İlk insandan itibaren bereketli hilal dediğimiz Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki vadileri de kapsayan, Mezopotamya havzasını içine alan; şu anda İsrail, Lübnan, Ürdün, Suriye, Kuzey Mısır ve Irak gibi ülkelerin bazı kısımlarını çevreleyen topraklar bize on binlerce yıllık bir tarih mirası bırakmıştır. Bu mirasın en nadide parçalarından biri de Mardin’dir.
Bu bereketli topraklar Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yusuf gibi birçok peygambere ve o peygamberlerin izlerine ev sahipliği yapmış, bu peygamberler döneminde hüküm süren Sümerler, Akadlar, Mısırlılar Keldânîler, Hititler ve Romalılar da kendi imzalarını atmışlardır. Ardından buralara farklı imzalar da atan Eyyûbîler, Memlükler, Abbasîler, Emevîler, Selçuklular, Osmanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular gibi devletlerle irili ufaklı emîrlikler, atabeylikler ve beylikler de şüphesiz bu medeniyet koridorunda söz sahibi olmuşlardır.
Mezopotamya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan bereketli hilale doğru tarihi süreçte sürekli geçişlerin olduğu bu zengin kültür ve medeniyet koridoruna hayranlık duymamak mümkün değildir. Medeniyetlerin, toplumların, kavimlerin, inançların, ticaretin, kültürün ve insanî değerlerin sürekli taşındığı, hâlâ da taşınmaya devam ettiği bu koridora ev sahipliği yapan şehirlerden olan Diyarbakır, Urfa, Antep ve Mardin’de zengin medeniyet kalıntılarına rastlamak bu anlamda tesadüf olmasa gerektir. Ancak bu şehirler içerisinde bu zengin medeniyet birikimini en iyi yansıtan şehir Mardin’dir, dersek abartmış olmayız.
Sebep ne olursa olsun yüzyıllar boyunca bir şekilde üzerindeki mirası korumak için direnmiş bu şehirde çok iyi muhafaza edilen bu zengin miras, şüphesiz Urfa’da, Antep’te, Adıyaman’da, Diyarbakır’da, Elâzığ’da da izler bırakmıştır. Ancak Mardin, açık hava müzesi kültür elçiliği görevini kimseye kaptırmamış ve kaptırmak niyetinde de..