Bazı coğrafyacılar tarafından genel bir tanımlama ile Mekke’den on küsur mil uzaklıkta bir vadi, bazı tarihçiler tarafından ise iki veya üç gecelik bir mesafede bir vadi olarak tarif edilir. Hemedânî, SıfatüCezîreti’l-Arab adlı eserinde Huneyn’i Mekke ile Karn arasında bir yer olarak tanımlar. Ebû Ubeyd el-Bekrî ise ilk vahyin geldiği yer olan Hirâ Dağı’nın, Mekke-Huneyn yolu üzerindeki tek dağ olduğunu belirterek Mekke’den Huneyn’e uzaklığın on iki mil kadar, bir başka yerde ise on üç mili aşkın bir mesafe kadar olduğunu zikreder.
Bazı tariflerde Huneyn, Tâif yakınlarında bir vadi olarak gösterilir. Hatta bu yüzden Huneyn’iTâif’in vadisi olarak niteleyen coğrafyacılar da bulunmaktadır. Cahiliye döneminin önemli panayırlarından birisi olan Zülmecâz’a yakın olduğu şeklindeki tarifler, muhtemelen cihet bildirmek üzere kullanılmıştır. Nitekim Zemahşerî, el-Cibâlve’l-Emkine adlı eserinde Huneyn’i, Zülmecâz cihetinde bir vadi olarak göstermektedir. Huneyn’in, Kakkab Dağı’nın eteklerine denk gelen Zülmecâz’ın güneyine düşen istikamette yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda tarifin genel hatlarıyla yapılan bir tanımlama olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüz coğrafyacılarının tanımlaması Mekke’nin doğusunda yaklaşık olarak otuz kilometre mesafede Mekke-Tâif yolu üzerinde bir vadi olduğu şeklindedir. Günümüzde bu bölge Şerâi‘ adıyla anılmaktadır. Seylülkebîr ile Sadr adlı iki vadinin birleştiği yerde uzunluğu beş kilometreyi geçen geniş ve büyük bir vadi olduğu söylenmektedir. Bununla birlikte Huneyn’in yerini tespit hususunda farklı görüşler de bulunmaktadır.
Huneyn’in, ismini, en eski Arap kabilelerinden birisi olan AmalikalılardanHuneyn b. Kâyine b. Mehyâîl’den aldığı söylenir. Huneyn isminin bir su kaynağının ismi olduğunu ileri sürenler olduğu gibi bölgeye verilen bir isim olduğunu düşünenler de bulunmaktadır. Bir su kaynağının ismi olduğunu ileri sürenler ismi eril (tezkîr), bölge ismi olduğunu ileri sürenler ise dişil (te’nîs) kalıplarla kullanırlar. Huneyn’de su kaynaklarının bulunduğu ve bu su kaynaklarının bolluğu sebebiyle bunların bir kısmının zaman içinde Mekke’ye doğru akıtıldığı şeklinde kaynaklarda yer alan bazı bilgiler, ismin su kaynaklarından geldiği görüşünü teyit etmektedir. Günümüzde Huneyn Vadisi olarak sunulan bazı fotoğraflarda -eğer Huneyn Vadisi olduğu doğruysa- vadideki sellerden korunmak için eskiden yapılmış olan bazı köprü kalıntıları dikkatleri çekmektedir.
Huneyn Gazvesi’ne Sahne Olan Vadi
Huneyn Vadisi ile ilgili kaynaklarda yer alan bilgilerin oldukça sınırlı olduğu söylenebilir. Tarihin akışı içinde bazı yer isimlerinin ve mekânların karşılıklarının kaybolduğu veya yer değiştirdiği bilinir. Huneyn Vadisi’nin yeri de bu çerçevede zikredilebilecek mekânlardan birisidir. Hz. Peygamber’in bizatihi savaştığı son gazvesi olmasına ve Mekke’ye oldukça yakın bir yerde bulunmasına karşın Huneyn Savaşı’nın gerçekleştiği yer tam olarak tespit edilememiştir. Bugün Mekke’nin doğusunda Huneyn Vadisi olarak gösterilen yer, özellikle savaşla ilgili sahneler ve bir takım detaylar göz önünde bulundurulduğunda yeniden incelenmek zorundadır ve yerin tespit edilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç duymaktadır. Klasik kaynaklardaki anlatımları göz önünde bulunduran Muhammed Hamidullah, Huneyn Vadisi’ni Tâif yönünde, Mekke’nin kuzeydoğusunda aramanın daha doğru olacağını ileri sürer. Nitekim günümüz araştırmacılarından Mehmet Apaydın, Mekke çevresinde yerinde yaptığı incelemelerde aynı görüşe sahip olmuştur. Kendisinden aldığımız bilgiler çerçevesinde Mekke’ye yaklaşık yetmiş kilometre mesafede tahmin ettiği vadi, savaşla ilgili kaynaklardaki anlatımlara daha uygun düşmektedir. Apaydın’ın tespitlerine göre Mekke-Huneyn arası yetmiş, Mekke-Evtâs arası seksen, Evtâs-Huneyn arası ise on yedi kilometre kadardır. Kaynaklardaki bilgilerle yerinde yaptığı tespitler neticesinde ulaştığı sonuçlar, en kısa zamanda okuyucu kitlesiyle buluşmayı beklemekte ve büyük bir övgüyü hak etmektedir.
Huneyn Vadisi’nde kendileriyle savaş yapılan Hevâzin ve bazı kaynaklara göre onların en önemli kollarından birisi olduğu ileri sürülen Sakîflilerin büyük bir kısmı Mekke ile Necid arasında, bir kısmı da Tâif’in güneyindeki bölgelerde göçebe olarak yaşardı. Hevâzin’e mensup olduğu söylenen ve Tâif’te yerleşen Sakîf ise şehir hayatına uyum sağlamıştı. Hevâzin’in Hz. Peygamber’in sütannesinin kabilesi olması hasebiyle meşhur olan bir kolu da BenûSa‘d idi. İslâm öncesi dönemde KaysuAylân’a mensup Hevâzin kabilesi ile Kinâne’nin bir kolu olan Kureyşliler arasındaki bir niza sebebiyle ficâr savaşı çıkmış, Hz. Peygamber de genç yaşlarındayken bu savaşlardan birine katılmıştı.
Mekke’nin fethine kadar geçen süre içerisinde Hz. Peygamber Hevâzin kabileleri üzerine birkaç seriyye gönderdi. Ancak asıl çatışma Mekke’nin Fethi’nden sonra yaşandı.
Mekke’nin Fethi ve Hevâzinlilerin Saldırı Hazırlıkları
Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra Mekke çevresindeki ticaret yollarıyla ilgili güvenlik kurallarını ihlal eden Hevâzin kabileleri Hz. Peygamber’in hedeflerinden biriydi. Aslına bakılacak olursa Mekke’nin fethi hazırlıkları esnasında seferin Hevâzin topraklarına yapılacağı kanaati her iki tarafta da mevcuttu. Hevâzin kabilesinin genç lideri Mâlik b. Avf, Mekke’nin fethinden önce bir takım savaş hazırlıkları yapmış vaziyetteydi.
Hevâzin ve Sakîf kabileleri Mekke’nin fethinden sonra kendilerine yönelecek olan tehlikeyi göz önünde bulundurarak Huneyn yakınlarındaki Evtâs’da toplanmaya başladı. Başlarında Mâlik b. Avf bulunuyordu. Evtâs’a kadın, çocuk, mal ve hayvanları da getirmişti. Resûlullah’ın sütannesi Halîme’nin mensup olduğu BenûSa‘d da savaşa katılmıştı. Diğer bazı kolların da katılımıyla oldukça güçlü ve büyük bir ordu teşekkül etmişti. Hz. Peygamber Hevâzin ve Sakîf kabilesinin büyük bir ordu topladığını haber aldı. Mekke’nin fethinden on yedi gün sonra 12.000 kişilik bir orduyla yola çıktı (27 Ocak 630). On bin kişilik fetih ordusuna Mekkelilerden de iki bin kişi katılmıştı. Onların büyük bir kısmı savaştan ganimet almak için orduya katılmıştı. Savaşa Mekkeli kadınlar da katıldı. Onlar da ne olup bittiğini görmek istiyorlardı.
Hz. Peygamber savaş için henüz müşrik olan Safvân b. Ümeyye’den zırh, silah ve para ödünç aldı. Ayrıca amcasının oğlu Nevfel b. Hâris’ten ve Abdullah b. EbûRebîa, Huveytıb b. Abdüluzzâ gibi kişilerden de silah ve para desteği alarak savaştan sonra bunları ödedi.
Hz. Peygamber, Mekke’den ayrılırken Attâb b. Esîd’i yönetici, Muâz b. Cebel’i de muallim olarak tayin edip yola çıktı. Mekke’den Huneyn’e doğru giderken yol üzerinde Kureyşlilerin ve diğer Arapların ZâtüEnvât adını verdikleri büyük, yeşil bir ağacın bulunduğu yerden geçildi. Kureyşliler her sene bu ağacın bulunduğu yere gelerek onu tazim eder, silahlarını onun üzerine asar, dibinde kurban keser ve bir gün boyunca orada ibadet ederlerdi. Müslümanlar Hz. Peygamber’den ZâtüEnvât gibi bir yer belirlemesini istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Benden Musa’dan istenilen şeyi istediniz. Ona, bizim için onların ilahı gibi bir ilah belirle, demişlerdi. Musa da kavmine siz kuşkusuz kara cahilsiniz, demişti.” şeklinde cevap vererek düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğunu ifade etti.
Aldatan Gurur
Huneyn’e doğru yol alırken Mekke’nin fethini gerçekleştirmiş olmaları sebebiyle İslâm ordusunda tam bir güven hâkimdi. Bazı kişiler ordunun büyüklüğüne bakarak bu ordu asla mağlup olmaz, dedi. Çoklukları kendilerine güven vermiş, gurura kapılmalarına neden olmuştu.
Huneyn Gazvesi’ne katılan ordunun sayıca çokluğuna bakan bazı Müslümanların “Bu ordu asla yenilmez” demesine karşınHuneyn Vadisi’nde yapılan savaşta oldukça zor anlar yaşamaları üzerine şu ayetler nâzil olmuştur: “Allah size birçok yerde yardım etti, Huneyn’de de… Huneyn’de çokluğunuzun sizi gurura sevk ettiğini, fakat bu gururun hiçbir işe yaramadığını, tüm genişliğine rağmen dünyanın size dar geldiğini ve savaştan kaçtığınızı unutmayın.”Tevbe 9/25.
Kur’ân-ı Kerîm’de Adı Geçen İki Gazveden Biri
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber tarafından düzenlenen gazvelerle ilgili birçok atıf bulunmasına karşın bizatihi ismi zikredilen iki gazve söz konusudur. Bunlardan birisi Bedir, diğeri ise Huneyn’dir.Huneyn kelimesi biraz önce de işaret edildiği üzere Tevbesûresinin 25. âyetinde geçmektedir. Huneyn Gazvesi, kaynaklarda Hevâzin Gazvesi (YevmHevâzin) olarak da yer almaktadır. Ancak bu isim yaygınlık kazanmamıştır. Evtâs ise ayrıca müstakil olarak zikredilmektedir.
Evtâs’ta toplanan Hevâzinliler Mekke’ye doğru ilerlerken Hz. Peygamber onları Huneyn Vadisi’nde karşıladı ve savaş orada cereyan etti. Hz. Peygamber 31 Ocak 630 Çarşamba günü Huneyn Vadisi’ne ulaştı. Bazı anlatımlara göre Perşembe sabahı Hâlid b. Velîd kumandasında yüz kişilik öncü bir birlik vadiye girdi. Hevâzinlilerin oklarına maruz kaldı. Öncü birliğin dağılması ve geriye çekilmesi sebebiyle bir karmaşa yaşandı ve İslâm ordusu vadide dağıldı. Bu rivayet grubunu dikkate alanlar, Huneyn Vadisi’nin yerini belirlerken, ani saldırının gerçekleşebileceği boğazları, yükseltileri ve geçitleri bulunan bir yer aramaktadır. Dolayısıyla Huneyn Vadisi olduğunu ileri sürdükleri yeri bu şartlara uygun olan yerlerde aramaktadır. Ancak Huneyn Savaşı ile ilgili farklı anlatımlar da bulunmaktadır.
Musa b. Ukbe’nin anlatımına göre Huneyn Vadisi’ne gelen ve konaklayan Hz. Peygamber savaştan bir gün önce Hevâzinlilerin arasına İbnEbûHadred adında bir sahabîyi casus olarak gönderdi ve Mâlik b. Avf’ın stratejisini öğrendi. Hz. Peygamber Müslümanlara boz katırının üzerinde hitap ederek onları savaşa teşvik etti. İki ordu karşılaştığında şiddetli bir mücadele yaşandı. Bir müddet sonra İslâm ordusu geriye çekilmeye başladı. Hz. Peygamber’in etrafından yüz kadar kişi kaldı. Bu anlatıma göre Huneyn Vadisi’ne giriş, bu giriş esnasında ani baskın ve bu yüzden yaşanan bir karmaşa söz konusu değildir.
Bu dağılma esnasında Hz. Peygamber ellerini Allah’a açarak Allah’a şöyle dua etti: “Allahım! Bana vaat ettiğin şeyi istiyorum. Allahım! Onları bizi karşı üstün kılma.” Ardından ashabını teşvik ederek onlara şöyle seslendi: “Ey Hudeybiye’de biat edenler! Allah adına! Allah adına! Nebinize geri dönün!” Şöyle söylediği de söylenir: “Ey Allah’ın ve Resûlünün yardımcıları! Ey Hazrec oğulları!” “Ey Akabede beyat eden ensar! Ey Rıdvân ağacının altında biat eden ashab!..”
Rivayetlerde Hz. Peygamber’in etrafında yer alarak sebat edenler arasında Abbas b. Abdülmuttalib, EbûSüfyân b. Hâris, Ebû Bekir, Ömer, Ali, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Mes‘ûd, Ca’fer b. Hâris, Kusem b. Abbâs, Fadl b. Abbâs, Eymen b. ÜmmüEymen zikredilir.
Bozgun esnasında Müslümanlarla birlikte savaşa katılan Mekkeli müşrikler ileri geri konuşmaya başladılar. Kureyşlilerden bazıları Müslümanlar tamamen yenileceklerdir, bu hezimetin altından kalkamazlar, demiştir. Şeybe b. Osman gibi Hz. Peygamber’le sefere katıldığı halde HevâzinlilerinKureyşlilere galip gelmesini arzu eden kişiler bulunuyordu. Bozgun esnasında henüz gönülleri İslâm’a ısınmamış, zorla İslâm’ı benimsemek zorunda kalmış olan kişiler ileri geri konuşmaya başladı. Dağılan ordu sahile kadar kaçar, bugün sihir bozuldu, gibi cümleler konuşulmaya başladı.
Toparlanma
ve Zafer
Ashab, Hz. Peygamber’in çağrısı üzerine tekrar toplanıp saldırıya geçti. Bu durum ayet-i kerimede şu şekilde anlatılır: “Dağılıp kaçmanızdan sonra Allah, Resûlünün ve müminlerin üzerine sekînet ve huzur indirdi ve sizin görmediğiniz ordular gönderdi. İnanmayanları cezalandırdı. İnanmayanların sonu işte budur.” Tevbe 9/26.
Bu toparlanmadan sonra Hevâzin ve Sakîf kabilelerinden oluşan ordu dağılmaya başladı. Kadınlar ve mallar ele geçirildi. Mâlik b. Avf kavminin önde gelenlerinden bazı insanlarla kaçarak Tâif Kalesi’ne sığındı. Bir gurup Evtâs’a doğru geri çekildi. Hz. Peygamber Evtâs tarafına Ebû Âmir el-Eş’arî’yi gönderdi. O, başarı sağladı, ancak şehit düştü. Komutayı yeğeni EbûMûsa el-Eşarî aldı ve pek çok ganimetle Resûlullah’ın yanına geldi. Hz. Peygamber’in sütkardeşi ŞeymâbintHâris bu esirler arasındaydı. Hz. Peygamber sütkardeşine hürmet gösterdi. Kendisini İslâm’a davet etti. Kabul edip etmediği hakkında bilgi bulunmamaktadır.
Bu savaşta Müslümanlardan 150-200 kadar Müslümanın şehit olduğu, müşriklerden ise 300 kişinin öldüğü rivayet edilir.
Hz. Peygamber Tâif kuşatmasını kaldırarak Ci‘râne’ye geldi. Hz. Peygamber Ci’râne’de esir edilen insanların bağışlanması için yapılan talepleri kendi adına kabul etti. Müslümanlar onu izleyerek ellerindeki esirleri serbest bıraktılar. Taşınabilir mallardan elde edilen ganimetlerin beşte birini beytülmale ayırdıktan sonra geriye kalanlarını ashaba paylaştırdı.
Savaş esnasında ileri geri konuşan Mekke’nin önde gelenlerine, yani müellefe-yikulûbe hatırı sayılır ihsanlarda bulundu. Bunların sayısının elliyi aşkın olduğu bilinmektedir. Ensâr, Mekke’nin önde gelenlerine dağıtılan bu ihsanlardan dolayı serzenişte bulundu. Hz. Peygamber onlarla özel bir toplantı yaparak kendilerine en zor zamanında yanında yer almaları sebebiyle teşekkür etti. İnsanlar mallarla evlerine giderken, onların kendisiyle Medine’ye dönmesinin yetip yetmeyeceğini sordu.
Ensâr, ganimet dağıtımı hakkındaki konuşmalarından dolayı utandı. Oldukça duygusal bir atmosfer oluştu. Hz. Peygamber, kadîrşinâs bir insandı. Mekke anavatanı olmasına karşın Medinelileri yalnız bırakmadı. Onun bu davranışı Medine’yi İslâm’ın en büyük merkezlerinden birisi yaptı.
Hz. Peygamber, Ci’râne’deki işlerini bitirince ihrama girdi. Bir geceliğine Mekke’ye gelerek umre yaptı ve ertesi gün Mekke’den ayrıldı. Mekke’yi ele geçirmesine ve hac günleri yaklaşmış olmasına karşın müşriklerle birlikte haccetmemek içinMedine’ye döndü. Onun haccı iki sene sonra Veda Haccı olarak gerçekleşecekti.
Hz. Peygamber’in Ebvâ ile başlayan ve Tebük Seferi ile son bulan gazveleri arasında Huneyn, Kur’ân-ı Kerîm’de bizzat isminin zikredilmesi sebebiyle ayrı bir yere sahiptir.
Mekke’nin fethini başarmış bir ordunun Hevâzinlilerin saldırıları karşısında dağılması ve savaş meydanında Hz. Peygamber’i terk ederek kaçışmaları en önemli ibretlerden birisi olarak tarihte yerini almıştır.
Hz. Peygamber’in toparlayıcı çağrısı, ashâbın kısa sürede bir araya gelmesini ve savaşı kazanmalarını sağlamıştır. Huneyn, gurur, aldanma, kaybetme, yeniden toparlanma ve ardından kazanmanın en güzel örneğidir.