Gerçekliğin kilit taşı insandır. Anlayışı, pratiği arkaya bıraktığı tecrübenin niteliği ile insan akışın öznesi durumundadır. İnsanın topluma sunduğu ve toplumdan aldığı kazanım ve kaybedişlerin oranı hiçbir zaman ölçülür olmadığı gibi, etkileşimin çift yönlü akışı kişiden kişiye farklılık gösterir.
Ayrı pratikte yoğrulmanın etkilerinden Müslüman bünyenin etkilenmesi kaçınılmazdır. Gerçekliğin hakikat normlarıyla devrede olmadığı yapılara Müslümanın teslim olması bir yana, direnmesi ve yeni bir gerçeklik adına hayat tarzını söyleminin ilham ettiği ilkeler üzerine kurma zorunluluğu var.
Günümüz dünya gerçekliği kaos ekseninde bilgiyi araçlaştıran insanı kendine yabancılaştıran bir güzergahta yıkıcı bir süreci yaşıyor.
Bu sürece itiraz etmek, yeni bir söylem ve tavırla, varlığı ifsad edici bu gerçekliğin karşısında umut olarak dikilmek müminin varlık nedenidir.
Küresel akışın karşısında önce söylem düzleminde, büyük bir özgüvenle yer alabilmek için İslâm’ın öngördüğü kıvamda donanım ve söyleme uygun şahsiyetli insanlardan mürekkep erdem toplumuna ihtiyaç var.
Öncelikle bu iddialı duruş için özgünlüğümüzün farkında olmaya ihtiyaç var. Seküler dünyaya karşı İslâm’ın hayatı, ölümü ve hesap gününü çelişkisiz bütünleyen değerlerinin önemini kavramak, diriltmek ve bu sayede insanın yabancılaşmasını önleyip özünü harekete geçirme cehdi, büyük önem arzeder.
Üzülerek söylemek gerekir ki İslâm’ın bu bölünmez ufku, küçük küçük pencereler tarafından hümanist gerçekliklerin etkisine ses çıkaramaz, insan ve toplum inşa edemez pozisyona düçar edildi.
İlim irfandan, cehd ilkeden hepsi birden ihlastan uzaklaştı. Mevcut gerçekliğin içinde yer edinme ile yetinmeden rahatsızlık duyulmamaktadır.
İrfanın temsilcisi olduğunu iddia eden yapılar, çağın hastalığı görselliğe can atarken kendilerini şekilcilikte mahkûm eden bir tarzda dünyevîleşmeden rahatsızlık duymayan bir aymazlık iklimini büyük iddialarla ortaya koyuyorlar. Diğer yandan yine İslâm’ın bir diğer penceresinde ilmin mevcut normlarla sorunsuz uyuşmasını büyük bir gayretle sarılan, büyük dünya düzeninin yeşile boyanmış bir vagonu olma tasavvurunun ötesine taşamamaktadır. Bilginin kararsız, parçalı ve sorumluluktan kopuk dolaşıma girdiği bu ahvalde sünnetin devreden çıkarılması, fıkhın bağlayıcılığının etkisizleştirilmesi, aklın egemenliğini artırma ameliyesi olarak dünyevîleştirmenin değirmenine su taşıyor.
Üçüncü bir yaklaşım olan politik çabanın “reel-gerçeklik” adı altında mevcut anlayışları rahatlatan, talepleri doğrultusunda maddî görünürlüklerine katkı sunması, mutlu ve dünyalı bir tarzı kaçınılmaz kılıyor.
Öne çıkan bu üç yaklaşım ve bunların benzer, sayısız alt versiyonlarının en bariz ortak özelliği “huzur” içinde olmalarıdır. İslâm’ın öngördüğü bir dünya için kabul edilemez bu dehşet dengesinin ürünü olarak ortaya çıkan yeni kuşağı suçlayamayız. Örneklikten uzak davranışların cenderesinde aile-camia ve toplum üçgenindeki çarpıklığı tespit eden gencin her şeyi bir tarafa itmesi, kopması, anlık yaşaması ve telkinlere kulak tıkaması daha anlaşılır hale getirir.
Evde söylediği ile iş hayatında çelişen babadan, söylediğinin tersini yapan anneden gencin öğreneceği ne olabilir?
İslâm’ın insanı, toplumun, adil paylaşımlı ihya eden kardeşlik iddiası, bu ölümcül kimliklerin çelişkili davranışları arasında yok olurken söze dökülmesi acıklı ve anlaşılmaz bir durum ortaya çıkarıyor.
Malum “fil tarifini” anlatan kıssada olduğu gibi, her bir grup, kendi anlayışında insanlığın toplanmak zorunda olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Her şeyin açıkça ortaya çıktığı zamanda, böylesi zavallı iddiaların hemen her grup veya görüş tarafından dayatılması düşünsel hayatı kilitleyen ve müminler arası “öteki” icat etmenin nedeni, olumsuz örneği olmaktadır.
Örneklik aslında bir hedef değildir. Daha doğrusu mümince hayatın yaşanmasıyla insanlar tarafından fark edilmek, örnek alınma tek boyutlu değildir. Her Müslüman için Hz. Peygamber’in biricik örnekliğinden sonra peygamberler ve değişik zamanlarda tarihin akışı hayırdan yana düzenleyen ve düzenlemeye çalışan pek çok örneklikten bahsetmek mümkün. Bilgide, tavırda, sadelikte, sabırda vb. vasıfta yaşamış ve yaşamakta olan pek çok örneklikten bahsetme imkânımız var.
Dünyaya egemen olan küresel haz medeniyetine karşı yeryüzünde yegâne itiraz ve ihya potansiyeli sadece İslâm’da mevcut. Bu potansiyelin temsili için örnek insanlara ve topluluğa ihtiyaç her zamankinden daha fazla hissedilmektedir.
İhtiyaç duyulan mümin portresinin yaklaşımının belirtilerini sıralarsak;
- İnsanlığın geldiği aşamadan, küreselliğin seyrinden şikâyetten önce İslâm; hayat, ölüm ve ahiret hesabı güzergâhında bir bütünlük içinde iman, amel çabası içinde düşünceye taşıması önemlidir.
- İslam’ın insana bağışladığı gücün farkına vararak dinin kendine yük değil, kanat olduğu şuuruna varmış olmalı.
- “Dertli” olmalı. Zaferi düşünmeli ancak elzem olanın sefer olduğu bilinciyle imkânlarını seferber etmeli.
- Tek başına ve toplu olarak çalışmaktan ve temsil duyarlılığından uzaklaşmamalı.
- Sünneti hiçe sayan akılcı, her şeyi sünnet gören gelenekçi hurafelere aldırmadan Kitab’ı ve Sünnet’i Hz. Âdem’den günümüze bir tarih şuuru ile taşımalı.
- Kendini kurtarıcı/mehdi gören aydın, şeyh ve benzer gruplara karşı “dengeli/vasat ümmet” şuuru ile tüm müminleri üretken kılan bereketli, feraset yüklü ortak aklın yaklaşımlarını benimsemeli.
- İhtisas konularında emaneti ehli ile buluşturmaya dikkat etmeli.
- İslâm’ı, her konuda, başkasına anlatmadan önce kendine anlatmalı.
- Bilgi ve salih eylemlerini artırarak yürümeli.
- Tefekkürü, tevekkülü bırakmadan nefis muhasebesi yapmaktan geri durmamalı.
- Müslümanlar ve farklı gruplarla ilişkiyi sıhhatli ve verimli diyaloğa ve çabaya taşımalı.
- İslâm coğrafyalarında yer bulan tekfir ve takiyye virüsünden uzak durmalı.
- Âdem’den günümüze “tevhid” kuşağının duru bir ırmak olarak yenilenip gelen bir millet olduğunu ve geçmişte değişik peygamberler döneminde çok sayıda kardeşimiz olduğunu unutmamalı.
- Kardeşliğin kucaklayıcı adil ve merhamet ekseninde hukuku içerdiği unutulmamalı.
- İslam’ın tarihte çok mezhepli ve meşrepli varlığını tevhid çerçeveli bakışla görmeli, “kesrette vahdet” bilincini varlıktan olaylara taşıma duyarlılığı olmalı.
- Etnik kökeni kültür olarak görüp müminlere artı ve eksi değer yüklememeli.
- Dualarında, yaşamış, yaşamakta olan bütün müminleri unutmamalı. Fiili duanın önceliğini hatırda tutmalı.
- Hak bâtıl mücadelesinin kıyamete kadar süreceği gerçeğini ihmal etmeden çok yönlü mücadeleye hazır olmalı. Dünyaya yönelik yüzünde medeniyetler mücadelesinin bütün boyutlarda sürdüğünün bilinciyle rakibi çok iyi tanıyıp artı ve eksi abartıdan kaçınmalı.
- İnsanın kaybedildiği bir dünyada onun izzetini yeniden iade etme çabasını öne koymalı.
Örnek alınacak müminin vasıflarına pek çok ekleme yapmak mümkün. Bütün bu sayılanlar ilave ve artık nitelikler değil, Müslüman olmamızın gerektirdiği duruştan ibaret.
Rabb’im hayrımızı versin