Bilgi akışının ve erişiminin önü alınamaz derecede hızlandığı günümüz dünyasında insanlar, faydalı gibi görünen bu akış içerisinde adeta hız tutkunu gibi ayak uydurma çabasına girişmiş olup kendi hayat akışından büyük oranda kopuk yaşamak durumunda kalmaktadır. Her yerden akmakta olan bu bilgi akışı içerisinde kendisine yardımcı olabilecek, işine yarayacak bilgileri ayrıştırmaya ne kadar çaba göstermeye çalışsa da en nihayetinde bu hız içerisinde kafası karışmış; bakışları ve zihni sislenmiş, olanı biteni algılamaya mecali bile kalmamış bir haldedir. Kendi başına bırakılmış ve karşısında duran hayatın tüm sorumluluğu sırtına yüklenilmiş hissiyle yaşamak durumunda kalan günümüz insanı, içinde bulunduğu kapitalist sistem yapısının da bir getirisi olarak kendisini, yaşadığı tüm zorluklara bireysel göğüs germesi gerektiği inancına doğru savrulmuş halde bulunmaktadır. Oysaki insan toplumla var olmaya meyilli, inançlar edinmeye eğilimli bir canlıdır ve kendi kendisini var edebilmek için bazı dayanak noktalarından beslenme ihtiyacı içerisindedir. İnsanın bu yapısı bir rehberlik ihtiyacı oluşturmakta olup herkesin bu rehberlikten nasibi ihtiyacı kadardır denilebilir. Bahsettiğimiz rehberlik İslâm’da nübüvvet yani peygamberliktir.
İnanmak eylemi kendi içerisinde bütünlüğü olan bir yapıdır. Yalnız akılla açıklanmaya çalışıldığında yavan durur veyahut yalnız kalb ile algılanmaya çalışıldığında toz gibi uçup gidiverecek gibi hissettirir. Peygamberlerin muradına iman edebilmektir aslında Nübüvvet dediğimiz şey. Bu muradı kavramak istiyorsak şayet o zaman bunu ikircikli bırakan yollardan kurtarıp şüphesiz ilerleme sağlayacağımız yollardan anlamaya gayret etmeliyiz. Evet, gayret etmeliyiz! Armudun pişse bile bazen ağzımıza düşmediği bir evrende yaşıyoruz. Gayreti azık edindiğimiz oranda sonuçlara mazhar olabiliyoruz. Dolayısıyla yolumuzu aydınlatacak ışığı[1] yanımızda bulundurmak ve muhafaza etmek için gayret içinde olmalıyız. Çünkü karanlığın çöküşü aniden olabilir. Bazen beklenir bir durumdayken yanında gerekli ışık bulunmayabilir. Gaz lambası veya kandilin kendi içinde usulca ısıtan ateş gibi elimizde duran içten bir ışık parçasını düşünün… Elindeki ışığın yakıtını, dış etkenlerden koruyan kılıfını ve taşınabilir olmasını sağlayan parçalarını gözden kaçırmamak gerekir. Bunların bazen kişisel olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle bu rehberlere muhabbet beslenip beslenmediğine bakmalıyız. İçimizi ısıtıyor mu bu ışık? Daha sonra rehber olan bu güzel insanlardan edindiklerini nasıl muhafaza ediyorsun? Işığın sönmemesi için neler yapıyorsun? Yanında her daim bir nişan gibi taşımak için hangi kapıları zorluyorsun? İşte tüm bu soruları derlemek, cevaplamak yolcusu olduğun yola imanın bir parçası olan nübüvvetin hakikatini anlamamızda yardımcı olabilir…
Hangi Yol?
Hangi yolun yolcusu olmak istediğimize karar vermek bazılarımız için çok basitken bazılarımız için bir ömür süren süreci kapsar. İçimizdeki arayışı ve bu arayışın nereye olduğunu bilmeye çalışmak kıymetli bir gayrettir. Peygamberler ise hayatlarını bu arayışta olan yolculara yani bizlere adamış kıymetli insanlardır. Öyle ki kendi hayatları pahasına bizlere doğruyu, iyiyi ve güzeli aktarmış olup yanlışlardan, kötülüklerden ve çirkinden uzak durmamız için hareketleriyle, duruşlarıyla, sözleriyle ve bazense suskunluklarıyla öncülük etmeye çalışmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de bize aktarılan peygamber kıssalarında bahsedilenlere bakıldığı zaman, bu muhabbet dolu çabanın hangi yolun yolcusu olduğumuzu keşfetmemizde bize öncelik gösterenlerin üzerinden asırlar geçmesine rağmen hala aynı şekilde bize örneklik teşkil ettiğini görmekteyiz. Çünkü Allah sözü zayi etmez ve bizlere konunun özünü verir.
Yürüdüğümüz yol şahsına münhasırdır. Ancak insanlık olarak yürüdüğümüz yollar kopuk değildir. Aksine bağlantılıdır. Her zaman bir öncekinin etkileri ve daha birçok değişkenden dolayı özgün hale gelmektedir. Bunu diğer unutmayı alışkanlık edindiğimiz şeylerden ayırmalıyız. Her birimiz kendi sahnemizde alkışsız seyirciler içerisinde bu hayatı canlandırmaya gayet ediyor; çoğunlukla ilerlemeye çalışıyoruz. Zaman akışımızı da böyle görebiliriz. Hız içinde kaybolmaya yüz tuttuğumuz anlarda zamanın da yaratıcısı olanın bir olduğunu hatırlamalı; O’nun (c.c) rızkı olarak bizlere sunulduğunu görebiliriz. Yol da yolcu da zaman da özel… Öyleyse aradığımız cevaplar da cevapları algılayış biçimimiz de öyle olmak durumundadır. Peygamberlerimiz öyle insanlar ki bu biricik yapılarımıza özüt olabilmişler, mücadelelerinde kendimizi bulmamıza ve yoldaşımız olmaya göğüs gerebilmişlerdir. İşte tam da burada onların yoluna bakıp Hangi yol, tüm bu özel durumları ortak paydada buluşturabilmiş? sorusunu sorabiliriz. Hangi yol için bu yaşamak mücadelesi? Hangi yol için bu gayret mecburiyeti? Hangi yol için bu dökülen terler ve gözyaşları? Yolun hakikatiyle yüzleşme cesareti er ya da geç içimize doğacak. Hazırlıklı olup hakiki kabuller ve yaşanmaya değer bir ömür için, yürünmeye değer bir yol için verilen emekleri görmenin gayreti içinde olmalıyız. Bizler de yürüdüğümüz yol üzerinde izlerini bırakan bu rehberler gibi izler bıraktığımızı hatırlamalıyız. Bunlar iyi ya da kötü; uzun soluklu veya değil… Her adım bir diğerine gebe ve bu adımlar için akleden bir kalbi kuşanmayı ihmal etmemeliyiz.
Körlüğün İlacı Muhabbet
Yol, yolcuyu değiştirir. Yolun hakikati değişimdir. Maddi ve manevi fırtınalar, seller ve depremler geçirmek durumunda kalır insan. En nihayetinde tecrübeler ve yaşadığı bir ömür sermayesi kalacaktır yanına. İstese de istemese de akıp giden hayat, direnci bir ahlaksızlık olarak gösterir bizlere. İstikamete gösterilen baş kaldırı olarak direnç ise muhabbetsizlikten ortaya çıkar. İrade zor bir iştir ve usanç verebilir. Muhabbetse irade etmenin ötesinde insana gerçekleştirme gayret ve cesaretini pompalar. Direnç ise buna karşın irade etmenin ötesinde var oluş ataletine sürüklenmektir. Ümitsizlik ile dost eder insanı. Yoldaş olarak ateş başında et çevirip dururlar birlikte. Yoldan geleni gideni seyreder öylece dururlar. Geçip giden şeyler ona değmez bile. Artık içini ısıtan bir şey kalmamıştır çünkü. Gözleri ve kalbi hakikate körleşmiştir. Aklıysa kendisini bahanelerle avutup durmaktadır. Bazı zamanlar elinde ışığıyla yürüyen insanları görür bu direnç gösteren insan(lar). Başında pinekledikleri ateşten daha gerçek ve samimidir bu lambada duran ateş. Yaklaştığında yakmaz, uzaklaştığında kaybolmaz. Seninle yoldaştır ama seni yolundan alıkoymaz. Göremediklerine yaklaştırırsan gösterir; molalarında seninle birlikte demlenir… Bu eşsiz yolu bir serüven olmaktan koparmamalı, direnç göstermeyi marifetten saymaktan vazgeçmeliyiz. Yürüyüşümüzde hoş bir seda bırakma gayreti barındırmayı da ihmal etmemeliyiz. Tıpkı eşsiz örneklerimiz olan Peygamberlerimiz gibi cesur, kibar, sabırlı, vakur, donanımlı ve inançlı olma çabası gütmeliyiz kalbimizde ve aklımızda.
Nübüvvet, son olan biricik peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) itibariyle tamamlanmıştır ve tabiri caizse son tuğla yerli yerine konulmuştur. O güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş olan ve ondan önce gelenlerin anlattıklarını nihayete erdirecek örnekliği; özün özü olarak hakikat yolunu güzel yaşantısıyla ve kıymetli ashâbıyla birlikte miras olarak bırakmıştır. Bu kandil gibi latif bir sıcaklık ve muhabbet hissettiren Peygamberimiz’den Kur’an şöylebahsetmektedir: “Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe, 9/128) Bunu Rabbimiz söylüyor. Bizlere böylesine düşkün bir peygamberin ümmeti olarak sizce de çok merhametsiz ve şefkatten uzak durumda değil miyiz? Diğer peygamberlerin ümmetleri hakkında okuduklarımızdan niçin fikirler üretmiyoruz, çözümler aramıyoruz? Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar açtığı kapılarını zorlamaktan niçin kaçıyoruz?
Her namazda Fatiha sûresini okuyarak sırât-ı müstakîm üzere olmak için “Bizi doğru yola ilet.” Diyerek farkında olarak veya olmayarak dua ediyoruz. İstikametin önemini her namazda diriltiyoruz içimizde. İstikametinmeyvelerinden Adaleti, Fazileti ve İtidali[2] hayatlarımızda gerçekleştirmeye, yeşertmeye başlıyoruz. Bunu bir bilinç olarak hayatlarımızda var etme gayretini hayatlarıyla anlatan bu güzel ve özel insanların -Peygamberlerin- yolunu izlerken kendimizi sorguya çekmek gözümüzdeki ve zihnimizdeki körlüğe ilaç olacak. Zamanla bu yolda irade etmenin meşakkati, muhabbetle sarılıp sarmalanacak. Her meşakkatte ümitsizliği aramak ve kabullenmekte zorlandıklarımıza direnç göstermek yerine hoş muhabbetiyle içimizi ısıtan, aydınlatan ve zaman zaman silkeleyen yoldaşlarla ilerletilen yolculuğumuz bir serüven halini alacak; lambamızdaki ışığın hüznümüze, heyecanımıza, derdimize ve neşemize ortaklığıyla huzur bulacağız.
[1] Ahzâb, 33/46
[2] İSTİKAMET, ADÂLET, FAZİLET, İTİDAL, İRADE kavramlarını daha detaylıca kavramak için TDV İslam Ansiklopedisi’ne bakabilirsiniz.