Şahitlik, insan olmanın en temel sorumluluklarından biridir. Gözlemci olmak, sadece bir olayın tanığı olmak değil, aynı zamanda o olay karşısında bir duruş sergilemek ve doğruyu savunmak anlamına gelir. Bu kavram hem dini hem de vicdani açıdan derin bir anlam taşır ve insanlığın ortak değerleriyle yakından ilişkilidir.
Dini literatürde, şahitlik, adâletin sağlanmasında merkezi bir rol oynar. İslam’da, şahitlik yapmak adâletin sağlanması ve hakların korunması için kritik bir sorumluluk olarak görülür. Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey iman edenler! Adil şahitler olun…” [Nisâ, 4/135]. buyurulmuş ve bu emir, sadece adil olmayı değil, aynı zamanda adil bir şekilde tanıklık yapmayı da vurgular. Şahitlik, olayları tarafsız bir şekilde gözlemlemek ve adâletin yerini bulmasına katkıda bulunmak olarak tanımlanır.
Ancak, şahitlik sadece dinî bir yükümlülük değil, vicdanî bir sorumluluktur da. Vicdan, her bireyin içsel ahlaki pusulasıdır ve doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneğidir. Bir olayın tanığı olmak, o olayın ahlaki boyutunu değerlendirme sorumluluğunu da beraberinde getirir. Gazze’de yaşanan trajik olaylar gibi insanî krizler karşısında, vicdanımızı dinleyerek ve adâletin sağlanması için çaba göstererek bu sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.
Şahitlik, aynı zamanda toplumsal sorumluluk duygusunu da besler. Bir insanın yaşadığı acılara, haksızlıklara ve adâletsizliklere tanıklık etmek, sadece bir gözlemci olmayı değil, aynı zamanda bir eylemci olmayı da gerektirir. Toplum olarak, bu tür durumlara duyarsız kalmak, insanlık onurunu ve vicdani sorumluluğu hiçe saymak anlamına gelir. Gazze gibi bölgelerde yaşanan acılara karşı sessiz kalmak, bu acıları göz ardı etmek demektir.
Şahitlik hem dinî hem de vicdanî açıdan önemli bir yükümlülüktür. Olaylara tanıklık etmekle kalmayıp, bu olaylar karşısında adâletin sağlanması ve insan haklarının korunması için aktif bir rol üstlenmek, insan olmanın gereğidir. Şahitlik, adâletin ve merhametin temsilcisi olmayı, vicdanın sesini dinlemeyi ve eyleme geçmeyi gerektirir. Her bireyin bu sorumluluğu kabul etmesi, toplumsal huzur ve adâlet için atılacak en önemli adımdır.
İslâm tarihinin en kritik dönemlerinden biri olan hicret, sadece fiziksel bir göç değil, aynı zamanda inanç, adâlet ve vicdan mücadelesinin bir sembolüdür. Hz. Ebû Bekir’in (ra) hicret yolculuğu, bu mücadelenin en anlamlı örneklerinden biridir. Hicret, Müslümanların Mekke’den Medine’ye göç ederek dinî özgürlüklerini ve toplumlarını kurma çabalarının bir sonucuydu. Bu olay hem bireysel hem de toplumsal şahitlik anlamında derin bir önem taşır.
Hz. Ebû Bekir’in hicreti sadece bir kaçış değil, aynı zamanda adâlet ve hakkaniyet arayışının bir ifadesiydi. O dönemde, Müslümanlar Mekke’de zulme ve baskılara maruz kalıyor, inançlarını yaşama ve yayma konusunda ciddi zorluklarla karşılaşıyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in bu süreçte gösterdiği direniş ve cesaret, vicdani bir sorumluluğun ve hakka şahitlik etmenin önemini vurgular.
Bugün, Filistin ve Doğu Türkistan’da yaşanan drama benzer bir şahitlik ve vicdani sorumluluk çağrısını gündeme getiriyor. Filistin’deki insanlar, yıllardır süren bir insanî kriz ve sıkıntılarla karşı karşıyalar. Bu durum, bizlere geçmişin derslerini hatırlatıyor ve şahitlik etmenin, adâlet arayışının önemini yeniden gözler önüne seriyor. Tarihin derinliklerinden gelen bu mesaj, insanlık onurunu koruma ve mazlumların yanında olma sorumluluğunu beraberinde getiriyor.
Hz. Ebû Bekir’in hicrette gösterdiği sabır ve kararlılık, bugün Filistin’deki insanların yaşadığı zorluklarla kıyaslandığında bize bir yön gösteriyor. Bu tarihî örnek, adâletin ve insan haklarının savunulmasının sadece bireysel değil, toplumsal bir yükümlülük olduğunu anlatıyor. Gazze’deki durumun yakından izlenmesi ve bu bölgeye yönelik uluslararası dayanışma, geçmişin izlerinden yola çıkarak insanlığın ortak vicdanını harekete geçirmelidir.
Sonuç olarak hicretin ve Hz. Ebû Bekir’in şahitliği, sadece bir dönemle sınırlı kalmayıp, zaman ve mekân kavramlarını aşan bir anlam taşır. Bu anlam, insanlık tarihindeki adâlet arayışını ve vicdanî sorumluluğu her dönemde canlı tutar. Filistin’deki gelişmeler, bu şahitliğin ve adâletin evrensel çağrısını bir kez daha hatırlatıyor. Bizler de bu sorumluluğu kendi vicdanımızda ve toplumumuzda yaşatmaya devam etmeliyiz.