EbûUbeyde, asıl adı ile Âmir b. Abdullah (ra), Miladi 583 yılında Nübüvvetten 20 yıl önce Mekke’de dünyaya gözlerini açtı. Babası Abdullah b. Cerrâh, annesi Ümeymebt. Ganem’dir. Künyesi EbûUbeyde ve Emînü’l-Ümme (Ümmetin Emini)’dir. Harisoğulları kabilesine mensuptur ve kendisi dışında o kabileden Müslüman olan kimse yoktur. Nübüvvetin ilk günlerinden iman etmiş ve Allah Resûlü’nün (sas) son günlerine kadar hep onunla beraber olmuştur. Cesur, mütevazı, zâhid ve iffetli bir insan olan EbûUbeyde (ra), Bedir dahil tüm gazvelere ayrıca Zülkussa, Sîfulbahr gibi birçok seriyyeye de katılmıştır. Hem Hz. Ebû Bekir hem Hz. Ömer döneminde orduya komutanlık yapmıştır. İki evlilik yapan EbûUbeyde’nin (ra) bu evliliklerinden Yezid ve Ümeyr isimli iki oğlu dünyaya gelmiştir. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Birbirinden önemli görevler üstlenen EbûUbeyde (ra), ticaretle de uğraşmıştır. Ümmetin güvenilir insanı EbûUbeyde (ra), Hz. Peygamber’den (sas) 14 hadis rivayet etmiştir. Ashâbın nadide ismi EbûUbeyde(ra), Miladi 640, Hicrî 18 yılında 58 yaşında Suriye’de gözlerini fani âleme yummuş, bâki âleme açmıştır.[1]
SAKIN BABAN DUYMASIN!
Mekke’nin delikanlısı EbûUbeyde daha çocuk yaşlarda babasının gayreti ile biniciliği, ok atmayı, kılıç kullanmayı ve iyi bir ticareti öğrenmişti. Bunların dışında belki de en mühimi okuma-yazma da öğrenmişti. O okuma-yazma bilen on yedi kişiden biri idi.[2]Böylesine güzel hasletlerle donatılmış bir genç elbette İslam’a gönül verecek ve onu destekleyecekti. İman edenlerin ilk saflarında yerini almıştı. İslam insanı değiştiriyordu, EbûUbeyde’nin üzerinde de bu değişikliği fark eden annesi oğluna içinde bulunduğu hali sordu. EbûUbeyde (ra) annesine son derece rikkatle bu yeni dini anlattı. Anne Ümeyme anlatılanları can kulağı ile dinliyor ama endişesini de gizleyemiyordu. Ümeyme, oğluna: “Ne olur yavrucuğum, bunları baban duymasın! Baban bu sözleri işitirse ikimize de burayı dar eder. O putlarının inkâr edilmesini hoş karşılamaz!” diyerek bu endişesini dile getiriyordu.[3] Annesinin uyarılarına rağmen EbûUbeyde bu yoldan dönmeyecekti.
KILIÇTAN KESKİN BİR İMAN
İman etmenin bedel istediği yıllarda EbûUbeyde (ra) de bu bedeli ödeyenler arasında idi. Babası onun iman ettiğini duyunca çılgına dönecek ve EbûUbeyde’yi (ra) önce sözle tehdit edecekti. Bununla sonuç alamayınca işkence ile oğlunun dininden döndürmeye çalışacaktı.[4] Gerçek iman eden bu yoldan dönmez ve EbûUbeyde (ra) de dönmemişti. Takvimler Bedir Savaşı’nı gösterdiğinde EbûUbeyde (ra) iman cephesinde, babası Abdullah küfür cephesinde yerini aldı. Savaş başlamış ve kader baba ile oğlu karşı karşıya getirmişti. Bir insanın maruz kalacağı en büyük imtihanı yaşıyordu EbûUbeyde (ra). Ya babasına kılıç sallamayıp canından olacak ya da Allah’ın kelimesi en yücelere çıkarken engel olan babası ise o engeli kaldıracaktı. O ikincisini tereddütsüz seçti ve babası Abdullah’ı, Bedir’in meydanında yere serdi. Böyle bir yiğitlik ayetlere de konu olmuştu. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri veyahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir…”[5] ayeti ile EbûUbeyde ve onun gibi akrabaları ile karşı karşıya kalanlar müjdelenmiştir.[6] Böylece EbûUbeyde’nin (ra) babası küfür üzere ölürken, annesi oğlu EbûUbeyde’nin (ra) yanında yer almıştı.[7]
HİCRETLER, SEFERLER
Mekke’de işkenceler, boykotlar bir türlü bitmek bilmiyordu. İlk çıkış kapısı olan Habeşistan’a hicret edenler arasında EbûUbeyde (ra) de vardı.[8] Yaklaşık yedi sene Habeşistan’da kalan EbûUbeyde (ra), Medine hicretine de katıldı. Medine’ye hicret edince Külsüm b. Hidm’in evine misafir oldu.[9] Allah Resûlü (sas) onu Salim Mevla Ebû Huzeyfe ile kardeş kıldı.[10]Medine demek seriyye ve gazvelerin de başlaması demekti. İlk gönderilen Sîfülbahrseriyyesindeki otuz kişiden biri de EbûUbeyde b. Cerrah’dı.[11] Bedir sınavını başarı ile geçen ashabın önüne şimdi de Uhud gibi zorlu bir sınav gelmişti.
HETEMLERİN EN GÜZELİ
Uhud günü, savaşın ilk yarısı EbûUbeyde ve onun misali yiğitler büyük bir başarı göstermiş, düşmanı püskürtmüşlerdi. Ancak kaçan müşrik ordusu Okçular tepesinin boşaldığını görünce ani bir dönüş yapmış ve savaşı tersine çevirmişti. İlk yarıda galip olan ordu, ikinci yarıda mağlubiyeti görüyordu. Ordu dağılmış ve Müslümanlar savaş alanında ne yapacaklarını bilemeden sağa sola kaçışır olmuşlardı. Allah Resûlü’nün (sas) ardında az bir grup yiğit onu (sas) savunuyordu. Resul-i Ekrem’in (sas) miğferi parçalanmış ve parçalanan miğferin halkalarındanbir kaçı mübarek yüzüne saplanmıştı. Orada bulunanlar bu saplanan halkaları Hz. Peygamber’in (sas) mübarek yüzünden çıkarmaya çalışıyordu. EbûUbeyde daha fazla dayanamadı ve oradakilerden müsaade isteyerek saplı halkaları ön dişleri ile çıkardı.[12] Çıkarırken iki dişi kırılmış veUhud’da şehit olanlar arasında o dişler de yerini almıştı. Araplar ön dişleri olmayanlara ‘hetem’ ifadesini kullanırlardı. Hayatını bundan sonra hetem olarak geçirecek olan EbûUbeyde’ye (ra) Hz. Ebû Bekir şöyle diyordu: “O, hetemlerin en güzelidir.”[13]Ashabdan bazıları da: “Dişsizlik insanı çirkinleştirirdi ama EbûUbeydeUhud’da kaybettiği dişlerinden ötürü daha fazla güzelleşmişti.” diyorlardı.[14]
EBÛ UBEYDE DEMEK
EbûUbeyde (ra) demek, Hudeybiye’de Süheyl b. Amr’a karşın hakkın yanında şahitlerden olmak demek idi.[15]
EbûUbeyde (ra) demek, yine Hudeybiye’de anlaşmayı hazmedemeyen Hz. Ömer’i (ra): “Ey İbnHattab! Sen Resûlullah’ın ne dediğini duymuyor musun? Şeytandan Allah’a sığın ve görüşünü kendine sakla!” sözleriyle hizaya çeken adam demek idi.[16]
EbûUbeyde (ra) demek, hicretin 8. yılı Zatü’s-Selâsilseriyyesinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in de içinde bulunduğu orduya komutanlık ettiği için Emîrü’l-Ümerâ/Emirlerin Emiri unvanına sahip olan komutan demek idi.[17]
EbûUbeyde (ra) demek, bir seriyyede sonradan dahil olsa da Allah Resulü (sas) kendisini komutan olarak o orduya tayin etmesine rağmen Amr b. As’ın (ra) kendisinin komutan olduğunda ısrarcı olmasından dolayı: “Ey Amr!Allah Resulü (sas) beni açıkça komutan olarakatadı, ama sözünün sonunda dedi ki: ‘Amr ile ihtilafadüşme!’[18] İşte ben Resulullah’ın(sas) bu uyarısı gereği veİslam ordularının selameti açısından hakkım olan komutanlıktanferagat ediyor ve sana itaat ediyorum.”[19] sözleriyle ümmetin birliğinin her şeyden üstün olduğunu gösteren ümmet adamı demek idi.
ÜMMETİN EMİNİ, EN GÜVENİLİRİ
EbûUbeyde’nin (ra) meziyetleri saymakla bitmez elbette, ama onun bir meziyetini Allah Resulü (sas) bizlere iletecekti. Yemen tarafından bir grup Resul-i Ekrem’den: “Ya Resûlallah! Bizlere bir öğretmen göndersen de bizlere Kur’ân ve sünneti öğretse” şeklinde bir ricada bulunmuşlardı. Bu ricadan sonra Hz. Peygamber Efendimiz (sas), EbûUbeyde’nin (ra) elini tutarak: “Her ümmetin bir emini vardır, benim ümmetimin emini de EbûUbeyde b. Cerrah’tır” diyerek bu kutlu görevi ümmetin en güvenilir insanına vermişti.[20] Kolay değildi nice güzel sahâbî içinde lisan-ı Nebî’den (sas) bu övgüye mazhar olmak! Buna benzer Nebevî bir övgüyü de hicretin 9. yılı Necran heyeti geldiğinde duymuştu EbûUbeyde (ra). Necran Hıristiyanları kendileri için bir rehber isteyince Hz. Peygamber Efendimiz (sas): “Size ashabım arasından güçlü, sağlam ve emin birini rehber olarak göndereceğim.”[21]diye buyurmuştu. Bu övgüyü duyan Hz. Ömer o kişinin kendisi olmasını: “Allah Resûlü öyle vasıflar dile getirdi ki, ben anılan o vasıflarda olmayı ne kadar da arzu ederdim.” sözleriyle dile getirmişti. Ancak Resûl-i Ekrem (sas) mescide geldi, EbûUbeyde’yi baktı ve: “Gel, Ey Emînü’l-Ümme! Necranlılarla birlikte git ve aralarındaki her türlü ihtilafı adaletle çöz!”[22] buyurarak bu vasıfların EbûUbeyde’ye (ra) ait olduğunu göstermiş oldu.
BİR ODA DOLUSU EBÛ UBEYDE B. CERRÂH!
EbûUbeyde (ra) denilince ashâbın dilinde hep güzel temenniler, hoş sadalar vardı. Ashab içerisinde EbûUbeyde’nin (ra) hayat hikayesi belki de en fazla Hz. Ömer (ra) ile kesişmektedir. Bu güzide birlikteliği göz önünde bulundurursak Hz. Ömer’in duasında neden bir oda dolusu EbûUbeyde b. Cerrâh istediğini[23], onu her fırsatta ‘kardeşim nerede, kardeşim gelmedi mi?’ diye niçin beklediğini,[24] onu ziyaret ettiğinde ‘Dünya hepimizi değiştirdi ama EbûUbeyde’yi asla değiştirmedi’[25] sözünü çok daha iyi anlarız. Yine onun için: “Kureyş’in iki dâhisi vardır; bunlar Ebû Bekir ve EbûUbeyde b. Cerrâh’tır”[26]denilirdi. Abdullah b. Amr b. Âs’ın dilinde: “Kureyş halkı içerisinde üç kişivardı ki; bunların yüzleri güzel, ahlakları noksansız,akılları selim, kalpleri ise metindi. Bu üç kişi, Hz. EbûBekir, Hz. Osman ve EbûUbeyde b. Cerrâh’tır.”[27]diye anılırdı.
BİR KADERDEN, BAŞKA BİR KADERE
Nice güzel insanlar vardı yeryüzünde ve nice güzel insanları alıyordu birer birer kendisine yerin altı! Neredeyse hayatının her safhasında beraber olan EbûUbeyde (ra) ve Hz. Ömer şimdi de hayat hikayesinin son cümlesinde beraber idi. Bir sefer için Tebuk’ta idi iki güzide sahâbî. Tebuk’tan sonra Şam’a gitmek için hazırlanıyorlardı. Ancak Halife Hz. Ömer’e, Şam’da bir veba salığını olduğu haberi geldi. Halife hemen sahâbe ile bu durumu istişare etti ve Şam’a gidilmeden Medine’ye geçme fikri kararlaştırıldı. Bu karar açıklanınca EbûUbeyde (ra) biraz üzülerek Halife Hz. Ömer’e gelerek: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyerek sitem etti. Bu söz üzerine Halife sükûnet içerisinde: “Ey EbûUbeyde! Ben Allah’ın kaderinden yine Allah’ın başka bir kaderine kaçıyorum.” diyerek muhteşem bir cevap verdi. Sadece bu cevapla kalmayıp kardeşinin tatmin olması için bir de örnek verdi: “Ey EbûUbeyde! Şimdisöyle, senin bir miktar develerin olsa ve karşında iki farklıtoprak olsa. Bu topraklardan biri yeşillikleri bol, diğeriise kupkuru ise sen bu develerini alıp otlağı bol bir yerdeotlatsan Allah’ın kaderi ile bu işi yapmış olur musun?Yok, develerini alıp çorak toprağa gitsen yine kadere görehareket etmiş olur musun?”[28] Bütün bu söylenenlere rağmen EbûUbeyde’nin (ra) kaderi, eceli onu çağırmıştı. AmvâsTâunu diye isimlendirilen veba salgınında EbûUbeyde b. Cerrâh (ra) ve birçok İslam askeri Allah’ın kaderinden kaçamamıştı.[29] Gözü Şam taraflarında olan Hz. Ömer (ra) kardeşine gitmek istiyordu. Ancak Abdurrahman b. Avf (ra), ona Allah Resûlü’nün (sas) şu hadisini aktarmıştı: ““Bir yerde veba salgının olduğunu duyarsanız,sakın oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuzyerde salgın yayılmışsa sakın oradan da dışarıyaçıkmayınız.”[30]Bu hadisle beraber eli-kolu bağlanan halife Şam tarafına bakarak: “EyKardeşim! Eğer Allah Resûlü’nünşu sözü olmasaydı,işin sonunda ölüm dahi olsa ben senin yanına gelirdim.” diyor ve hüzünleniyordu. EbûUbeyde’ye mektup gönderiyor gelmesi için, ama EbûUbeyde (ra), Hz. Ömer’den özür dileyerek dönemeyeceğini söylüyordu. Bu cevap karşısında hıçkırıklarla ağlayan Halife Hz. Ömer’e, EbûUbeyde öldü mü diye sorduklarında: “Hayır vefat etmedi ama ölüm ona o kadar yakın ki o şimdi vefat yolundadır.”[31] diyordu. O vefat haberi gelmiş ve ashâb gözyaşlarına boğulmuştu.
ÖYLE BİRİNİ KAYBETTİNİZ Kİ…
Son görev yerine getirilecekti Muaz b. Cebel’in imametiyle. Muaz b. Cebel (ra) gözyaşları içerisinde namazı kıldırmış ve arkasında bulunan cemaate dönerek: “Ey İnsanlar! Allah’asamimi bir halde ve ihlas üzere tevbe ediniz ki Allah datevbelerinizi kabul etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Vallahi!Bugün siz öyle birini kaybettiniz ki onun ikinci bir emsali yoktur. Ben ondan daha dindar, daha temiz ve daha merhametli birini görmedim. O, şüpheli şeylerden uzak duran, halka muhabbeti ve hayırları fazla olan biriydi…”[32]diyerek en sevgili dostunu hayırla yâd ediyor, en sevgili olan Rahman’a yolcu ediyordu.
Âleme nice güzel sözler, hareketler, ameller bıraktı EbûUbeyde b. Cerrâh. Ancak içlerinden bir tanesi var ki kaç asırdır tazeliğini korumaktadır. EbûUbeyde (ra), o taze mesajını şiirinde şu şekilde ifade ediyor:
Nice elbiseleri/dışları temiz gibi görünenler,
Çoğu kez dinlerine/özlerine zarar verdiler.
Nefislerini yüceltenler,
Ancak kendilerini alçaltanlardır.
Geçmiş günahların pasını
Ancak yeni hasenât (iyilikler) temizler.[33]
Selam olsun EbûUbeyde’ye (ra), selam olsun onun yolundan giden EbûUbeydelere…
[1] Detaylı bilgiler için bkz. Önkal, Ahmet, “EbûUbeyde b. Cerrâh”, DİA, X, 249-250.
[2]Belâzürî, Fütûhu’l-Büldan, s. 691, 692.
[3]Yıldırım, Muhammed Emin, Emînü’l-Ümme/Ümmetin Emini EbûUbeyde b. Cerrâh,s.34.
[4]Yıldırım,s. 35-36.
[5] Mücadele, 58/22.
[6]İbnKesîr, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azîm, IV, 66; Vâhidî, Esbabü’n-Nüzûl, s. 296.
[7]İbn Hacer, el-İsabe, II, 978.
[8]İbnHişam, Sîre,I, 345-353; Belâzürî, Ensabü’l-Eşraf, I, 198-227.
[9]İbnSa’d, Tabakat, III, 410.
[10]İbn Habib, el-Muhabbar, s. 70, 71.
[11]İbnHişam, Sîre, II, 245.
[12]Vakıdî, Kitabü’l-Meğazî, I, 246, 247; İbnSa’d, Tabakat, III, 410; Hâkim, el-Müstedrek, III, 27.
[13]Yıldırım, s. 85.
[14]İbn Esir, Usdu’l-Ğabe, III, 126.
[15]İbnHişam, Sîre, III, 233; Vakıdî, Kitabü’l-Meğazî, II, 612.
[16]Vakıdi, Kitabü’l-Meğazî, II, 612.
[17]Yıldırım, s. 90.
[18]İbnSa’d, Tabakat, II, 131.
[19]İbnHişam, Sîre, IV, s. 272; İbn Esir, el-Kâmil, II, 232.
[20]Buhârî, Fadâilu’s-Sahâbe, 21; Müslim, Fadâilu’s-Sahâbe, 53; İbn Hacer, el-İsabe, II, 977, 978.
[21]Buhârî, Fadâilu’s-Sahâbe, 21; Müslim, Fadâilu’s-Sahâbe, 55.
[22]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 18.
[23]İbnSa’d, Tabakat, III, 413.
[24]Yıldırım, s. 124.
[25]İbnAsâkir, TârihuMedinetiDımeşk, VII, s. 165.
[26]İbnAsâkir, TârihuMedinetiDımeşk,VIII s. 734.
[27]İbn Hacer,el-İsabe, II, s. 979.
[28]İbnSa’d, Tabakat, II, s. 283.
[29]İbnAsâkir, TarihuMedinetiDimeşk, III, s. 167.
[30]Buhârî, Tıb, 30; Müslim, Selam, 98.
[31]Taberi, Tarihü’l-Ümemve’l-Mülûk, IV, s. 61.
[32]Hâkim, el-Müstedrek, III, 264.
[33]Dımaşkî, Subuhu’l-Huda, XI, 322.