Aylardır Gazze ile yatıp Gazze ile kalkıyoruz. Gazze ile birlikte ağlıyor, birlikte gözyaşı döküyoruz. Gazze ile yüreklerimiz burkuluyor, dilhûn oluyoruz… Lokmalarımız boğazlarımızda diziliyor…
Gazzeliler şehid düşüyor; şehidlerimiz işaret parmaklarını dünyanın kör gözüne sokarcasına uzatıp “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” diye haykırıyor; biz diriliyoruz, ümmet diriliyor, insanlık diriliyor! Şehid kanının bereketi, diriliği ve dirilticiliği bir kez daha görebilen gözlere ayan oluyor:
“Onlar diridirler, ama siz anlayamazsınız.” (Bakara, 2/154)
Dualarımızı onlar adına yapıyoruz: “Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımızı sabit kıl! Ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara, 2/250)
Hz. Musa’nın (as) diliyle çağdaş Firavun ordularına beddua ediyoruz: “Rabbimiz! Onların mallarını-mülklerini (iktidarlarını) sil-süpür (yerin dibine geçir) ve kalplerine korku sal!..” (Yunus, 10/88) İnkârcı ve inatçı zalimlerin kahrolması için Hz. Nuh’un (as) diliyle haykırıyoruz: “Rabbim, yeryüzünde (bu inatçı-zalim) kafirlerden bir tek kişiyi (sağ) bırakma!” (Nuh, 71/26)
Ve Gazze cihadı, sürekli ve kesintisiz bir direniş destanı olarak gönüllerde yankı buluyor…
Tarihin Kırılma Ânı
Tarihin “kırılma anları” vardır; o tarihten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, olamayacağı “dönüm noktaları”… İşte 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı da böyle bir “dönüm noktası” ve bir tür “milat” olarak insanlığın hafızasına kazınmış bulunuyor. Evet, bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır; “Gazze’den önce” veya “Gazze’den sonra” denilecektir… Bundan böyle direnişin adı Hamas ve İzzeddin Kassam Tugayları, adresi Gazze, kimliği İslâm’dır.
Gazze’nin yıllardır her yandan kuşatılmış, eli-kolu bağlanmış kahramanları, aç ve biilaç bir “direniş destanı” nasıl yazılırmış, onu gösteriyorlar tüm dünyaya. Dahası, Gazze direnişi bütün Filistinlilerin, bütün bir ümmetin hatta tüm insanlığın “intifada”sına dönüşüyor adeta. İşgalci İsrail’in Filistin topraklarında taşınmasını yasakladığı Filistin bayrağı bugün bütün dünyanın meydanlarında, sokaklarında, stadyumlarında ve en önemlisi de yüreklerinde dalgalanıyor…
Evet, Gazze cihadı, sadece yirmi birinci yüzyılı değil, insanlığın bundan sonraki geleceğini de şekillendirmeye aday bir “direniş modeli” ve bir “diriliş mektebi” olarak gözlerimizin önümüzde cereyan ediyor ve dünyanın zalim zorbalarına karşı meydan okuyuşunu sürdürüyor. Dahası Gazze direnişi, insanlığın kendini sorgulamasına, vicdanların uyanmasına ve kalplerin İslâm’a açılmasına vesile oluyor; böylece, sadece tarihin kırılma ânını veya dönüm noktasını tetikleyen bir “tufan” etkisinin de ötesinde, aynı zamanda insanlığın “büyük dönüşüm”ünü yani “hidayet süreci”ni de yeniden başlatıp sürükleyecek, hatta yönetecek bir “cihad mihveri” olmaya aday görünüyor…
Bu tespitlerimizin soyut, âfâkî, hayâlî veya hamâsî beklentiler şeklinde algılanmaması için bazı somut açıklamalara ve göstergelere kısaca ve maddeler halinde yer vermeliyiz:
İsrail’in Yenilmezlik Efsanesinin Sonu
ve Siyonizmin Kıyameti
Dünyanın en güçlü, en etkili, en tahrip edici silahlarına sahip olan, yetmediğinde ABD ve şürekasından alan katil İsrail ordusu, neredeyse el yapımı denecek düzeyde yetersiz silahlarla aylardır yiğitçe direnen Gazze mücahidleri karşısında genel manada hiçbir varlık gösterememiştir. Sadece savunmasız çocukları, kadınları ve sivilleri hunharca öldürmeye devam eden İsrail işgal ordusu, tarihinde hiç bu kadar ağır kayıp vermemiş, hiçbir askeri hedefe ulaşamamış, hiçbir rehineyi kurtaramamıştır. Mücahidler ise direnişi aylarca, yıllarca sürdürebilecek imkana ve potansiyele sahiptir. 1967’de üç devletin ordusunu yenen İsrail, bir avuç mücahidle göğüs göğse savaşma cesaretini gösterememektedir. Denilebilir ki İsrail’in sözde “yenilmezlik” efsanesi sona ermiş, yerdeki karıncayı bile izlediği iddia edilen istihbarat ağı çökmüş, “demir kubbe”si delinmiş ve -tabir yerindeyse- “façası çizilmiş”tir. Yaptığı hiçbir anlaşmaya, hiçbir uluslararası hukuka ve ahlaki kurala uymayan, hiçbir BM kararını dinlemeyen İsrail, “Arz-ı Mev‘ûd” olduğuna inandığı Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları işgal etme hayalleri görmeye ve bu hedefe ulaşmanın planlarını yapmaya devam ededursun, aslında kendi kıyametini hazırlamaktadır. Büyük İsrail amaçlarına ulaşmak için her yolu meşru sayan Siyonist fanatikler, tahrif ettikleri Tevrat’ın; “Onların her şeylerini tamamın yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.” (Samuel Kitabı, 15. Bap) emrini pervasızca ve vahşice uygulayarak Siyonizm’in de İsrail’in de İsrailoğulları soyunun da tamamen yok oluşuyla sonuçlanacak bir izmihlâle doğru yol alıyorlar.
“Küfür Tek Millettir!”
Unutmayalım!
İngilizlerin 1917’de Filistin ve Kudüs’ü işgal edip, 1948’de İsrail terör devletini bir hançer gibi İslâm âleminin kalbine sapladığı günden beri İngiltere, ABD ve diğer Batılı devletler bu nev-zuhur şımarık çocuklarını kayıtsız-şartsız desteklemeye devam etmektedirler. Bir hadis-i şerifte yer aldığı üzere Müslümanlara karşı küfür ehli “tek millet” gibi hareket etmektedir. Yahudilerin genlerinde yatan İslâm düşmanlığı da böyle zamanlarda tekrar tekrar hortlamaktadır: “İman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulacaksın.” (Maide, 5/82) Ne yazık ki düşmanlığın, kin ve nefretin en acımasız olanına ise Müslümanlar maruz kalmaktadır. Filistinli Müslümanlara yapmadıklarını bırakmayan Yahudiler ile Uygur Müslümanlarına en vahşi Çin işkencelerini reva gören Çinliler, Arakanlı Müslümanları diri diri yakarak soykırım uygulayan Budistler ve Keşmir’de yeniden katliama hazırlanan çok tanrıcı Hindular hem şirkte hem de zulümde birbirleriyle yarışmaktadırlar. Yaklaşık yüz yıldır dünyada akan kan, neredeyse sadece Müslümanların kanıdır… Bu durum ise küfür ehlinin birbirlerini desteklemelerinden, Müslümanların ise benzer bir birlikteliği gerçekleştirememelerinden kaynaklanmaktadır: “İnkârcılar da birbirlerinin dostları/velileri (yardımcıları, koruyucuları, müttefikleri) dirler. Eğer (siz de kendi aranızda ittifak sağlayarak) gerekeni yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne (karışıklık) ve büyük bir fesat (bozulma) ortaya çıkacaktır.” (Enfal, 8/73)
İslâm Birliği ve İslâm Ordusu
Olmazsa Olmaz
Yukarıdaki ayet, inkârcıların birbirlerine destek olmalarından daha fazla Müslümanların da birbirleriyle sıkı bir dayanışma ve yardımlaşma içinde olmalarının zaruretini vurguluyor. Değilse ortaya çıkacak olan büyük fitne ve fesat ortamından Müslümanlar da sorumlu olacaklardır. Zira bu fitne ve fesat yangını öncelikle iman edenleri saracaktır. Böyle zamanlarda ve bir saldırıya uğrama durumunda da müminlerin acilen organize olup fiili bir dayanışma içine girmeleri ve düşman saldırılarını bertaraf etmeleri gerekmektedir: “Onlar bir saldırıya uğradıklarında, yardımlaşarak kendilerini savunurlar.” (Şûrâ, 42/39) Siyonist işgal rejiminin 7 Ekim 2023’ten bu yana aralıksız devam eden Gazze’deki katliamlarına karşı, Türkiye Müslümanlarının ve İslâm âleminin tepkileri ve Siyonist sermayeye hizmet eden malları boykot etmeleri yeterli görülmese bile görmezden de gelinemez. Ancak, Siyonist İsrail’in ve ona destek olan Haçlı armadalarının saldırılarını durdurmanın yolu kesinlikle sağlam bir İslam Birliği kurmaktan ve caydırıcı bir İslâm Ordusu teşkil etmekten geçiyor. Merhum Necmeddin Erbakan hocamızın yarım asır önce gündeme getirdiği “İslâm Ortak Pazarı”, “İslâm Natosu” ve “D-8” gibi projeler o yıllarda ciddiye alınıp da ucundan-kıyısından uygulamaya konulmuş olsaydı, bugün Siyonist işgal rejimi Gazze katliamını elini-kolunu sallayarak gerçekleştirebilir miydi? Gazze’de 30 bin kardeşimizin göz göre göre katledilmeleri, Müslümanların âcilen “birlik” olmaları zaruretini çok ama çok acı şekilde bize hatırlatmıyor mu? Uzun süredir tarih sahnesinin geri planında sürgün tutulan ve hep itilip kakılan İslâm âlemi, bugün sahip olduğu potansiyel birlik imkanları, dinamizmi ve canlılığıyla tarihteki yerini almakta daha fazla geç kalamaz ve kalmayacaktır da. Kanaatimiz ve duamız odur ki, Müslüman dünyanın bütün yapay engelleri bir kenara bırakıp “tıpkı bir bedenin azaları gibi” (Buhârî, “Edeb” 27; Müslim, “Birr” 66) olduklarının farkına varmaları çok da uzun sürmeyecektir.
Bir “Direniş Modeli” ve “Diriliş Mektebi”
Olarak Gazze-Kudüs
Hakikat şudur ki Kudüs/Mescid-i Aksâ ve Filistin davası tarih boyunca Müslümanlar üzerinde hep diriltici ve birleştirici bir etki meydana getirmiştir. Bu hakikatin en muhteşem örneğini büyük mücahid Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bölgede seksen sekiz yıl süren Haçlı işgaline karşı İslâm Birliği’ni ve İslâm Ordusu’nu kurarak Kudüs’ü yeniden özgürlüğüne kavuşturması sürecinde görmüştük. O, “Dostlarıyla uğraşanlar/savaşanlar düşmanlarını yenemez.” diyerek Müslümanlar arasındaki ayrılıkları ve aykırılıkları aşabilmiş ve ümmetin ittihadını sağlayabilmişti. Bugün de dünya Müslümanları olarak ortak derdimiz, davamız, duamız olan Gazze/Filistin ve Kudüs meselemiz etrafında birleşebilmeliyiz. Tıpkı Selahaddin’in yaptığı gibi, “Sabırla ve namazla Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara, 2/45) ilahi emrine ittiba ederek, bıkmadan ve usanmadan zorluklara karşı sabır ve sebatla, namazla ve kunutla Allah’tan yardım dilemeli, Kudüs başta olmak üzere tüm Filistin’in özgürlüğü için hep birlikte omuz omuza vermeli ve hem kavli hem de fiili dualarımızı çoğaltmalıyız. Siyonist sermaye ürünlerini boykot etmeyi sürekli ve kesintisiz sürdürmeliyiz. Filistin davasına hep saldırı ve katliama maruz kaldığı zamanlarda değil, her zaman sahip çıkmalıyız. Mazlum Filistin halkı kendi topraklarına geri dönünceye ve Kudüs başkent olarak özgürlüğüne kavuşuncaya kadar da onlara her türlü diplomatik, mali, fikri ve fiili desteğimizi vermeye azimle ve kararlılıkla devam etmeliyiz.
Gazze’ye ve Kudüs’e sahip çıkmamızın çok önemli bir sebebi daha var ki o da Gazze direnişinin dünyada vicdanların uyanmasına ve binlerce insanın İslâm’la tanışıp Müslüman olmasına vesile olmak suretiyle küresel ölçekte bir külli dönüşümün kapısını aralamasıdır.
Gazze Örnekliği ve Küresel Dönüşüm
(Hidayet) Süreci
Gazzeli kardeşlerimizin çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere otuz binden fazla şehid vermelerine, binlercesinin yaralanmalarına, aç-susuz ve ilaçsız kalmalarına rağmen, Allah’a dayanıp güvenerek dik durmaları, yıkılmamaları, pes etmemeleri, “son ferdine kadar öldürülseler de yurtlarını tek etmeyeceklerini” bütün cihana haykırmaları Avrupa’dan Amerika’ya ve Avustralya’ya kadar tüm dünyada vicdan sahibi bütün insanları etkiliyor. Öyle ki ABD Hava Kuvvetlerinde pilot olan yirmi beş yaşındaki Aaron, İsrail’in Washington Büyükelçiliğinin önünde “Filistin’deki soykırıma ortak olamayacağını” söyleyerek kendisini yakabiliyor. Özellikle gençler, imrenerek ve hayranlıkla izledikleri Gazze’deki direniş destanının arkasında yatan inanç manzumesini ve çoluk-çocuk herkesin dillerinden düşürmedikleri Kur’ân-ı Kerim’i okuyup inceliyorlar; İsrail terör şebekesinin Müslümanlara akla hayale gelmedik işkenceler yapmalarına karşılık Gazzeli Müslümanların İsrailli esirlere insanca davranmalarını görüyorlar ve gruplar halinde İslam’a giriyorlar.
Düşüncemiz odur ki, bu gelişme, büyük küresel hidayet sürecinin ayak sesleridir…
Yazımızı, Gazze modelinden etkilenerek hidayete eren iki kardeşimizin sözleri ile bitirelim:
ABD Northern Michigan Üniversitesi mezunu tik tok yayıncısı Abbey diyor ki: “Kur’ân’ı ilk açtığımda, Filistin’den gelen videoları izledim; beni derinden sarstı… Ama daha önemlisi Müslümanların inancını gördüm. Her şeylerini; evlerini, ailelerini kaybedip tam bir yıkım yaşadıkları halde şükrediyorlardı… Bir anne çocuğunu kucağında tutuyordu; çocuğu ölmüştü, öldürülmüştü. Buna rağmen Allah’a şükrediyordu… Güçlü inançlarından o kadar etkilendim ki… İlk kez Kur’ân’ı açtım… Açıkçası pek bir şey beklemiyordum… 25 yıllık bir Hıristiyan olarak, Kur’ân’ın sadece ilk birkaç sayfası bile yıllardır aklımda olan sorulara cevap veriyordu. Ve her âyet aklımı başımdan alıyordu… Sanki doğrudan Filistin’deki duruma değiniyordu… Evet… Namaz kıldım… Sonunda ağlamaya başladım; ağlamamı durduramadım… Bu çok şaşırtıcı bir ağlamaydı; sanki başıma gelen kötü şeylerin 25 yıllık kalp kırıklığını geride bırakıyordum; kendimi taze ve yeni hissediyordum… Elhamdülillah…”
Yine Kur’ân’ı okuyarak İslâm’a ısınan Katherina Craig şöyle konuşuyor: “Dün gece Kur’ân’dan beni çok etkileyen bir bölümü paylaşmak istiyorum: Diyor ki: “Peygambere indirileni dinledikleri zaman ondaki hakikati kavradıkları için gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün.” (Maide, 5/83). Âyetin bana bu kadar etkileyici gelmesinin sebebi şu: Çocukluğumda bana öğretilen Allah çok kıskanç ve öfkeliydi. O’na göre biz kirliydik, paçavraydık; öyleymiş gibi hissediyorduk. O Allah için kendimi hiçbir zaman önemli hissetmedim. Ama -ihtiyacım olan- Allah gerçekten nasıl olmalıydı? Kur’ân’daki Allah, işte bunu hissettiriyor ve kendisinin çok merhametli ve bağışlayıcı olduğunu, bizi tanıdığını defalarca tekrarlıyor. İncil’deki Allah da bunu söylüyor ama her zaman bir tehditle birlikte. Birine ibadet etmeyi tercih edeceksem, korkuyla değil, sevgiyle hükmeden nazik birine ibadet etmeyi tercih ederim. Kalbimin buna çekildiğini biliyorum… Kur’ân okumaya devam edeceğim…
Evet, Gazze direnişi, dünyada ontolojik sorgulama ve diriliş sürecini başlatmış bulunuyor… Bu süreç devam edecek ve hepimizin de gayretiyle devam etmeli…
Selam olsun hidayete tabi olanlara!
Selam olsun bu küresel hidayet sürecine vesile olanlara!