının çağdaş bir listesini sunmak, mülteci iadesinin limitleri ile geleneksel hukukta bulunan “geri göndermeme” (non-refoulement) ilkesini sözleşme hükmü altına almakla meri mülteci hukukunda bir milat olma misyonunu yüklenmiştir.

Sözleşmeye taraf devletler, sözleşmenin 1. maddesinde mülteciyi şöyle tanımlamışlardır: “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs” mültecidir.

Sığınmacı, mülteci statüsü almaya yönelik başvurusu henüz karara bağlanmamış kişiler için kullanılan bir terimdir. Aynı zamanda henüz başvuru yapmamış veya başvurusu hakkında cevap bekleyen kişiler de sığınmacı olarak tanımlanmaktadırlar.

Göçmen, uluslararası hukuk belgelerinde sayılan siyasi kriterler nedeniyle değil de sırf ekonomik nedenlerle, daha müreffeh bir hayat standardı yakalayabilmek için vatandaşı olduğu ülkeden bir başka ülkeye göçen kişiye denir.

Ülkesinde yerinden edilmiş kişiler, Nisan 1998 tarihinde BM İnsan Hakları Komisyonu´na sunulan Ülkesinde Yerinden Edilmiş Kişilere İlişkin Kılavuz ve İlkeler´de tanımlandığı üzere “silahlı bir çatışma, genel şiddet, insan hakları ihlalleri, doğal ya da insan yapımı felaketler nedeniyle yaşadıkları yerlerden kaçmak ya da buraları terk etmek zorunda kalmış, ancak uluslararası olarak tanınmış hiçbir devlet sınırını geçmemiş kişiler”dir. Kavram esasen mülteci tanımındaki siyasi kriterleri taşımakla birlikte vatandaşı olduğu ülkenin dışına çıkmamış veya çıkamamış kişileri ifade etmektedir.

Yerinde / mahallinde mülteciler, menşe ülkelerini terk ettiklerinde mülteci olmalarını gerektiren bir durum yok iken, sonradan bulundukları ülkede gelişen olaylar nedeniyle mülteci durumuna giren kişileri ifade etmektedir. Sonradan gelişen olaylar menşe ülkede yapılan askeri darbeler veya sığınılan ülkede sonradan vatandaşı olduğu ülke aleyhinde yapılan siyasi çalışmalar gibi nedenler olabilir.

Vatansız,hiçbir ülkenin hukuku altında vatandaş olarak kabul edilmeyen kişidir. Dünya üzerindeki göç hareketi sırasında devletlerin kendi hukuk kuralları arasında fiilen bu duruma düşen insanlar için kullanılan bir tanımlamadır.

Türkiye Mülteci Statüsüne ilişkin 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’ni ve 1967 Protokolünü onaylamıştır Çatışma, şiddet ve zulüm sebebiyle zorla yerinden edilen kişilerin sayısı küresel çapta rekor düzeylere ulaşırken; Türkiye dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmayı sürdürmüştür. 2013 Nisan ayında, Türkiye’nin ilk sığınma kanunu olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulunmuş ve 11 Nisan 2014’te yürürlüğe girmiştir. Kanun, Türkiye’nin ulusal sığınma sisteminin temel dayanaklarını ortaya koyup; politika oluşturma ve Türkiye’deki tüm yabancılara ilişkin işlemlerden sorumlu olan başlıca kurum olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nü kurmuştur.

1980’lerden beri Türkiye, mülteci akımlarıyla karşılaştı. Türkiye, yaklaşık sayılarla 1988’de 51,000 Iraklı, 1989’da 400,000 Türkiye kökenli Bulgar, 1991’de 460,000 Iraklı, 1992’de 25,000 Bosnalı, 1999’da 10,000 Kosovalı ve devam eden yıllarda binlerce Çeçen, Özbek, Doğu Türkistanlı, Mısırlı, Filistinli, Yemenli, Afgan, İranlı, Afrikalı mülteci ve göç akışına muhatap olmuştur. Türkiye, adeta Kafkasya ve Ortadoğu’da sığınak ülke ve güvenli yerlere geçiş ülkesidir. Son olarak Suriye’de 2011’de başlayan savaş ile beraber korkunç bir dram yaşanmaktadır. Katliamlar, kullanılması yasak silahlar dahil işlenen savaş suçları, sistematik tecavüz, işkence, zorla kaybettirme dahil birçok korkunç olay BM ve sivil kuruluşlarca rapor edilmiş ve bu vahşet karşısında her yaştan Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve başkaca ülkelere sığınmışlardır. 3,5 milyondan fazla Suriyeli Türkiye’ye sığınmıştır.

Bu yoğun göç ve iltica hareketinin yaşandığı Türkiye maalesef her gün dramatik yaşamlarla veya feci ölümlerle neticelenen birçok göçmen ve mülteciyle yüzleşmektedir. Mülteciler genelde, hukukun temel ilkeleri ve mevcut normları ile yasal olarak koruma altında olmalarına rağmen, iltica süreci sırasında, sonrasında birçok ihlale maruz kalmakta, son Türkiye’deki genel durumda olduğu gibi bazen de ırkçılığın muhatabı olabilmektedir. Türkiye’ye de sığınan Suriyeli sığınmacılar, özellikle sosyal medya üzerinden sürekli olarak saldırıya ve nefret söylemlerine maruz bırakılmaktadır. Bu durum gündelik yaşamın içerisinde birçok can yakıcı vakaya da sebebiyet vermiştir ve vermektedir. Türkiye’de sığınmacılar konusu dünyanın her yerinde olduğu gibi ırkçı çevreler tarafından bir sorun alanına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Öte taraftan mültecilerin genel olarak yaşadığı belli başlı sorunlar ve çözüm başlıkları şu şekilde sırlanabilir;

  • Sorunların kaynağına yönelerek, önleyici rol üstlenmek, savaş ve çatışmaların önlenmesi ve mülteciliğe sebep olan kaynak sorunu minimize etmeliyiz.
  • Savaş suçlarını önlemeli, savaş suçlularını cezasız bırakmamalı ve yargılamalıyız.
  • İnsan ticareti ve ölümlerin engellenmesi, insan ticareti yapan çetelerin durdurulması için politika ve tedbir üretilmeli ve suçlular cezalandırılması için çalışma yapmalıyız. Bugün dünyada Ortadoğulu, Asyalı, Afrikalı küçük çocuk ve kadınların insan ticaretinin metası halinde liste/fiyatlarla pazarlandığı herkesin malumu olan bir insanlık ayıbı ve suçudur.
  • Bütün mülteciler sadece bulundukları ülkenin değil tüm halkların ve devletlerin sorumluluğundadır.
  • Mülteci ve sığınmacıların bulunduğu bütün ortamlarda asgari yaşam koşullarının sağlanması sağlık vs. her türlü insani ihtiyacın sağlanması, kadın ve çocuklar için özel düzenleme yapılması gerekmektedir.
  • Devletlerden beklemeden, BM’nin ve alt kurumlarının, uluslararası, yarı resmi ve sivil kurumların rol alması hem politikalar oluşturma ve etkileme hem de koruma ve ihtiyaçların karşılanması noktasında çalışması gerekmektedir.
  • Hiçbir mülteci veya sığınmacı adil yargılanma imkanından mahrum kalmamalıdır. Mülteciler avukattan, her anını doğru şekilde anlayacağı şekilde doğru ve yeterli bir tercümandan faydalanarak adalet hizmetine kolay, hızlı ve doğru erişebilmelidir.
  • Üniversiteler ve akademik çevre mültecilerin sorun ve ihtiyaçlarına yönelik tespit ve çözüm üretmelidir.
  • Dünyadaki yoğun göç ve mülteci hareketini göz önünde bulundurarak Uluslararası mekanizmaların yetersizliğine karşı yeni uluslararası mekanizmalar üretmeliyiz.
  • Geçici olmak ya da kalıcı olmak ve entegrasyon konusunda ayağı yere basan uzun soluklu çalışmalar üretmeliyiz.
  • Parçalanmış aileleri makul ve insani yaşamı garantileyen güvenli ülkelerde birleştirmeliyiz.
  • Irkçı ve nefret içerikli yayınları engellemeliyiz. Irkçılık toplumsal yaşamın kanseridir ve tüm vücudu çürütür.
  • Mülteci kadınlar ve çocuklara özel çok ağır problemler mevcut. Kadınlar ve bazen çocuklar da kaçış öncesi ve esnasında tecavüz, fiziksel ve cinsel saldırı ve istismara maruz kalmaktadır.  Bazen sığınma ülkesinde fiziksel ve cinsel saldırı ve istismar da yaşamaktadırlar. Bazen eşlerin istismarı ve terk etmesi söz konusu olunca çok daha vahim tablolar da karşımıza çıkmaktadır. Bir kısmı kişi olarak tanınmamak ve belge eksikliğinden kaynaklı korumasız kalmaktadır. Bu nedenle mülteci kadın ve çocuklarda travma çok daha yaygın ve vahim boyutta olabilmektedir. Bu alana dair hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyolojik çalışmalar yürütmek gerekmektedir.

Aslında mülteci yaşamlara eğildiğimizde ve süreçlerine vakıf olduğumuzda sayfalar dolusu sorun yazabiliriz. Ancak genel hatlarıyla bu birkaç başlık aslında nasıl komplike bir çalışma gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Kimse evini, vatanını, anılarını, yaşadığı ülkeyi, bölgeyi sebepsiz terk etmez. Sığınma hakkı temel yaşam ve insan haklarındandır. Savaşlar, çatışmalar, iklim felaketleri, ekonomik krizler gibi pek çok nedenle yarın herkes sığınmacı olabilir. Bugün bile 5 milyon Türkiye vatandaşı yurt dışında yaşıyor. İnsancıl hukuk mevzuatı başta olmak üzere uluslararası hukuk mevzuatı ve ulusal mevzuatımız bir savaş ve çatışmanın tarafı olsun olmasın tüm devletlere ve Türkiye’ye sığınmacıların mültecilerin yaşamlarının korunması sorumluluğunu verir. Allah’ın emrettiği ve insanlığın yüz yıllar boyu süren serüveni sonucunda ortaya çıkan temel hakların korunması düşüncesine aykırı bir şekilde hiç kimse ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına geri gönderilemez.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x