İsim deyince, tek başına kullanıldığında müsemmasını, yani o ismin alem olarak verildiği kişiyi ya da şeyi akla getiren remiz ve semboldür. Bir varlığın genellikle bir tek ismi olur. Bu anlamda elbette Resûlullah’ın tartışmasız tek ismi Muhammed’dir (Aleyhi’s-salatüve’s-selam). Bununla birlikte onun belirleyici bir vasfı olup ismi olarak bilinen pek çok özelliği vardır. Ayrıca tek başına/mutlak olarak zikredildiğinde onu akla getirmese bile onun için kullanıldığında onun bir özelliğini anlatan ve yine isim denmiş olan vasıfları vardır. Bazıları Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen bu vasıfların çoğu onun ismi olarak anılagelmiştir. Oysa onlara isim denmesi mecazdır, çünkü hakikatte bunlar vasıftırlar.
Sırf Resûlullah’ın (sas) isimleri konusunda onlarca kitap yazılmıştır. Pek çok kitap içerisinde de onun isimleri için özel bölümler vardır.
Bazı müellifler Allah’ın 99 ismine karşılık Resûlullah’a da 99 isim bulmuş, hatta bunları beraber basmışlardır. Allah’ın bin ismi vardır diyenlere karşılık Resûlullah için de bin isim bulanlar olmuştur. Ancak bu tevafukun naslarda bir aslı yoktur, bunlar insanların onda bulunan vasıflara bakarak söyledikleri şeylerdir. Bu durum Resûlullah’ı olduğundan farklı gösterip onu Allah ile bir yakınlaştırma, bir benzetme anlamına da gelebileceği için sakıncalıdır. Hıristiyanların teslisine/üçlemesine karşılık bir tesniye/ikileme olarak görülebilir. Gerçi bir düşünürümüzün dediği gibi, Hz. Muhammed’i ulûhiyet derecesine çıkarmadıktan sonra övgü sadedinde onun için her ne derseniz deyin mübalağa etmiş olmazsınız. Ama buna karşılık Resûlullah’ın bizzat kendileri, ‘Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övgüde aşırı gittikleri gibi siz de beni övgüde aşırı gitmeyin. Ben Allah’ın bir kuluyum; bana sadece Allah’ın kulu ve resulü deyin” (Buhârî) buyurmuşlardır. Demek ki, Resûlullah’ı kendimiz uygun gördüğümüz vasıflarla isimlendirmek tehlikeli ve yanlış olabilir. Onu Kur’ân-ı Kerim’de ya da bizzat kendileri ne ile vasıflamışsa onunla övmek en doğrusudur. Ümmetin genel kabul gösterdiği vasıflarla anmakta da bir sakınca olmamalıdır.
Muhammed
Resûlullah’ın asıl ve tek ismidir. O Kur’ân-ı Kerim’de dört yerde bu isimle anılır. Övülecek pek çok vasfı olan demektir. Dünyada şu anda en çok kullanılan isimdir. Bir makalede, belki biraz abartılı olarak şu anda dünyada Muhammed isimli 130 milyon insanın olduğunu okumuştum.
Ahmed
Yine Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen ve Hz. İsa’nın ‘ben, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberin müjdecisiyim’ dediği ismidir. Bu sebeple Ahmed onun İncil’deki ismi sayılır. Anlamı; Allah’ı en çok hamd eden, ya da insanların onu övdüğünden daha çok Allah’ı öven, veya insanlar içeresinde övgüye en layık olan demektir. Muhammed ile aynı köktendir. Aralarındaki fark şudur. Muhammed kendi içinde övülmeye layık pek çok haslet bulunduran, Ahmed ise diğer insanlardan daha çok övülendir.
Mâhî
Küfrün imhası için gönderilmiş elçi.
Hâşir
İnsanların ayakucunda haşr olunacağı zat. Ya da ondan sonra artık haşr vardır, başka peygamber yoktur. Bazıları bunu Allah’ın isimlerinden sayarlar ama bu doğru değildir. İnsanları haşredecek olan Allah olsa bile O’nun her fiilinden O’na bir isim üretmek caiz olmaz. Mesela ‘güldüren Allah’tır, ağlatan da’ ayetinden Allah’ın güldüren demek olan Mudhik ya da ağlatan demek olan Mübkî diye bir ismi vardır denemez.
Âkıb
Peygamberlik silsilesinin sonu. Hâtemü’l-enbiya ile aynı anlamdadır. Bu beş ismi bizzat Resûlullah Efendimiz zikreder. Bununla en meşhur olan isimlerini kast etmiş olmalıdır. Çünkü yine o kendisi için başka isimlerden/vasıflardan da söz eder.
Mesela diğer sahih bir hadisi şeriflerinde de buna şunları da ekler:
Mukaffî
Peygamberlerin sonu, sanki son kafiye.
Nebiyyü’t-tevbe
Hem kendisi çok tövbe ve istiğfar eden, hem de bütün insanlara tövbe kapısının açık olduğunu bildiren.
Nebiyyu’r-rahme
Sadece insanlara değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen.
Nebiyyü’l-melhame
Melhame savaş ve cihat demektir. Gerektiğinde zalimlere karşı savaşmasına izin verilen.
Mustafa
Sanıldığı gibi Resûlullah’ın bir ismi değil, isim haline gelmiş bir vasfıdır, seçilmiş demektir.
Mahmud
Mahmud da böyle bir vasıftır. Onun Tevrat’taki isminin de Mahmud olduğu söylenir. Muhammed ile aynı anlamdadır, ancak Muhammed ismi övgüde daha ileridir.
Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen isimleri
Nûr
“Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi” (Mâide 5/15) dendiğine göre demek ki NûrResûlullah’tır. Çünkü insanların yollarını aydınlatır.
Şu ayeti kerime onun altı vasfını/ismini birden zikreder, ayrıca onun nur olduğuna işaret eder: “Ey Nebi, biz seni Şahit, Mübeşşir, Nezir (Uyarıcı),Dâiile’llah/ Allah’a O’nun izni ile davet eden bir davetçi, SiracenMüniran/ Nur saçan bir kandil olarak gönderdik” (Ahzâb 33/45, 46).
Münir kelimesi daha çok Ay için kullanılır. Sanki Resûlullah da nurunu ve bilgisini Allah’tan aldığı için ışığını Güneşten alan Ay gibi bir aydınlatıcıdır.
Beşîr
Beşîr ismi de Mübeşşir anlamındadır: Müjdeleyici, Allah’a inananları cennetle müjdeleyen demektir.
Münzir
Münzir de Nezîr ile aynı anlamdadır, her ikisi de uyarıcı, Allah’ı inkâr edenleri cehennemle korkutup uyaran demektir.
Şehit ve Şahit
İkisi de yaklaşık aynı manadadır. İnanan ve inanmayan ümmetin durumunu gözetip onların şahidi olacak olan, ya da onlara İslam’ın canlı bir örneği olan demektir.
Habîr
Bilerek konuşan, haberdar olan (Furkan 25/59).
Raûf ve Rahîm
Ümmetinin şefkatle üzerine titreyen, çok merhametli (Tevbe 9/128). Bu iki isim aynı zamanda Allah’ın isimlerindendir. Allah onu kendi isimleriyle bizzat kendisi isimlendirmiştir.
Hâdi
Hidayete vesile olan (Şûra 42/52). Kur’ân-ı Kerim’deki kullanılışına göre hidayetin iki anlamı vardır: Hidayeti bizzat yaratan, veren. Bu anlamda Hâdi sadece Allah’tır. Hidayete vesile olan. İşte bu anlamda Resûlullah da Hâdi’dir.
Zikr
Hatırlama vesilesi olan (Talak 65/10-11). Bu ayette geçen ‘zikir’, rasul’den bedel olarak aynı şeydir diye anlayanlar; Kerim ve Mekîn (Tekvîr 81/19) vasıflarının da zikr gibi bir teville Resûlullah için kullanıldığını söyleyenler vardır.
Müzekkir
Çokça hatırlatan (Ğaşiye 88/21). Zikr ile aynı köktendir.
Resul ve Nebi
Her ikisi de peygamber/elçi demektir. Kur’ân-ı Kerim’de pek çok ayette geçerler (Mesela: Araf 7/157). Aralarında şöyle bir fark vardır: Resul, bir risaletle, yani yeni bir kitapla gelen ve aynı zamanda nebi olan peygamberdir. Nebi, ise, yeni bir kitap getirmese bile Allah’tan bir görevlendirme, bir nebe’/haber ile gelen peygamberdir. Böyle olunca bütün resuller aynı zamanda nebidirler, ama her nebi resul değildir. ResûlullahKur’ân-ı Kerim’de ‘nebilerin sonu’ diye vasıflandığına göre aynı zamanda resullerin de sonu olmuş olur.
Müzzemmil
(Müzzemmil 73/1), ve Müddessir (Müddessir 74/1), Bu iki kelime de peş peşe gelen iki surede Resûlullah için birer vasıf/isim olarak kullanılmıştır. Müddessir, disar, yani kaftan gibi bir dış elbiseye bürünen, Müzzemmil ise her hangi bir örtüye bürünen demektir. Vahyin ilk günlerinde Resûlullah Efendimiz (sa) örtüsüne büründüğü için ona ‘ey Müzzemmil, ey Müddesir’, yani ey örtüye bürünen diye hitap edilmişti.
Rahmetenli’l-âlemîn
Bütün âlemlere rahmet (Enbiya 21/107)
Bu vasıflar bizzat Kur’ân-ı Kerim’de açıkça Resûlullah (sa) için vasıf olarak kullanılmış, ya da ‘zikir’ gibi yine Kur’ân-ı Kerim’de bulunup, bununla onun kastedildiği anlaşılmış ve meşhur oldukları için bunlara onun isimleri denmiştir. Yoksa Nevevî’nin dediği gibi bunların hepsi aslında onun birer vasfından ibarettir. Ama isim denmesinde de bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu vasıflar onda adeta somutlaşmıştır. Onu bu vasıflarıyla tanımak aynı zamanda olduğu gibi tanımak demektir. Yani bunları bilen Resûlullah’ı büyük ölçüde tanımış olur.
Bir kısmı Hadisi Şeriflerde de bulunan ve ümmetin onun için uygun gördüğü diğer isimleri
Seyyidüveled-i Âdem
O, ‘övünmek için söylemiyorum, ben Âdemoğlunun efendisiyim’, buyurmuştur (İbnHibban, sahih).
Mütevekkil
Allah’a hakkıyla tevekkül edip güvenen.
Fatih
İnsanların gözünü gönlünü, aklını açan, cennete giden yolu ve de ülkeleri İslam’a açan.
Emîn
Allah’ın güvenip vahiy verdiği, yerde ve gökte herkesin güvendiği, kendisinden bir kötülük gelmeyeceğinden emin olunduğu kimse. Bu vasıf Kur’ân-ı Kerim’de pek çok peygamber için kullanılır ve bütün peygamberlerin ortak özelliğidir.
O ayrıca şu vasıflarla da isimlenir
Ebul Kasım: Bu onun lakabıdır, Kasım’ın babası demektir. Tevrat’ta Ebu’l-eramil, dul kadınların babası diye bir lakabının daha olduğundan bahsedilir.
Er-Rahmetü’l-mühtâd
Allah’ın lütfu ile rahmet kılınan
Habibu’r-Rahman
Rahman olan Allah’ın sevdiği elçi
Muhtar
Allah’ın seçtiği elçi.
Mücteba
Allah’ın seçtiği elçi.
Mustafa
Mustafa da aynı anlamdadır.
Sâdık
Sözünde ve özünde doğru ve dürüst, sadakat sahibi.
Masdûk
Doğru ve dürüst kılınan, dürüstlüğü müsellem.
Musaddık
Allah’tan aldığı bilgileri kendisi hemen tasdik eden.
Bürhan
Allah’tan gelen mukni delil
Sahibu’ş-şefaa
Şefaat etme hakkı verilecek olan
Şefî
Aynı anlamda
Müşeffa’
Aynı anlamda
Sahibu’l-makami’l-mahmud
Kıyamette yüce şefaat makamının sahibi.
Sahibu’l-vesile
Cennetteki en üstün makamın, ya da şefaat makamının sahibi
İmamü’l-müttekîn
Takvalıların imamı, en önde olanı
Seyyidü’l-mürselin
Peygamberlerin efendisi
Kâidü’l-ğurri’l-muhaccelin
Kıyamette yüzleri nurlu müminlerin öncüsü
Hâtemu’n-nebiyyin
Nebilerin sonuncusu
Kademu-sıdk
Her işi sadakat üzre olan
El-Urvetü’l-vüskâ
Tutunulacak en sağlam kulp
Es-Sıratü’l-müstakîm
Doğru yolun ölçüsü
En-Necmü’s-sâkıb
Küfrü yarıp dağıtan yıldız
Muslih
Islah eden, düzeltmek için gönderilen
Tahir
Günahlardan ve kirlerden arınmış
Halilü’r-Rahman
Allah’ın dostu
Sahibu’l-Liva
Kıyametteki Liva adlı sancağın sancaktarı, sahibi.
Müfessir İbnü’l-Arabi bunlara şu vasıfları da ekler:
Müslim, Mübeyyin, Abd,İmam, Muhacir, Âmir/Nâhi; Emreden, Nehyeden,
Tayyib, Kerim,Muhallil/Muharrim; helal ve haram kılma izni olan,
Mansûr, Üzün’ü-hayr, Sâni-isneyn, Rafi’/vâdı’, Mücîr, Me’mun, Kâsım, Nakîb, Aliy, Hakîm, Abdullah…