Menü
Halid el-Üveysi
Halid el-Üveysi
Beytülmakdis: İslâm Kimliğinin Mihenk Taşı
Ocak 24, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Mukaddes topraklardan yayılan ve Müslümanların çaresizliğini ortaya koyan son durumda gördüğümüz şeyler; bu toprakların kıymetini, evrensel İslâm kimliğini, Allah, peygamberleri ve hassaten son peygamberi için bu toprakların ifade ettiği önemi tekrar hatırlatmış oldu. Kaldı ki Hz. Peygamber (sas) bizlere Beytülmakdis ehlinin sebatını ve bu durum karşısında ümmetin beceriksizlik ve kifayetsizliğini haber vermiştir. Öyleyse, Müslümanların kimliği hakkında yeniden düşünmesi gereken Hz. Peygamber’in (sas) bu minvaldeki hadisi ile başlamak gerekir. Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden hak yol üzere sebat eden bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer halde kalacaklardır. (Bunun üzerine sahâbe sordular) ‘Onlar nerededirler?’ Allah Resûlü, ‘Onlar Beytülmakdis ve civarındadırlar.’ buyurdu.” [1] Bu hadis-i şerif yalnızca Beytülmakdis ve etrafındaki durumu tanımlamaz; aynı zamanda orada bulunanları sebat etmeleri sebebi ile övgü niteliğindedir. Aynı zamanda onların terkedilmiş olduklarını, adeta ümmetin büyük sayılara ulaşmasının bir işe yaramayışını haykırırcasına günümüzde Gazze ve Filistin’deki sebatın en azından yanında dahi durulmayışını göstermektedir. Hz. Peygamber bir başka hadisinde ümmetin sayıca çok oluşunu “… O gün sayıca çok olacaksınız ancak selin önüne kattığı çerçöp gibi zayıf olacaksınız..”[2] şeklinde anlatmaktadır. Hz. Peygamber’in mezkûr hadisleri günümüzdeki durumu dakik bir şekilde açıklamasından ziyade bizleri derinden sarsmalı, durumun üstesinden gelmeye teşvik etmeli ve Hz. Peygamber’in şeriatinin izzetine layık olan o ümmet olmaya itmelidir. Bu bizim,  İslâm’ın ve Müslüman kimliğinin en kıymetli mekanı Beytülmakdis’i gösteren pusulamızı yeniden ayarlamalıdır.  Öyle bir kimlik ki geçmişten günümüze kadar gelen ve gelecekte de Müslümanların -birileri onun Beytülmakdis ile olan bağını reddetse bile- ahiret gününde sonsuz hayatının bu “Mahşer ve Menşer” yurdu olan topraklara basmadan başlamayacağını bilecek kadar kendisine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir kimliktir. Bir kişi kendi İslâm kimliği ve bu topraklar arasındaki bağlantı noktasında duyarsız dahi olsa o kişinin sorgusu bu topraklarda gerçekleşecektir ve o kişi Aksâ’nın işgali, Gazze’deki soykırım ve ilk kıblesini ve kutsal topraklarını özgürleştirmek için ne yaptığı sorularından kurtulamayacaktır.

Beytülmakdis’in İslâmî Kimliğinin Başlangıcı

Beytülmakdis İslâm’da eşsiz ve çok yönlü bir önemi haiz olması sebebiyle dünyadaki en mukaddes mekanlardan birisi sayılmaktadır. Onun bu kutsiyeti birtakım resûller ve nebiler, tarihi olaylar ve vahye açılan bir kapı olmasından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki onun bu kutsallığı Hz. Peygamber (sas) veya Hz. Ömer ile başlamış değildir, bilakis İslâm’ın ilk peygamberi olan Hz. Âdem’le (as) başlamaktadır. Kur’ân-ı Kerim açıkça insanlar için yaratılmış ilk ibadet merkezinin Mekke’deki Kâbe olduğunu zikretmektedir (Bk. Âl-i İmrân, 3/36). Hz. Peygamber (sas) de hadis-i şerifinde açık bir şekilde Beytülmakdis’in Kâbe’den sadece 40 yıl sonra yaratılmış bir ibadet merkezi olduğunu zikretmiştir.[3] Bunlar Aksâ’yı adeta Kâbe’nin ikiz kardeşi yapmakta ve ikisini de tarihin ilk çağlarından itibaren insanlar için bir tevhid merkezi ve İslâm kimliğinin ayrılmaz parçası kılmaktadır. Evet, o da tıpkı Kâbe gibi zaman içerisinde defaatle zarar görmüş ve yeniden inşa edilmiştir ancak hiçbir zaman Allah’ın evi olma rütbesini yitirmemiştir ve kıyamet gününe kadar da bir mescit olarak kalacaktır. Dahası; ölümden sonraki hayat noktasında Aksâ ve Beytülmakdis’in insanların toplanma ve haşrolma mekanı olması hasebiyle çok büyük bir rol oynadığını söylemek gerekir.

Ruhların Kıblesi

İlk insan, ilk peygamber ve ilk İslâm itikadından itibaren, Beytülmakdis; İslâm’ın tarihi, akidesi ve kimliği ile örülmüş bir nakışın en parıltılı ipliğidir. Hz. Peygamber’in (sas) ilk kıblesi olma şerefine binaen, coğrafi konumundan çok daha ötede, zamanı ve mekanı aşan Müslümanların kolektif aidiyetlerinin ve manevî derinliklerinin en önemli sembollerinden biri olmuştur. Hz. Peygamber, “Oku!” emrinin hemen ardından tıpkı diğer peygamberler gibi namaz ile Allah’a bağlanmakla emrolunmuştu. Yine Kur’ân’da zikredildiği gibi “Ben, peygamberler arasında benzeri gelip geçmemiş biri değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemem ancak bana vahyedilene uyarım. Ben yalnızca açık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf, 46/9). Hz. Peygamber (sas) kendisinden önceki peygamberlerin izlerinden giderek hac, zekât, oruç ve namaz gibi şeriat geleneğinin esaslarını devam ettirmiştir. Kendisinden önceki peygamberler Beytülmakdis’e doğru namaz kılmaktaydılar ve Resûl-ü Ekrem de 13 yılı Mekke’de ve bir buçuk yılı da Medine’de olmak üzere toplam 14,5 yıl oraya yönelerek namazlarını eda etmiştir[4]. Bu Müslümanlar ile Aksâ arasında yalnızca maddi bir bağ kurmadı aynı amanda onların ruhlarına kadar işleyen, Mescid-i Aksâ bizim ilk kıblemizdir, manevi bağlantısını da inşa etmiş oldu. Aynı şekilde bu sadece Peygamber ve ashâbını değil kendisinden sonra gelen yeni Müslümanlar ile de Beytülmakdis’in erken İslâm dönemi mirası arasında derin bir bağlantı kurmuş oldu. “Müminin miracı namazdır.” düsturu da yeryüzünün vahye açılan kapısı olan bu toprakları farklı bir boyuta taşıdı. Miraç hadisesi ve beş vakit namazın o gece emredilmesini bir araya getirdiğimizde bugün her Müslümanın namazlarında Beytülmakdis ile bir bağı olduğu hakikati karşımıza çıkar. Hülasa, Müslümanların kıblesi, 14,5 yıl sonra Kâbe olarak değişmiş olsa da Beytülmakdis, Müslüman akidesinin ve İslâm’ın kalıcı bir parçası olmaya devam edecektir.

Savaş’tan Kapsayıcı bir Barış’a

Beytülmakdis’in şöhreti Kur’ân-ı Kerim, Mukaddes Topraklarda yaşanacak Bizans-Pers savaşına işaret ettiği zaman daha da arttı. Elbette, Müslümanların Mekke’de zulüm gördüğü bir dönem olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Bizans-Pers savaşının zikredilmesi biraz absürt kaçabilir ancak bu âyet onların zihinlerini bu topraklardaki siyasî olaylara çekmek ve İslâm’ın evrenselliği noktasında sınırlarını genişletmeleri gerektiği fikrine hizmet etmektedir. Nitekim Kur’ân bunu Müslümanların Allah’ın zaferi ile yeniden sevinmesi için bir sebep kılmıştır (Rûm, 30/4). Büyük resimde bu bize göstermektedir ki Müslümanlar zayıf dahi olsa lokal değil global olarak düşünmek zorundadırlar. Diğer yandan, devrin süper güçleri birbirlerine üstün gelmek adına reKâbet halindeydi. Buna göre, Bizanslılar Perslere yenilmiş dahi olsa, birkaç yıl içerisinde galip gelecekleri müjdesi verilmiş nitekim bu yerine gelmiş ve daha sonrasında zayıf Müslümanlar güçlenerek ikisine da kafa tutmuşlar ve içerisinde Beytülmakdis’in de bulunduğu bu coğrafyayı fethetmişlerdir.

Sonra Müslümanlar yüzyıllardır kan akıtılmasından başka bir şey görmeyen bu topraklara nihayet uzun soluk bir barışı getirmeyi başardı. Gayrimüslim akademisyenlerin de zikrettiği gibi Müslümanlar, “İslâm’ın kapsayıcı vizyonuna inanmaktaydılar. Yahudiler ve Hristiyanların aksine Müslümanlar, diğerlerini Kudüs’ün kutsallığının dışına itmeye çalışmamışlardır, dışlamamışlardır.” aynı şekilde “Müslümanlar; Kudüs tarihinde ilk kez Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların beraberce yaşayabileceği bir sistem inşa etmişlerdir” (Armstrong, K.).

Müslümanlar bu çokkültürlü ve çokdinli politikalar çerçevesinde geliştirdikleri kapsayıcı ve kucaklayıcı modeli Halife Ömer zamanından itibaren, ahengi bozan Haçlı ve Siyonist işgal Aksâmaları dışında sürdürmüşlerdir. Bu toprakların kutsiyetini biricik yapan hususlardan biri de bu topraklarda hiçbir zalimin uzun süre varlığını sürdüremeyeceğidir. Bunun da dışında kendisi için zikredilen Bereket kavramı sadece Müslümanları değil “li’l-alemîn / bütün alemleri” kapsamaktadır (Enbiya, 21/71). Bu güçlü kapsayıcı temel, Hz. Ömer’in Kutsal Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılma teklifini, Müslümanların ileride burayı camiye çevirmek isteyebileceği endişesi ile geri çevirmesine sebep olmuştur. Kendisi onun yerine, dışarıda namaz kılmış ve ardından yeryüzünün ikinci mescidini yenilemeye ve kadim Aksâ’yı İslâmî ibadete hazırlamak için restore etmeye koyulmuştur.  Çağlar boyunca Mescid-i Aksâ, İslâmî eğitimin ve ibadetin, dünyanın her köşesinden gelen Müslümanlar tarafından tanınan öncelikli merkezi olmuştur; özellikle de Hz. Peygamber’in (sas) müjdesine erişmek için birçok Müslüman, Kâbe’ye olan hac yolculuğu menazillerine Mescid-i Aksâ’yı eklemişlerdir.[5]

İlâhî Bereketin Toprakları

Beytülmakdisin kutsallığı Kur’ân-ı Kerim’den kaynaklanmaktadır. Başka hiçbir toprak onun kadar Kur’ân’da farklı bağlamlarda, özellikle de zenginleştirilmiş ilâhî bereketler, kutsiyet, kısâs-ı enbiya ve vahiy ile bağdaşık olarak zikredilmemiştir. Bu bereket motifi, İslâm’ın bu topraklara farklı açılardan bağlı olmasıyla örülmüş kapsayıcı bir motiftir. Bu ilâhî lütuf, kendisinden başka hiçbir toprağa “Ardu’l-Mübareke/Bereketli Topraklar” rütbesi verilmeyecek seviyede bu toprakların içine işlemiştir. Allah’ın verdiği bir başka fazilet ve rütbe de bu toprakların “Ardu’l-Mukaddes/Kutsal Topraklar” olmasıdır. Bu topraklar, bir kısmı maddî bir kısmı manevî olarak açıklanabilecek çok yönlü bereketler ile kuşatılmıştır.  Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle Mescid-i Aksâ bereketin merkeziyken, burası spesifik bir nokta veya lokasyon olmaktan ziyade, ilk insandan son insana kadar tarihsel bir boyutta ilerleyen maddî ve manevî olarak bereketlerin tezahür ettiği bir bölgeyi kapsamaktadır. Müfessirler mezkûr bereketi, küçük bir bölge olmasına rağmen birçok mevsimi yaşaması ve topoğrafyası hasebiyle farklı farklı meyve ve sebzelerin yetişmesine bağlı olarak bir takım maddi bereketler ile açıklamışlardır. Diğerleri de bölgenin en çok peygamber ve vahiy gönderilen yer olması sebebiyle haiz olduğu manevî ve dinî bereketlere odaklanmışlardır. Kur’ân-ı Kerim bu noktada bu toprakları, özellikle Hz. İbrahim ve Hz. Lut gibi peygamberlerin kendisine göç ettiği topraklar olarak zikretmiş ve buradaki bereketin kapsayıcılığına -li’l-alemin /alemlere- vurgu yapmıştır. Onun bereketi, Hz. Âdem zamanından Hz. Peygamber zamanına kadar tüm İslâm tarihini somut hale getiren ve ulu’l-azm peygamberlerin ayak izlerini ve yankılarını taşıyan, hacca ilham veren ve manevi yansımaları elle tutulur gözle görülür hale getiren bir berekettir.

Yüce Divan ve Umudu Yerleştirmek

Beytülmakdis’in bereketi ve kutsallığı Hz. Peygamber’in (sas) hayatı ile iç içe geçmiş ve onu yalnızca ilk peygamberle değil bilakis tüm peygamberlerle bağlayan başka bir boyutun da kıvılcımıdır. On yıldır Hz. Peygamber ve güzide ashabı Aksâ ve Beytülmakdis’e doğru namaz kılmakta, onunla ilgili âyetler okumakta ve bu toprakları “Umut Toprakları” olarak gören peygamberlerin kıssalarını okumaktaydılar. Hz. Peygamber tam da hayatının en müşkil en karanlık dönemi olan hüzün yılını ve Taif taşlamasını tecrübe ettikten sonra, Beytülmakdis adeta onun hayatındaki hüzün ve çaresizlik karanlığını dağıtan bir kandil, bir umut olmuştur. Hz. Peygamber (sas) mucizevî bir yolculuğa, İsra yolculuğuna çıkarılmıştır ki bu o topraklarla olan bağı başka bir boyuta; yalnız Hz. Peygamber’in değil tüm Müslümanların kalbine nakşeden ve onu imanlarının bir parçası haline getiren bir konuma taşımıştır. Hz. Peygamber Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya ruhen ve bedenen taşındığında, ilk kıblesine varmış oldu ve buradan miraca çıkarak yeryüzünün cennetle en yakın olduğu noktaya ulaştı. Bu noktada selefi olan tüm peygamberler ile karşılaşmış ve onlara Mescid-i Aksâ’nın içerisinde gerçekleşen en özel namazda imamlık yaptı. Bu olağanüstü zirve sadece dinî ve manevî bir toplantı değil, aynı zamanda hakimiyetin Hz. Peygamber ve nezdinde tüm ümmetine geçtiğine dair bereketli toprakların merkezinde gerçekleşen adeta bir bayrak devir-teslim töreni olmuştur. Bu Müslümanların bu topraklarla bağına yeni bir boyut kazandırarak, onu akidelerinin bir parçası olarak görmelerini, onun statüsünü sağlamlaştırmalarını ve kutsal toprakların sadece önceki peygamberlerle değil kendi peygamberleri ile da bağdaştırmalarını sağlamıştır. Tüm bu peygamberlerin şeriatı, Beytülmakdis’in kutsal tarihini en derinlikli ve incelikli boyutlarıyla İslâm akidesine aşılamaktadır.

Fetih Stratejisi

Nebevî devir teslim töreninin ardından Hz. Peygamber (sas), Beytülmakdis’in fetih stratejisini geliştirmeye koyulmuştur. Bu bir takım stratejik unsurlardan oluşan ve bilgiye dayalı hazırlık, siyasi hazırlık ve ardından gelen askeri hazırlık gibi birkaç basamaktan oluşan komplike bir stratejidir. Bu minvalde, Hz. Peygamber yeni kurulmuş İslâm Devleti’nde Beytülmakdis’i toplumun tüm tabakalarının gündemine koymuş; erkek, kadın ve çocuk herkese Aksâ ve Beytükmakdis’in faziletlerinden bahsetmiştir. Yüzlerde hadis-i şerifin yanında Beytülmakdis’e vurgu yapan âyetler onun kutsallığını pekiştirmiş, onun kıble değişiminden sonra dahi İslâm kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Nihayet ümmet hazır hale geldiğinde, Hz. Peygamber, kutsal topraklara doğru ilk orduyu, Aksâ’dan sadece 85 km uzaklıktaki Mute Savaşı’nın geçtiği bölgeye gönderdi. Bu savaş esnasında Hz. Peygamber Medine’de beraberindekileri vahiy sayesinde savaştan naklen haberdar etmekteydi. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethinden sonra 30.000 savaşçıdan oluşan zamanının en büyük ordusunu, Bizansla savaşmak üzere hazırladı. Ancak, Bereketli Topraklara ulaşma konusunda, onun fethinin ancak kendisinin vefatından sonra gerçekleşeceği vahyini alsa[6] dahi durmayarak Müslümanların yolunu anlaşma ve emannamelerle açmaya devam etti. Sonra sevgili genç komutan Usâme b. Zeydi, babasının şehit edildiği yer olan Mute’den başlayarak, el-Darum (Deyr el-Balah /Gazze) sonra Yubna (Tel-Aviv civarı) üzerinden Beytülmakdis’in kalbine girmekle görevlendirdi. Hz. Peygamber’in son sözleri arasında namaza özen göstermek, kadınların hakkına riayet etmenin yanında Usâme b. Zeyd ordusunun çıkarılması tavsiyesi yer alıyordu. Hz. Peygamber bayılıp kendine geldiği zamanlarda ilk olarak Usâme b. Zeyd ordusunun çıkarılıp çıkarılmadığını soruyordu. Müslümanların ilk halifesi Hz. Ebû Bekir olduğunda, birçok sahabenin itirazına ve Medine’yi bekleyen eli kulağında irtidat tehlikesine rağmen ilk icraatı Usame b. Zeyd ordusunu Beytülmakdis’e doğru çıkarmak olmuştur. Tarihçilerin açıklamalarına göre kendisi Hz. Peygamber’in fetih planını uygulamak konusunda kararlılık sergilemiştir. Nitekim sonra Biladüşşam topraklarına dört farklı ordu daha göndermiş ve Halid b. Velid liderliğinde Müslümanları oraya göndermiştir. Yermük zaferini müteakiben Hz. Ömer seleflerinin planının meyvesini almıştır. Hz. Ömer, Beytülmakdis dışında hiçbir yerin fethine bizzat iştirak etmediği halde on binlerce Müslüman ile bu beldelere gelmiş ve Hz. Bilal Kâbe’de okuduğu gibi burada da Ezan-ı Muhammedî’yi okumuştur. Bu fetih, sadece şehir ve bölgenin tarihinde bir dönüm noktası olmamış aynı zamanda Hz. Ömer’in toprakların yanında zihinleri ve kalpleri de fethetmesiyle dünya tarihinin bir dönüm noktası olmuştur.

“Kutsal”ın Şeklini İnşa Etmek

Beytülmakdis’in İslâmî kimliğinin kalbi Mescid-i Aksâ külliyesinde yatmaktadır. Hz. Ömer burayı temizledikten sonra, Mescidin temelini tekrar yükseltmiş ve Hz. Peygamber’in diğer peygamberlere imamlık yaptığı yerde bir cami (namazgah) inşa ettirmiştir. Sonraki aşama ise inanılmaz derecede geniş çaplı bir mimari yapılanmadır. Kendisinden 50 yıl sonra gelen iki mahir mimar ve yüce tabiîn olan Reca’ b. Hayvâ ve Yezid b. Selam, Mescid-i Aksâ’yı yeniden imar etmişlerdir. Onlar, kutsallık mefhumunu fiziksel binalara aktarabilmişler ve Mescid-i Aksâ külliyesinin içerisindeki her şeye; Kubbetü’s-Sahra, Kubbetü’s-Silsile, kapılar, minareler ve duvarlara bunu işlemişlerdir. Kutsalın mimarisini oluşturuken bu külliyenin tam ortasına altın kubbeli bir yapı kondurmakla Beytülmakdis’in silüetini sonsuza dek değiştirmişler ve onu kutsal şehrin ve kutsal toprakların bir sembolü haline getirmişlerdir. Kur’ân’da zikredilen temalar ve önceki peygamberlere uzanan nübüvvet geleneği adeta bu mimari yapılar ile vücut bulmuştur.  Ayrıca Aksâ Camii içerisindeki bazı yapılar kıyamet zamanına işaret eden birtakım çizimlerin mimari şemayla işlenmiş halidir. Sadece onlardan sonra değil bilakis her nesilde, asırda ve hanedanda Aksâ’nın kubbelerine, sebillerine ve zaviyelerine yeni hediyeler eklenmiş yahut önceki binaların restorasyonu yapılmıştır.

İslâm’ın Gelecekteki Başkenti

Beytülmakdis yalnızca geçmiş veya şu an değildir aynı zamanda gelecek demektir. İslâm’ın geleceği, hilafet merkezi olmak suretiyle Beytülmakdis mefhumu ile iç içe geçmektedir. Geçtiğimiz asırda herhangi bir Müslüman birliği dahi olmamasına rağmen Kur’ân ve hadisler gelecekte mevcut durumun değişeceğine dair bazı işaretler verilmektedir. Ancak şunun altını çizmek gerekir ki İslâm aksiyon ve mücadele ile serpilip gelişir, pasif bir bekleyiş ile değil ki bu sebeple de Müslümanları müjdelerin kendi kendine gerçekleşmesini beklemekten ziyade, olumlu değişimlerin aktif figürleri olmaya teşvik eder. Öyleyse diyebiliriz ki Kur’ân nokta atışı bir zaman dilimi vermez ancak “Allah bir kavim kendinde olanı değiştirmeden onları değiştirmez.” (Ra’d, 13/11) âyetindeki gibi Sünnetullah kaidelerini vermektedir.

Beytülmakdis’in geleceğine dair Kur’ân-ı Kerim, özellikle İsra sûresinde (7 ve 104. âyetlerde) İsrailoğulları’nın dünyanın dört bir köşesinden bu topraklara toplanacağından, sonra yaptıkları sebebiyle kara çıkarılacağından sonra da güçlerinin ortadan kaldırılacağından bahsetmektedir. Bu birçok müfessire göre zorbalıklarının ve Siyonist devletlerinin son bulacağına ve adalet ile barışın tekrar sağlanacağına delalet etmektedir. Bu minvalde, Hz. Peygamber’in (sas) hadisi meseleyi bir adım daha ileriye götürerek kendisinin hilafetin başkenti olacağını müjdelemektedir. Sadece bu da değil, bu hilafetin tıpkı Hulefâ-yı Raşidîn dönemindeki gibi ehil kimseler tarafından yapılacağını da haber vermektedir.[7] Böylece bu, kıyametin kopmasından önce adil ve adaletli bir hilafet sayesinde geçirilecek bir barış dönemine işaret etmektedir. Beytülmakdis merkezli bir hilafetin kurulması, ilâhî vaatlerin ve nihai ukdenin yerine getirilmesinin İslâm’da ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. İnsanların doğruluğa, adalete, merhamete, sevgiye hasret kaldığı şu günlerde eğer İslâmî kaideler rehber edinilirse, dünyaya liderlik edilebilir. Yakıtını imandan alan ve İslâm ahlakına yapışmakla gelecek değişim, yalnız bölgede değil tüm dünyada barışçıl bir etkileşime toplumsal uyuma zemin hazırlayacaktır. Bu hilafet, insani değerleri ön plana çıkaran ve toplumun farklı kesimleri arasında anlayışı teşvik eden bir hidayet kandili olmalıdır. Bu yüksek, İslâmî kızılelmaya bağlılık, günümüzdekinin aksine daha barışçıl ve toleranslı bir dünyaya katkı sağlayacaktır.

Nihai olarak, Beytülmakdis merkezli bir hilafet temeline oturan barış vizyonu; adaleti, birliği ve alemler için olan o bereketi paylaşmak mefkuresinin vücut bulmuş hali olacağından yalnızca Müslümanlar için değil tüm dünya için ideal bir yönetim olacaktır. Beytülmakdis’te gelecek bir İslâm hilafeti ideali gayrimüslimler nezdinde yankı bulamayabileceği için burada İslâm’ın temel değerleri olan adalet, barış ve merhamet gibi, diğer sistemler başarısız olmuşken 1300 yıl boyunca sorunsuz işleyen değerlere vurgu yapılmalıdır. Bu tarz bir sistemin merkezi olarak Beytülmakdis düşünüldüğünde; şüphesiz bazı önemli coğrafi çıkarımların yapılması ve dünyada umudun kaynağı olabilmesi adına bölgesel güç dengesinin yeniden çizilmesi gerektiği anlaşılacaktır.

Cihad ve Ribat Toprakları

Beytülmakdis yahut Kur’ânî ifadeyle Mukaddes Topraklar, saf kutsallığın ötesinde zulmün bitirilmesi ve adalete kökleşmiş bağlılığı da zımnında taşır. Bu Kur’ânî ve nebevî ıstılah olan “mukkades” kelimesi anlamak adına çağrıştırdığı arındırma, özellikle de zulüm ve baskıdan olan büyük arındırmadan bahsetmek gerekir. Bunun Kur’ân-ı Kerim’deki örneği Talut, Calut ve kral-peygamber Hz. Davud’un hilafeti kıssasıdır. Alimler “kadasa / kutsiyet” kelimesini hiçbir zalimin zulüm lekesi ile uzun süre burada kalamaması olarak açıklar ve geçmişte Haçlılar ile Moğolları gelecekte de Yecüc Mecüc ve Deccali örnek olarak verirler. Bu nedenle Resûlullah, “Ribat Toprakları” kavramını; sebat, direniş, sarsılmaz iman ve adaletsizlik karşısında sonuna kadar sürdürülen bir mücahede olarak açıklamıştır. Bu bağlantı, hem tarihi hem manevî boyutlarıyla İslâm ümmetinin zengin dokusunu oluşturur. Resûlullah’tan rivayet edilen isnadı zayıf ancak manası âlî bir hadise göre, Muaz b. Cebel ile sohbet ederken; “Kim (ikamet için) Biladüşşam ve Beytülmakdis sahillerinden bir sahil bölgesini seçerse, o kimse kıyamet gününe kadar cihaddadır.” buyurmuştur. Bu dün Askalan idi, bugün Gazze ve yarın da Yafa ve Lut olacaktır ancak bu cihad ruhu asla kaybolmayacaktır. Bugün Makdisîler ve Filistinliler ümmetin en iyi neslini temsil etmektedirler nitekim onlar, büyük fetihlerden sonra buraya gelip ikamet etmiş mücahitlerin, evliyaların ve salihlerin evlatlarıdırlar. Aynı zamanda hatırı sayılır miktarda hadis Beytülmakdis’i gelecekte, kıyamete yakın Müslümanların son kalesi olması gibi belirleyici birtakım olaylar ve savaşların merkezinde tasvir etmektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber, Müslümanları orada ikamet etmeye teşvik etmiş ve “Birtakım göçler olacaktır ve bu göçeden sakinlerin en hayırlısı Hz. İbrahim’in göç ettiği yerde yaşayanlardır.” buyurmuştur.[8] Bu direktifler, inananların son kalanları Meryem oğlu İsa gelip fitnelerin en büyüğü olan Deccal’i öldürmesinden önce Aksâ çevresinde toplanacakları fikrine yeni katmanlar eklemektedir. Kutsal topraklar bir coğrafyadan fazlasını ifade etmektedir, orası ilâhî mesajın öneminin, sosyal sorumluluğun ve zulme karşı aktif direnişin adeta vücut bulduğu topraklardır. Onun çok yönlü tabiatını anlamak ve adalet ve merhamet üzere kurulmuş mesajını odaklanmak, kutsal sınırlarının da ötesinde tüm dünyaya barışı yaymak için gereklidir.

Mahşer ve Menşer Toprakları

Mekke ve Beytülmakdis; yaratılışın başından tüm çağlar boyu gelen ve dünyanın sonuna kadar giden biricik ama tamamlayıcı rolleri ve kendilerine işlenmiş belirgin bir kıymeti hasabiyle kutsallığın önemli bir kısmını bünyelerinde barındırmaktadır. Mekke insanlığın beşiği ve tüm zamanların hac merkeziyken; son zamanlara ve dünyanın sonuna öncülük edecek olaylar ekseriyetle Beytülmakdis ile bağdaştırılmıştır. İslâm inancının başı Mekke sonu ise Beytülmakdis’tir. Hz. Peygamber’in zikrettiği gibi bu mahşer ve menşer topraklarına herkes bir gün toplanacaktır. Bu yüce makam, sadece kutsal şehir Kudüs için değil bilakis bu bölgenin tamamı için zikredilmiştir. Bu mefkure, belirsizliğe gömülmüş olsa da sahâbe ve tabiîn için Mescid-i Aksâ’da kutsalı inşa ettikleri vakit; fiziksel ve manevî boyutları ile Mukaddes Topraklarda bir insanlık meclisi olması ve Beytülmakdis ile Mescid-i Aksâ merkezli bir mahşer ve menşer yani hesabın görüleceği yer olması itibariyle derin manalar ifade etmektedir.

Son Söz

Beytülmakdis, ilk insan ve peygamberin yeryüzündeki ikinci mescidi, son peygamberin ilk kıblesi, İsra ve Miraç hadiselerinin zemini, peygamberler ve tüm insanlık için bereketli topraklar, Mukaddes topraklar, gelecek hilafetin başkent muştusu olması itibariyle hepsi onun muazzam öneminin ve İslâm kimliğinden ayrılmazlığının altını çizmektedir. Kur’ân ve hadislerde Beytülmakdis kutsal bir mescit, şehir ve bölge olarak ilâhî bereketin bir başka yerde olmadığı şekilde oluk oluk aktığı bir iklimdir. Müslümanlar için o, akideleri, tarihleri ve imanları ile sıkı sıkıya bağlıdır. Tarihsel bir bakış açısıyla o, tüm medeniyetlerin ve dinlerin kavşak noktası olması sebebiyle “mahşer” yeri olarak haber verilendir. Hakikaten de o dünyanın kalbinde olmasıyla her topraktan ve dinden insanın insanlığın nihai meclisinin kurulacağı yer olarak müjdelenendir. Özetle Beytülmakdis, yalnız geçmişe ve şimdiye değil geleceğe de dair olan ayrılmaz bağları hasebiyle sadece Müslümanların değil tüm insanlığın istikbalidir. İnsanlığın kader ve ilâhî olanla bağlantısı noktasında eşsiz bir yere sahip sembolüdür. İnsanlık serencâmının, her insanın ya sonsuz nimet ya da sonsuz azap için hesap vermek üzere kendisinde toplanacağı son bölümümüdür.

Dipnotlar

[1] Buhârî, “Menâkıb” 28, “Tevhid” 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/101.

[2] Ebû Dâvûd, “Melahim”, 5. Bu çarpıcı hadisin tamamı şu şekildedir: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler. Birisi, ‘Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?’ dedi. Resûlullah (sas), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu. Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca: “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.

[3] Buhârî, “Enbiya”, 10; İbn Hacer, 6/408-409.

[4] Müslim, 525.

[5] Bkz. Thierry Zarcone, “Kudüs’teki Orta Asyalı ve Hintli Sufi Hacılar”; Moralı Bahtî, “Manzume fi Menâsiki’l-Hacc”. (çev. notu: Özellikle Osmanlı döneminde manzum ve nesir olarak neşredilen “Menâzil-i Hac” literatüründeki eserler Müslümanların uzak coğrafyalardan Hacca gelirken kullandıkları güzergâhtan bahsetmiştir. Bu güzergâh çoğunlukla Kudüs ve el-Halil’den geçmekteydi. Çin gibi Asya’nın göbeğinden gelen hacıların İstanbul, Anadolu, Şam rotası üzerinden Kudüs’e sonra Haremeyn topraklarına gitmesi adeta bir gelenek halini almış ve bu Hac kafileleri “Sürre alayları” olarak gidilen mübarek beldelere hediyeler, atiyyeler dağıtan bir kafileye, yerliler için de bir merasime dönüşmüştür.)

[6] “Avf bin Malik’ten rivayetle Hz. Peygamber buyurdu ki: “Kıyametten önce şu altı şeyi say: Vefatım, Beytülmakdis’in fethi , ….”  (Buhârî, “Cizye”, 15).

[7] Ahmed b. Habel, Müsned.

[8] Sünen-i Ebû Dâvûd.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x