Başka bir deyişle küresel emperyalist ve kapitalist sistem tüm yeryüzünü ifsat edip doğasından uzaklaştırmakta, insanı asli köklerinden koparmakta ve insanların arasına kin, nefret, fitne tohumları ekerek geleceği karartmaktadır.
Kendine karşı çıkanları kendi içinde eriterek yozlaştıran ve kendisi de mutasyona uğrayan küresel kapitalizm, ekonominin öznesi olması gereken insanı nesneleştirmiş ve doğasına yabancılaştırmıştır. Kapitalizm, hayatı ve kâinatı menfaat üzerinden tanımlayıp inşâ etmiş, “ya ben ya o” mantığıyla çatışmayı alevlendirmiştir. Gerçek ahlâkı yok etmiş ve onun yerine maddeci ahlâkı inşâ etmiştir. Kapitalizm, hak ve adaletten uzak, insanı yozlaştıran ve bitiren tutumu ile küresel anarşi ve terörün en büyük nedenlerinden biridir. Hem kendini hem de insanlığı ve dünyayı bitirecek süreci tetiklemeye devam etmektedir.
İnsanı bir değer değil de bir üretim aracı, kaynak ve tüketici olarak gören; dünyayı bir emanet değil de ele geçirilmesi gereken bir mal ve mülk olarak anlayan mevcut sistemler miâdını doldurmuştur. Gücün ve sermayenin temerküz edilerek otorite ve zenginliğin belli ellerde toplandığı bu fıtri/doğal olmayan gayri ahlâkî düzen artık sürdürülemez. Ancak durum çok iyi olmasa da umutsuzluğa gerek yoktur. Zira “Her şeye rağmen insan varsa umut da vardır.” Dolayısıyla bu durumu aşmanın yeni ve başka bir zemine taşınmanın atmosferi de yeni ve başka bir dünya tasavvur edip onu inşâ etmenin imkanları da mevcuttur. Bunun için yapılacak ilk iş, öncelikle bireylerin ve toplumların sağlıklı olmalarını ve güvenli bir gelecek tahayyül edip kendilerini oraya taşıyacak bir eyleyiş içinde bulunmalarını temin etmektir. İşte bu eyleyişin ana damarı insanlara ve toplumlara faydalı olacak bir “sâlih amel yumağı” ile buluşmak olmalıdır.
Birey de toplum da iç arınış ile yüceliş yaşamalı, dışa açılış ile insanlığı hayırla kuşatmalıdır. Bu noktada bireyi de toplumu da kendine getirecek eyleyiş bireyden başlayıp topluma yönelen içsel arınmayla kendini gösterecek ve kemale erdirecek olan sâlih ameldir. Böylelikle hakikat ve doğru kendini en incelikli ve güzel bir şekilde ve zora başvurmadan açığa çıkaracak, ümitleri tazeleyecek ve nasipleri çoğaltacaktır.
İman; hakikatinden ve doğruluğundan emin olunan şeye, bilgiye ve habere inanmaktır. İman sayesinde dünya ve âhirette emniyet sağlanır. Bu doğrultuda daha başlangıçta iyiyi isteyerek eyleyişte bulunmak ise sâlih ameldir. İman ile sâlih amel birbiriyle ilişkili ancak iki ayrı ve birbirini besleyen olgulardır. Sağlam inanç sahih din ile desteklenirse kâmil inanç yani iman olur. Ancak burada dikkat edilecek en önemli husus işin başında kendini gösteren iyi niyettir. Zira bu noktada gerekli titizlik ve özenin gösterilmemesi başka bir ifadeyle İslâm ve İslâmî gibi kutsal dini kavramların içselleştirilmeden aşırı kullanılması, meselelerin tam olarak anlaşılmasını ve problemlerin net olarak görülmesini engelleyeceği gibi geniş ve derinlikli kavrayışların önünü kapatacak ve hatta kutsal dinimizi töhmet altında bırakabilecektir.
Sâlih amel, genel olarak Allah’a ibadet ve kulluk yapmak, bütün insanların faydasına işler görmek demektir. Güzel ve meşru olan her türlü iş; şayet düzgün, sağlam ve dürüst yapılıyorsa bu, sâlih amel olarak nitelendirilir. Sâlih amel kavramının ne kadar önem taşıdığını, geniş ve kapsayıcı olduğunu Kur’ân ve sünnette çokça dile getirilmesinden anlamak mümkündür.
Yüce Allah birçok âyette, “İman edin ve sâlih amel işleyin.” buyurarak iman etmekle sâlih amel işlemeyi yan yana zikretmiştir. Bu âyetlerde geçen sâlih ameller nitelemesi, başta ibadetler olmak üzere her türlü olumlu ve yararlı davranışları ve işleri ifade etmektedir. Burada iman ile birlikte sâlih amel, Müslümanın hayat anlayışını, iş ahlâkını ve üretim felsefesini göstermektedir. Buna göre her meslek erbabı işini temiz ve dürüst yapmalı, hizmetin hakkını vermelidir ki böylece helalinden kazanmış olsun. Demek ki iman ve sâlih amel, kişiyi ahlâklı ve sorumlu davranışlara yöneltmeli, karşılıklı hak ve hukukun korunmasına sevk etmelidir. O halde sâlih bir kişinin işi, çalışması, üretimi de aynı şekilde iyi, güzel ve doğru olmalıdır.
Sâlih amel, Müslümanlara sadece âhiret mutluluğu değil, güzelliklerle dolu bir dünya hayatı da sunmanın yoludur: “Erkekten ve kadından, mümin olarak kim iyi bir amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeliyle mükafatlarını elbette vereceğiz.” (Nahl 16/97). “And olsun, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak sâlih kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.” (Enbiyâ 21/105). Umdeleri yeryüzü egemenliğinin sâlih amel işleyen birey ve toplulukların hakkı olduğunu ilan ederken şu müjdeyi de vermektedir: “Allah, sizlerden iman edip sâlih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi kendilerini de yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler. Hiçbir şeyi bana eş tutmazlar…” (Nûr 24/55).
Velhasıl insan ya sâlih bir amel işleyerek istikametini hayra yöneltecek ya da şer bir amel işleyerek istikametini ifsada yöneltecektir. Böylece her birey ve toplum kendi durumunu ve yapısını ortaya koyacaktır. Hayra yönelik gösterilecek irade yeni ve farklı bir gerçeklik olarak vücut bulacaktır. Tabii ki “Din bir tekliftir, kabul ya da reddetmek imkânı vardır ve bu kişiye kalmıştır. Zira cüz’î irade, özgür irade bunu gerektirir.”
Sâlih ameller ve insani edimler sonuç doğurucudur ve bu durum toplumun yapısını etkileyip geliştirir. Hedef insanlığı marûfta birleştirmek olduğuna göre insan, kendisini diğer insanların yani toplumun halinden ve geleceğinden soyutlayamaz. Diğer yandan toplum da insanın halinden ve geleceğinden sorumludur. Zira fesat ve zulüm son tahlilde yapanları aşıp herkesi kuşatan bir özelliğe sahiptir. Marûf denilen de esasta “iyiliklerin yaygınlaşarak herkesi kuşatması” bir bakıma kardeşlik toplumunun oluşmasıdır.
Toplumsal ilişkiler kardeşlik dayanışmasını gerekli kılmaktadır. İnsanların yapı taşları gibi birbirine kenetlenip güçlenmesi ve bir topluluk düzeni oluşturması en doğru tarzdır. Hepimiz birbirimizdeniz. Vasıtaların bolca olduğu ama amaçlarını yitirmiş bir dünyada toplum olmanın yeni bir anlamına da ihtiyaç vardır. Kardeşler toplumu fikrini birey ve grup çıkarlarının ötesinde bir hareket ve davranış prensibi üzerinden yapılandırmak gerekecektir. Yardımlaşma, dayanışma ve dostlaşma olmazsa insanlık fesada uğrar. İnsanlar, haklarına tecavüz edildiğinde veya hakları eksiltildiğinde ona karşı birlik oluşturmak zorundalar. Başka da yöntem yoktur.
İnsanlığın ve İslâm medeniyetinin temelindeki yaratıcı dinamizm iyi, güzel ve doğru davranışlarla, sâlih amellerle keşfedilip ateşlenirse işte o zaman insanlık kendine gelecek ve hakikat medeniyetinin kökleşmesini ve yayılmasını sağlayacaktır. İslam ve ondan neşet eden hakikat medeniyetinin her çağda ve her sorunda büyük imkanlar barındırdığı muştusu bilincimizi bileyecek, yüreğimizi coşturacaktır. Zira sünnetullah hep buna işaret ediyor.
Netice itibariyle, insanlığın ve dünyanın gidişatı karşısında yegâne, biricik ve tek kurtuluş yolu; hakikati eğip bükmeden usulünce ve kıvamınca dile getirmek, sâlih amellerle kendimizi inşâ etmek, hakikat medeniyetine sarılmak ve onunla hayat bulmaktır. Yeni ve başka bir dünya kurmak için gerçek ve büyük bir devrim yapmak için öncelikle mevcut anı aşıp yeni bir zemine taşınmak, başka bir deyişle “zihinsel hicret” etmek gerekir. O zaman insanlığın muhteşem dönüşünü görmek, yeni ve başka bir dünyanın kapılarını aralamak mümkün olacaktır.
Umut taze ve diridir. İnsanlığın dönüşü ve yücelişi yakındır.
Temel Hazıroğlu