Bu yazı; iki asrı aşkın bir süredir, kendinden başkasını insan olarak görmeyen ve hiçbir canlıya merhameti olmayan bir varlık anlayışı tarafından, bütün unsurlarıyla yeryüzünden silinmeye çalışılan Müslüman Doğu Türkistan halkının milyonlarca şehit mukabili yürüttüğü varlık mücadelesine, dünyayı yöneten emperyalist güçlerin açık, gizli ihanetleri ve dost bildiklerinin tutumları hakkında duygusal bir hasbihaldir.
Yakup Han Bedevlet, 1872 yılında yaklaşık 7 yıl süren zorlu savaşlar ve çok ağır bedeller neticesinde, bugün bildiğimiz Doğu Türkistan sınırlarının hemen hemen tamamında birliği sağlamıştı. Asıl mücadelenin daha yeni başladığının o da fakındaydı. Türkistan coğrafyasındaki son bağımsız Müslüman devlet iki kadim düşman Ruslar ve Çinliler tarafından çevrelenmişti. Çinliler mutlaka Doğu Türkistan’ı tekrar işgal etmeyi deneyeceklerdi. Başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin şamar oğlanı olmuş, Utanç Yüzyılı (1850-1950) olarak adlandırdıkları dönemi yaşayan Çin’le zaten Yakup Han rahatlıkla başa çıkabilirdi.
1552 yılında Kazan’ın işgali ile başlayan Rus istilası artık bütün Batı Türkistan’ı yutmuş ve Doğu Türkistan sınırına dayanmıştı. Akmescit’te ve diğer çok sayıda muharebede Ruslarla savaşmış olan Yakup Han onları iyi tanıyor ve en büyük düşmanının Ruslar olduğunu biliyordu. Şayet devleti var olmaya devam ederse, Rusların işgal ettiği Türk boylarına da örnek olacaktı. Üstelik Yakup Han Ruslarla mücadele etmiş Batı Türkistanlı bir komutandı. Dolayısıyla Yakup Han, Rusların ya kendileri ya da başka güçler aracılığıyla devletini yok etmek için her şeyi yapacaklarının farkındaydı. Bu tehlikeyi bertaraf için bir müttefike ihtiyacı vardı. Bunun için 1872 yılında Müslümanların halifesi Sultan Abdulaziz ile irtibat kurdu ve ona tâbi olmayı talep etti. O güne kadar Türkistan coğrafyasından çok sayıda bağlılık talebine olumlu cevap vermeyen Osmanlı Devleti, Yakup Han’ın talebini kabul etti ve Doğu Türkistan, Devlet-i Âliyye’nin bir parçası oldu. Hem coğrafi uzaklık hem de Osmanlı’nın karşı karşıya olduğu problemler nedeniyle bu durum son derece sembolikti ve oradan sonuca tesir edecek bir yardım gelme ihtimali de yoktu.
Ruslarla başa çıkabilecek tek güç İngiltere’ydi. Yakup Han İngiliz desteğine çok önem veriyordu. 1873 yılında kendisini ziyarete gelen İngiliz diplomatik misyonun Kraliçe Victoria’dan getirdiği mektup onu çok sevindirmişti.1 Ama Yakup Han’ın bilmediği şey Çin işgal hareketinde en büyük darbeyi İngilizlerden yiyecek olmasıydı.
Doğu Türkistan’ı işgal etmek için kurulan ordunun ihtiyacı olan paranın yarısı 1875 yılında İngiliz HSBC tarafından finanse edilmişti. Bir Çinli tarihçinin dediği gibi bu kredi olmasaydı Doğu Türkistan’ın tekrar işgali mümkün olmayacaktı.2 Ama bundan habersiz olan Yakup Han, hâlâ İngilizleri dostu zannediyordu. 1876 yılında başlayan Çin işgal hareketi sırasında Kâşgar’a sınır meselesini konuşmak kılıfıyla gelen Rus heyeti Yakup Han’ın ordusu hakkında ayrıntılı istihbarat toplamış3 ve Çinlilerin normal bir savaşta bu orduyu yenemeyeceğini anlamıştı. Bunun için 1876 kışında İngilizler devreye girdi ve barışa aracılık edebileceklerini söyleyerek Yakup Han’ı oyalamaya başladı. Bu nedenle Yakup Han, Çinlilerle savaşılmaması emri verdi. Bu sırada içerde işleyen Rus komplosu sonucunda Yakup Han, Mayıs 1877’de zehirlenerek öldürüldü ve çocukları arasında iç savaş çıktı. Sonuçta Çinliler ciddi bir çatışmaya girmeden 1878 yılının şubat ayında Doğu Türkistan’ı tamamen işgal etti. Böylece Türkistan’daki son Müslüman Türk devleti İngiliz ve Rus komplosu ile yıkıldı. Aynı tarihlerde 93 harbi denen Rus savaşı ile uğraşan Osmanlı’nın Doğu Türkistan’a yardım etmesi mümkün olmadı. Esasen 1877-1878 Osmanlı Rus harbi ile Doğu Türkistan’ın işgalinin aynı tarihlerde olması bir tesadüf olmasa gerek!?…
Doğu Türkistan halkının işgal ile mücadelesi hiç durmadan devam etti. 1931 yılında Kumul’da başlayan hareket 1933 yılında kurulan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ile sonuçlandı. Cumhuriyetin kurucu unsurları arasında Batı Türkistanlı ve diğer İslâm beldelerinden önemli şahsiyetler de vardı. Burada da en önemli tehdit dünyanın gördüğü en acımasız katillerden bir olan Stalin’in yönettiği Sovyetler Birliğiydi. İlk olarak Türkiye ve diğer halkı Müslüman olan ülkeler ile irtibata geçildi. Türkiye’deki seküler laik rejim her ne kadar Türk milliyetçisi olsa da adında İslâm olan bir harekete destek vermek gibi bir niyeti yoktu. Başka bir yerden de destek gelmedi.
İngilizlerin Yakup Han dönemindeki faaliyetleri gizli yürütüldüğü ve aksi bir kamuoyu oluşturulduğu için Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Sabit Damollam İngiltere’nin kendilerine yardım edeceğini düşünüyordu. Böylece Kâşgar’daki Başkonsolos Thomson Glover ve Hindistan’daki Doğu Türkistanlılar aracılığıyla İngiliz Hükümeti ile irtibat kuruldu. İngilizler Kâşgar’daki hükümete açıktan bir cevap vermediler ama kendi başkonsolosluklarına gönderdikleri yazıda4 net olarak Nanking Hükümeti’ni (Milliyetçi Çin Yönetimi) Doğu Türkistan’da tek otorite olarak gördüklerini ve bu bölgede Çin hakimiyetini desteklemenin olası bir Rus işgalini önlemenin en iyi yolu olduğunu söyleyerek, aynı Yakup Han döneminde olduğu gibi Çin işgalinden yana olduklarını ortaya koydular.
Ruslar bu sefer Doğu Türkistan’daki duruma fiilî olarak müdahale ederek, Doğu Türkistan’daki Çin işgal rejimine asker, silah hatta uçakla yardım ettiler. Ancak Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’ni yıkan ana unsur, Tungan 5 birlikleri olmuştur. Hatta 1937 yılına kadar Hoten ve civarını Tunganların kontrolündeydi. Bu dönem maşerî vicdanda en kötü zulüm dönemlerinden biri olarak hatırlanmaktadır. Ben, bir keresinde o dönemi yaşamış bir büyüğüme, “Hangisi daha kötüydü Çin Rejimi mi, yoksa Tunganlar mı?” diye sorduğumda bana ayrım yapamadığını söylemişti.
Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra görünüşte Çin’e bağlı ama Stalin güdümünde bir rejim kuruldu. Bu rejimin başındaki Sheng Shicai, 1937-1942 yılları arasında Doğu Türkistan’da kelimenin tam anlamıyla bir soykırım politikası yürüttü. Ancak 1942 yılında Rusların Almanlara karşı mağlup olacaklarını düşünerek rotayı Merkezi Çin Yönetimi’ne kaydırdı. Rusların buna tepkisi İli ve Altay bölgesinde bağımsızlık mücadelesi veren Doğu Türkistanlılara destek vermek oldu. Ancak bu desteğin geçici bazı menfaatler için olduğu ve ilk fırsatta Doğu Türkistan’a tekrar ihanet edecekleri açıktı. Kızıl Terör (Çin Komünist Partisi), iç savaşı kazandıktan sonra 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni Stalin’le iş birliği yaparak 1949’da yıktı.
1949 yılında Kızıl Terör, Doğu Türkistan semasını kaplamadan “vatan için vatandan ayrılan Doğu Türkistanlılar” uzun ve zorlu bir göçün ardından 1952 yılında Türkiye’ye geldiler. O tarihten itibaren hariçte Doğu Türkistan davasının merkezi Türkiye oldu. O dönemde Türkiye’nin Komünist Çin ile diplomatik ilişkisi yoktu. Çin devletini Birleşmiş Milletlerde halen Tayvan temsil ediyordu.
Her şey Küresel Siyonizm’in liderlerinden ve dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger’ın Temmuz 1971 tarihinde yaptığı gizli Çin ziyareti ile değişmeye başladı. Stalin sonrası Sovyetler ile arası bozulan, milyonlarca insanın hayatına mal olan İleri Büyük Atılım Kampanyası sonrası ekonomisi zor durumda olan Çin’le,Sovyetlere karşı müttefik arayan Amerika’nın çıkarları kesişmişti. Bu ziyaretten sonra 25 Ekim 1971’de Birlemiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan bir oylama ile Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Kurulu Daimi Üyeliği Tayvan’dan alınıp Çin Halk Cumhuriyeti’ne verildi.6
Kızıl Terör, Doğu Türkistan’da 1980’li yıllarda geçici bir ara verdi. Bunun nedeni artık Amerika ve Batı ile sıkı ilişkiler geliştiren Çin’in dışarıya hoş görünme çabasıydı. Sovyetlerin dağılma sürecine girdiği 1989 yılında meydana gelen Tiananmen katliamından sonra Kızıl Rejim, kodlarına geri döndü ve her şey yavaş yavaş eski karanlık zulüm günlerine dönmeye başladı. Bu arada Amerika ve Siyonist sermaye ile iyi ilişkiler devam etmekteydi. Bu ilişkiler 11 Eylül saldırılarından sonra tüm dünyada Müslümanlara karşı bir savaşa dönüşen sözde “Terörle Küresel Savaş” kapsamında stratejik ortaklığa dönüştü. Uzun zamandır Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmaya çalışan Çin, bu ortaklık sonrası 11 Aralık 2001 tarihinde istediğini elde etti. O tarihten 2013 yılında Kızıl Rejim’in yeni diktatörü Xi Jinping’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesini açıkladığı güne kadar Amerika ile Çin, Doğu Türkistan’da uygulanan yok etme politikalarında ortak hareket ettiler.7
1952 yılında Türkiye’yi Doğu Türkistan davasının merkezi yapan Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin, o tarihten itibaren hariçteki faaliyetlerini Türkiye’den yürütmeye başladılar. İlk başlarda Çin Halk Cumhuriyeti ile bir diplomatik ilişkisi olmayan, 1971 sonrası da dünya siyasetinde pek de etkin olmayan Çin’e karşı Doğu Türkistanlılara sahip çıkmak pek bedel istemeyen bir eylemdi. Mehmet Emin Buğra’nın 1965’te, İsa Yusuf Alptekin’in 1995 vefatı sonrası başsız kalan Doğu Türkistan toplumu ve Çin’in artan ekonomik gücü sonrası değişim kendini 1996’da göstermeye başladı. İlk olarak Türkiye’ye sığınma talebinde bulunan 13 Uygur aydın sınır dışı edildi. Daha sonra Doğu Türkistanlıları gösteri talepleri reddedilmeye başlandı. Zorda ilk terkedilecekler listesinin başında yer alan Doğu Türkistanlılara son darbe Mesut Yılmaz’ın 23.12.1998 tarih, 1998/36 sayılı “Gizli” Başbakanlık Genelgesi ile vuruldu. Bu genelgede özetle Doğu Türkistan’ın -genelgede “Xinjiang” olarak geçmektedir- Çin toprağı olduğu, Doğu Türkistan ile ilgili faaliyetlerin Çin ile ilişkileri bozduğu ve kamu görevlilerinin bu tür faaliyetlerden uzak durması gerektiği anlatılmaktadır.8 Tabii buradaki beklenti, hızla felakete doğru sürüklenen Türkiye ekonomi için Çin’den yardım almak idi. Ama maalesef beklenen Çin yardımı gelmedi ve Türkiye 2001 yılında tarihinin gördüğü en büyük ekonomik krizle sarsıldı.
Bu arada “Niye Doğu Türkistanlılar Batı ve Amerika ile çalışıyor?” diyenlere cevap işte bu genelgedir. Bu genelge sonrası hariçte Doğu Türkistan davasının merkezi mecburen Batı’ya kaymıştır.
2002 yılında herkes gibi Doğu Türkistanlılar için de yeni bir umut doğdu. Aslında her şey iyi gidiyordu, Mesut Yılmaz’ın genelgesi de unutulmuştu. Hatta 2009 yılında Urumçi katliamı için resmi ağızlardan soykırım kelimesi bile kullanılmıştı. Ancak işler ters gitmeye başlayıp, ekonomik sıkıntılar baş gösterdiğinde Doğu Türkistan yine reel politiğe kurban edildi. 2015 yılına gelindiğinde Doğu Türkistan’da terör bahanesi ile zulüm ve gözetim iyice artmış, gelmekte olan soykırımın kara bulutları iyice belirginleşmeye başlamıştı. 2015 yılının Ramazan ayında Türkiye’de geniş kitlelerin katıldığı bir Doğu Türkistan gündemi oluştu. Cumhurbaşkanının Çin ziyareti öncesi yaşanan bu durum yetkilileri rahatsız etti. Çözüm olarak Anadolu Ajansı Urumçi’ ye gitti, Çinliler ile beraber bir haber yapıldı.9 Bu durum, “Aslında orda önemli bir şey yok!”, “Bunlar Amerika ve Batı’nın yalanları!” gibi günümüzde de özellikle iktidara yakın kitlelerce sık sık dile getirilen soykırım inkâr söylemlerine gerekçe oldu.
Böylece Kızıl Terör Devleti, artık Doğu Türkistanlıların sahipsiz olduğuna kanaat getirerek, 30 Ağustos 2016 tarihinde bugün yaşanan soykırımı başlattı. Maalesef yine Çin’den beklenen ekonomik destek gelmedi. 2018 yılından itibaren ülke ekonomisi eski enflasyonist girdaba, hâlâ etkilerini yaşadığımız çalkantılı bir döneme girdi.
Yaşananlar şunu açıkça gösterdi ki ekonomik gerekçelerle Doğu Türkistan’ı görmezden gelmenin kimseye bir faydası olmuyor. Yaklaşık 7 yıldır Doğu Türkistan’da bir soykırım yaşanıyor, biz hâlâ “Acaba bunlar gerçek mi?” sorularına/sorgulamalarına muhatap oluyor ve Doğu Türkistan’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı’nın taktığı mavi kravatla avunmamız bekleniyor!..
Kalbimiz kırık, halimiz Aziz ve Celil olan Allah’a ayandır. Kalın sağlıcakla…
1 “Mektuplar teslim edilirken sık sık “Elhamdülillah”, “Allah’a şükürler olsun” diye tekrarladı ve ekledi: Bana büyük bir lütufta bulundunuz. Kraliçe’den bir mektup almakla onur duydum. Çok memnun oldum”. Thomas Douglas Forsyth, Report of a Mission to Yarkund in 1873, (Calcuta: Foreign Department Press, 1875), 11.
2 Shi Zhan, “The Belt and Road Initiative from the Perspective of the History of the World”, Regional Mutual Benefit and Win-win Under the Double Circulation of Global Value, ed. Wei Liu ve dğr. (Beijing: Pekin University Press, 2019), 135.
3 Aleksiei Nikolaevich Kuropatkin, Kashgaria Eastern or Chinese Turkistan; Historical and Geographical Sketch of The Country, Its Military Strength, Industries, and Trade, trc. Walter E. Gowan, (Calcutta: Thacker, Spin and Co, 1882)
4 Andrew D. W. Forbes, Warlords and Muslims in Chinese Central Asia, (Cambridge: Cambridge University Press, 1986), 115.
5 Hui Müslümanları etnik olarak Çinli (Han) değildir. Ming hanedanlığı döneminde uygulanan soykırım ve asimilasyondan sonra Çinlileşen çeşitli milletlere mensup Müslümanların oluşturduğu bir etnik gruptur.
6 A/RES/2758(XXVI) numaralı karar için bkz. Birleşmiş Milletler, “Gelen Kurul Kararları”, erişim: 02.06.2024, https://undocs.org/Home/Mobile?FinalSymbol=A%2FRES%2F2758(XXVI)&Language=E&DeviceType=Desktop&LangRequested=False
7 Bu konuda ayrıntılı okuma yapmak isteyenler için bkz. Sean R. Roberts, Uygur Savaşı, trc. M.Bahadır Arslan-Muhammed Akif Kalaycı (İstanbul: Ötüken, 2023)
8 Amine Tuna, Doğu Türkistan’da Asimilasyon ve Ayrımcılık, erişim: 03.06.2024, https://ihh.org.tr/public/publish/0/30/dogu-turkistanda-asimilasyon-ve-ayrimcilik.pdf, s.117
9 Anadolu Ajansı, “AA’nın Uygur bölgesinden ramazan izlenimleri”, erişim: 09.06.2024, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/aanin-uygur-bolgesinden-ramazan-izlenimleri/28157