Giriş
Kur’ân okurken takip etmemiz gereken yöntemlerden biri de âyetin indiği dönemdeki insanların yani ashâbın yaşam öykülerini, mücadelelerini öğrenmek ve kimliklerini tanımaktır. Zira âyetler, onlar yaşarken indi. Kervanlarla yolculuk yaparken, Kur’ân’da helak oldukları anlatılan kentlerin yanından geçtiler. Tâlût’un ordusu Şeria Nehri’ni aşarken orada değildiler (el-Bakara 2/249-251) ama Roma İmparatorluğu’nun Persleri yenişine tanık oldular; kitap ehlinin putperestleri mağlup etmesine sevindiler (Rûm 30/1-6). Hz. Ebû Bekir, mağarada Peygamberimiz ile saklanırken Allah’ın kendilerini desteklemiş olduğunu haber veren âyetleri dinledi. Bedir’de sahâbîler, Hz. Peygamber’in talimatıyla attıkları okların ve mızrakların Allah adına atıldığını ve onun kabulüne mazhar olduğunu âyetle öğrendiler (Enfâl 8/17-18). Tebük’e cenge giden mücahitler, zorluk ordusunun sınandığını anlatan âyetleri işitince sarf ettikleri çabanın ne kadar değerli olduğunu anladılar (et-Tevbe 9/117). Medineli Müslümanlar, Mekke’den kaçan kardeşlerini evlerinde barındırdıktan sonra gelen âyetlerde kendilerinden övgüyle bahsedildiğini okurken büyük bir haz duydular(Enfâl 8/72). Eşlerinin ve çocuklarının Allah’ın âyetlerini öğrenmesi ve İslâm için cephelere koşarken rahat etmesi için evlerine bir kale gibi sahip çıkan kadınlar, Medine kuşatıldığında hanelerine tecavüz edilecek korkusuyla uyuyamayan anneler, âyetlerin kendilerinden bahsettiğini dinlediler ve gururlandılar (Ahzâb 33/32-35). İçinde Allah’ın adının anıldığı odalar kendi odaları; bir kandil gibi Kur’ân umdelerinin hayat bulduğu ve yollarına ışık saçtığı evler kendi evleriydi (Nûr 24/35-38).
Yaşadığımız çağda Gazzeliler, Kur’ân’ın şahitliğiyle mücadelelerini sürdürmektedir. Kur’ân kendilerine kendileri de Kur’ân’a şahitlik etmektedirler. Sanki âyetler yeni nazil oluyormuş gibi onların sabrına, sadakatine, direnişine ve mücadelelerine ışık tutmaktadır. Hendek Savaşı’nda (5/627) kuşatılan Medine halkı gibi muhasara altında yaşamaya çalışmaktadırlar. Canlarını feda ederken komutan ya da er, sıradan vatandaş ya da eğitimli diye kimseye iltimas yapmadılar. Mus‘ab b. Umeyr gibi öğretmenlerini, Hamza gibi komutanlarını, liderinin emrini dinleyip on okçu arkadaşıyla mevziinden ayrılmayan ve ölene kadar çarpışan Abdullah b. Cübeyr (ö. 3/624) gibi savaşçılarını, Hz. Osman gibi başkanlarını (ö. 35/656) feda ettiler. Bu isimlerin her birisinin bir örneğini Gazze’de bulabilirsiniz. Başbakan İsmail Heniye’yi, Batı Şeria bölge komutanı Salih Aruri’yi, son nefesini secdede vermeyi tercih eden Kur’ân hafızı cami imamı Teysir’i, Prof. Dr. Süyfan Tayeh’i, gençlik lideri Nureddin Bereket’i ve daha nicelerini ashaptan biriyle benzeştirebilirsiniz.
Elinizdeki bu çalışmada Kur’ân’ın şahitliğinde ashâbın baskıya, zulme, işkenceye ve sömürüye karşı gösterdiği direniş, tanıklık ve bu mücadeleden bazı tablolar ele alınacaktır. Bu şahitlik, Gazze ve Aksa Tufanı bağlamında değerlendirilecek ve Kudüs’ün özgürlüğüne şahit olmak isteyenlere birtakım fikri prensipler ve dersler aktarılmaya çalışılacaktır.
Allah’ın Sözünde Duracağına Şahitlik
Hz. Peygamber’in yanındaki insanlar, ilk günden itibaren onun mücadelesinin bir gün mutlaka başarıya ulaşacağına inanıyordu. Kur’ân onlara Hz. Peygamber’in inancının, bütün dinlerin üzerindeki yerini alacağını haber vermişti (Saff 61/9). Bundan dolayı Hz. Peygamber’in öğrettiği inancı, yolu ve düşünceyi bütün dinlerin üzerine taşımak için ellerinden gelen gayreti gösterdiler; Allah’ın söz verdiği zaferin gelmesi için çalıştılar.
Müslümanların Hz. Peygamber’in galibiyetine olan inançlarına ve şahitliklerine, Mekke’de inen ve nüzul sırasına göre 37. sırada yer alan Kamer Sûresi’ndeki “yakında o topluluk yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar!” âyetini misal verebiliriz. Müslümanların sayıca azlığını gören Mekke müşriklerinin özgüvenleri artmıştı. “Muhammed’i ve Müslümanları yok edecek güçteyiz. Bize herhangi bir zarar vermek isteyen, bize savaş açmak isteyen ya da birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyen herkesi yenebilecek güçteyiz ” diyorlar ve “Biz yenilmez bir topluluğuz” sloganıyla taşkınlık yapıyorlardı (Kamer 54/44). Âyetin iniş ortamına tanık olanlardan biri olan Hz. Ömer’in şu cümleleri, ashabın Allah’ın vadine ve zaferi kazanacaklarına olan inancını göstermektedir:
[Mekke’de bu âyet nazil olduğunda] “Ben, mağlup olacak olan topluluğun hangi topluluk olduğunu bilmiyordum. [Derken] Bedir Savaşı’nda (2/624) Hz. Peygamber’i [cenk ederken] gördüm. Zırhını kuşanmıştı; sıçrayarak atının üzerine binerken dilinden şu cümleler döküldü: “Yakında o topluluk yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar! Ama asıl vadeleri kıyamet günüdür ve kıyamet günü, daha dehşetli ve daha acıdır.” (Kamer 54/45-46).
Gerçekten de Bedir Savaşı’nda yenilen Mekkeli müşrikler, arkalarını dönüp kaçmışlardı. Âyetin Mekke’de indiğini ve Bedir Savaşının ise hicretten iki yıl sonra Medine döneminde meydana geldiğini göz önünde bulundurmalıyız. Buna göre Hz. Peygamber, bu hareketiyle âyetin savaş meydanındaki galibiyeti müjdelediğini ve müjdenin de bugün gerçekleşeceğini anlatmıştır. Bu sözleri duyan Hz. Ömer hem Allah’ın müjdesinin gerçekleştiğine hem de büyüklenenlerin nasıl bir yenilgiyi tattığına şahitlik etmiştir.
Tarihin her döneminde gücü, imtiyazı, kuvveti ve çokluğu hak sebebi kabul edenler kendilerini üstün görmüşler, şımarmışlar ve hakkı ve adaleti savunanları yok etmeye çalışmışlardır. Bugün Irkçı Emperyalizm ve Küresel Siyonizm, silahı ve teknolojiyi yani kaba kuvveti esas alarak dilediğini yapabilme hakkı olduğuna inanmaktadır. İnsanlığı sömürmekte ve soykırımına uğratmaktadır. Sahip olduğu enformasyon ve manipülasyon gücüne dayanarak kitleler arasında, hiçbir şekilde yenilemeyeceği propagandasını yaymaktadır. Sermaye çevreleri ve çok uluslu şirketler aracılığıyla insanları ve hatta idarecileri satın almış ve onları talimatına göre hareket eden kölelere çevirmiştir. Gazze ile Lübnan’da dilediği katliamı yapmakta ve hiç kimseye hesap vermeye tenezzül bile etmemektedir. Hz. Ömer, kendi döneminde bu sömürü sistemine şahit olmuştu. Evvela bu sömürünün sürmemesi gerektiğine inandı. Ardından sömürüyü ortadan kaldıracak bir teşkilata (ümmet) katıldı. Bu amaçla Bedir’de savaş meydanına koştu. Sonuçta yıllar sonra “yenilmez ordu” denen Mekke ordusunun birkaç saat içinde mağlup edilişine şahit oldu.
Gazzeli Müslümanlar, hakkın batılı her zaman yeneceğine ve bu konudaki âyet ve hadislere inandılar. Bunun için teşkilatlı bir şekilde, emir komuta hiyerarşisi içerisinde, bilimsel ve ilmi delillere dayanan disiplinli bir sistemle çalıştılar. Yirmi yıl boyunca Aksa Tufanı operasyonu için hazırlık yaptılar. 7 Ekim 2023 günü sabah 06.02’de mücahitler, 119 farklı noktadan kuşatmayı kırarak taarruza geçti. Binlerce füze fırlatarak düşmanı şaşırttılar. İsrail’in Gazze Tümeni’ni tamamen yok ettiler. 143. Tümen olarak da adlandırılan bu tümen, başarılarından dolayı “yenilmez ordu” lakabıyla anılmıştı. 2008 yılındaki Dökme Kurşun Operasyonu başta olmak üzere kuşatma altındaki Gazze’ye yapılan tüm saldırıları gerçekleştiren tümendi. Bin iki yüz civarında komandoyu öldürüp kalanları esir aldılar ve Gazze’ye götürdüler. Bu hadise, Hicaz’daki Yahudilere hitap eden, Hz. Muhammed’e hakarete ve kentte bozgunculuk yapmaya devam etmeleri halinde Allah tarafından cezalandırılacaklarını ve bu cezanın da Müslüman Araplar eliyle olacağını anlatan şu âyetin bir kez daha gerçekleşmesidir: “Eğer yine fesatçılığa dönerseniz biz de cezayı tekrarlarız. Biz cehennemi kâfirler için ebedî bir ceza yeri yaptık!” (İsrâ 17/8)
Ambargo Altında Şahitlik
Medine şehri, Mekkelilerin Roma’ya ulaşmasını sağlayan kuzey ticaret yolu üzerindeydi. Hz. Peygamber’in buraya hükmetmesi, Mekke’nin siyasi alanını da daraltan stratejik bir hamleydi. Ayrıca devlet düzeninin tüm kurumlarıyla işlemeye başlaması da Müslümanların inanç, hukuk ve sosyal alanlarda etkisini arttırıyordu. Bunu önlemek isteyen Mekke müşrikleri, ehâbiş adı verilen Irak ve Suriye Araplarının da aralarında olduğu çeşitli hiziplerle (ahzâb) ve farklı kabilelerle ortak bir ordu kurdular. Koalisyon Güçleri anlamına gelen Ahzap kelimesi, öneminden dolayı Kur’ân’ın bir suresinin de adı oldu. Zira bu sure, Müslümanların direnişini, münafıkların korkaklığını, Yahudilerin ihanetini, silahlarına ve sayılarına güvenen kâfirlerin yenilgisini anlatmaktadır.
Koalisyon güçleri Medine’ye doğru hareket ettiğinde Müslümanlar, Arapların o güne kadar görmediği bir savunma sistemi hazırladılar: Kentin çevresini hendeklerle kuşatmak! Yani sadece inançlarının doğruluğuna, kendilerinin haklı olduğuna ya da Allah’ın peygamberinin aralarında bulunduğuna bakarak beklemediler. Kalabalık ve teçhizatlı düşmanı uzakta tutarak yıpratmayı ve imha etmeyi tercih ettiler. Bundan dolayı savaşa, Hendek savaşı adı da verildi. Çıkan kumları hendeğin şehre bakan tarafına yığarak siper oluşturdular. Ayrıca bitişik nizamdaki evlerin duvarlarını savunma için kullandılar. 1 Mart 627 günü koalisyon güçleri şehre ulaştığında Müslümanlar dört biryandan kuşatılmıştı. Ellerindeki yiyeceklerle, stoklarla ve silahlarla yetinmek zorundaydılar. Dışarıdan bir destek alabilmeleri mümkün değildi. Korkudan insanların yürekleri ağızlarına gelmişti. 23 gün süren kuşatma o kadar zorluydu ki hiçbir olayda namazını aksatmayan Hz. Peygamber muhasara günlerinden birinde öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını gece topluca kılmak zorunda kaldı.
Kur’ân’da Hendek Savaşı’na, bu savaş esnasında nazil olan aile hayatıyla ilgili bazı dini hükümlere ve gerçekleşen olaylara yer verilmiştir. Kuşatma sırasında insanların inançlarının sınanmış, kiminin inancının sarsıldığı ve bazılarının Hz. Peygamber’e olan güvenlerinde şüpheye düştükleri aktarılmıştır (Ahzâb 33/9-11). Ancak dağlar gibi imanı olan Müslümanlar “düşman kuvvetlerini karşılarında görünce, “Bu, Allah’ın ve resulünün bize vaad ettiği durumdur, Allah ve resulü hep doğru söyler” dediler; bu onların ancak imanlarını ve teslimiyet duygularını arttırdı. Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaadlerini) asla değiştirmediler.” (Ahzâb 33/22-23).
Hendek Savaşı’nda Müslümanların direnişi ve sabrı, Gazze kuşatmasında yaşananların aynısıdır. Aralarındaki tek fark, tarih ve teknoloji farklılıklarıdır. Her ikisi de Allah’a sadakatle bağlı bir halkın, dünyanın en güçlü ordularına karşı direnebileceğini göstermektedir. Her ikisinde de düşmandan elde edeceği menfaatleri hesaplayan ve kent düştüğünde şehre başkan olmayı planlayan münafıklara karşı Müslümanlar uyarılmaktadır. Medine çevresinde hendek kazımı, düşmanın bilmediği bir strateji iken bu hendeklerden ilham alarak tüneller kazan Gazzeli savaşçılar, kurdukları sistem ve iletişim ağıyla Siyonistleri şok etmiştir. Herhangi bir kablosuz iletişim cihazı kullanmayan Gazzeli mücahitler, kendi döşedikleri kablolu iletişim ağlarıyla kendi aralarında haberleşmişler ve buna düşmanın sızmasını önlemişlerdir. Allah’a olan sadakat, komutana bağlılık, askerin maneviyatının dini eğitimle güçlendirilmiş olması, teknolojik hazırlık ve sabır neticesinde tam bir yıl Gazze’liler dışardan yardım almadan kendi imkânlarıyla Siyonistlere direnmeyi başarmıştır.
Medine kuşatma altındayken Hz. Peygamber halkın motivasyonunu arttırmak ve Müslümanların sürekli teyakkuz halinde olduğunu hainlere göstermek için bir grup mücahidi gönderir ve bunlar gece boyu tekbirler ve teşbihler getirerek şehrin sokaklarında dolaşırlardı. Gazzeliler de bombardıman altında Cuma namazı kılarak, Hafızlık icazet merasimleri düzenleyerek, hoperlerden tesbihatlar okuyarak ve Mevlid Kandili etkinlikeri yaparak bu yöntemi sürdürmektedirler.
Gazzeliler eylem ve söylemlerini Hz. Peygamber’in ashabına benzetmeye çalışan bir eğitim ve savaş anlayışına sahiptir. Mesela savaşçıların en sık dile getirdiği marşlardan birisi, ashabın hendek kazarken söylediği kafiyeli şiirlerin bestelenmiş halidir. Enes b. Mâlik’in anlattığına göre ensar hendek kazarken ve sırtlarındaki küfelerle kum taşırken şu beyti okuyordu:
علَى الجِهَادِ ما حَيِينَا أبَدَا نَحْنُ الَّذِينَ بَايَعُوا مُحَمَّدَا
“Hz. Muhammed’e biat edenleriz biz;
Sağ kaldıkça cihad yolundan dönmeyiz!”
Çok mutlu olan Hz. Peygamber, bu şiire kafiyeli bir beyitle karşılık vererek onlara şöyle dua etmişti:
فَبَارِكْ فِى الْأَنْصَارِ وَالْمُهَاجِرَه اللَّهُمَّ إِنَّهُ لاَ خَيْرَ إِلاَّ خَيْرُ الآخِرَه
“Allah’ım! Gerçek hayır, ancak âhiret hayrı
O hâlde mübarek eyle muhacir ve ensarı!”
Gazzelilerin tünel kazarken, askeri eğitim molalarında ya da cenazelerde topluca bu şiiri okudukları görülmektedir. Bununla Hz. Peygambere olan sadakate vurgu yapılır. Aynı şekilde kendilerinin kuşatma altındaki Medineliler gibi direneceklerini ve ölünceye kadar Siyonistlere karşı duracaklarını ifade etmiş olmaktadırlar.
Peygamberler Tarihine Şahitlik
Müslümanların peygamberi Hz. Mûsâ, Mısır’dan çıktıktan sonra yanındakilere Allah’ın kendilerine yurt olarak belirlediği ve Levh-i Mahfuz’da yazdığı mukaddes Filistin topraklarına yerleşmelerini emretti (Mâide 5/21-23). Bunun gerçekleşmesi için de Allah’ın Kudüs’ü ele geçirmelerine dair buyruğunu dinlemeleri, çarpışıp cihad etmeleri gerekiyordu. Hz. Mûsâ’nın istihbarat amacıyla gönderdiği on iki kişiden sadece iki yiğit adam, düşmana ani bir baskın yapmaları halinde Kudüs’e girebileceklerine dair rapor verdiler. Diğerleri ise korkularına yenik düşerek düşmanın cebbâr olduğunu ve asla yenilemeyeceğini söylediler.
Kur’ân’da bu iki yiğit adamın, liderleri olan Hz. Mûsâ’ya şu şekilde rapor verdikleri aktarılmaktadır: “Kapıdan üzerlerine hücum edin; oraya girdiğiniz an artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.” (Mâide 5/23) Bu âyet, Aksa Tufanı logosunun en üstünde yer almaktadır. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu söylemeliyiz. Gazzeli mücahitler bu âyeti serlevha olarak göstererek Hz. Mûsâ’nın yolunu sürdürdüklerini, Kudüs’ü ele geçirmeye hazır olduklarını, düşmandan korkmadıklarını, iki yiğit adamın gösterdiği rapora sadık kalacaklarını ve operasyonun Allah’ın rızası için yapıldığını anlatmaya çalışmışlardır. Bu husus İsrail’in askeri raporlarında da “Eriha Surları” başlıklı bir raporda yer almış ve Tevrat’ta da anlatılan bu olaya işaret edilmiştir.
Hz. Mûsâ’nın yanındaki insanlar, korktukları için ana yurtlarını istila edenlere saldıramadılar. Aslında Allah’a ve elçisine olan güvenleri de tam değildi. Durup dururken kendilerini niçin ölüme sürükleyeceklerdi! Allah zaten ölümsüzdü! Onun savaşması daha iyi olurdu (!) Hz. Mûsâ’ya dönüp “Sen git savaş! Allah da sana yardımcı olsun! Çünkü Allah yok edilemez ve kendi kendine de yok olmaz!” dediler (Mâide 5/24). Oysa Hz. Mûsâ onları “Kutsal topraklara girin, sakın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz.” diyerek uyarmıştı (Mâide 5/24). eṭ-Ṭaberī’ye (ö. 310/923) göre cepheye koşmayanlar “İki nedenle kaybedenlerden oldular. Birincisi, Allah’ın farz kıldığı cihad görevini terk ettiler. İkincisi, Allah’ın kutsal topraklara girme talimatına uymayıp ‘Onlar çıksın da biz öyle şehre gireriz. Savaş gerekiyorsa sen ve Allah gidip savaşın.’ dediler.”
Gazzelilerin bu âyeti sürekli vurgulamaları ve tarihteki olaya işaret etmeleri, ashâbdan öğrendikleri bir davranıştır. Bedir’de Mekke kervanını pusuya düşürmek için bekleyen Müslümanlar, karşılarında Kureyş ordusunu buldular. Kervan aldığı istihbaratla yolunu değiştirmiş ve ellerinden kurtulmuştu. Hz. Peygamber Mekke müşrikleriyle savaşıp savaşmama konusunda arkadaşlarının kanaatini almak istedi. Söz alan Medineli Mikdâd b. Amr (ö. 33/653) şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Biz sana İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya dediği gibi ‘Git, sen ve rabbin beraber savaşın, doğrusu biz burada oturacağız’ demeyiz. Fakat biz şöyle deriz: ‘Git, sen ve rabbin beraber savaşın, biz de sizinle birlikte savaşacağız’” Mikdâd sözünde durdu ve Bedir’de eli şehit oldu. Bedir’de atıyla savaştığı için ilk İslâm süvarisi kabul edilip “fârisü Resûlillah” lakabıyla anıldı. Ashabın Hz. Peygamber’e ve Hz. Musa’ya olan bağlılığını sürdüren Gazzeliler, ashâbın sözlerindeki sadakate bizi de şahit gösterdiler. Kendileri cepheye koştular. Pek çoğu kollarını, bacaklarını ya da uzuvlarını kaybetti.
Günümüzde Siyonistlerle her türlü ticareti yapan, normalleşen, onlara istihbarat taşıyan ve topraklarında emperyalistlerin askeri üs açmasına izin veren bazı Müslümanların “Allah’ım! Gazze’ye yardım et” şeklindeki dua ettiğini duyuyoruz. Bu cümle, İsrailoğullarının Allah’ın cepheye gidip savaşmasını ve Hz. Musa’nın kendilerini hiç yormamasını istemelerine ne kadar da benziyor! Bunların hali, Bedir Savaşı sürerken tepede oturup çatışmayı seyreden ve ellerini açıp yüksek sesle “Allah’ım! Savaşçılara yardım et!” diye dua eden bir kişinin haline benzer. Vakit, dua vakti değil cepheye koşma vaktidir. Bunların bazıları da Bedir Savaşı’nı izlerken kola değil çay içen ve bu eylemleriyle övgü bekleyen seyircilere benzetilebilir. Oysa Hz. Muhammed’in öldürüldüğünü zannedip bir köşede oturan arkadaşlarını gören Enes b. Nadr (ö. 3/625) gibi “Kalkın ve savaşın! Resûlullah neyin uğrunda öldüyse aynı şey uğrunda ölün!” cümleleri kulaklarında çınlayarak Gazze’nin yardımına koşmaları gerekmez miydi? Dünya sevgisi, uzun yaşama isteği ve ölüm korkusu, görevlerini yapmalarına engel oldu.
Hak ve Adâlet Uğrunda Tüm İnsanlığa Şahitlik
Ashâbın -kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla- büyük bir özgüvene ve cesarete sahip olduğunu görüyoruz. Hristiyanlara esir düşen Abdullāh b. Huzâfe’nin (ö. 35/655-56) dininden dönmektense idam edilmeyi seve seve kabul ederken gösterdiği cesaret, pek çok Müslüman esirin kurtulmasına neden oldu. Ḳādisiye’de Rüstem’in İslâm’la alakalı sorularına cevap vermesi için çağrılan Rib‘î b. Âmir, huzurda serilmiş ipek halı üzerinde ilerlerken elindeki mızrağın ucuyla halıyı baştanbaşa yırtmış ve toprak zemine oturmuştu. Onun sergilediği bu ihtişamın ve özgüvenin kaynağı neydi? Bunun nedeni, Allah’ın kendilerini seçmiş olduğuna inanmalarıydı. Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar gibi safsatalara değil gerçekçi bir şekilde Allah’a iman etmişlerdi. Hayra motor, şerre fren olmuşlardı (Âl-i İmrân 3/110). Tüm peygamberlerin tevhidi anlattığına dair insanlar arasında şahitlik yapmaları için adil bir ümmet olarak seçilmişlerdi (Bakara 2/143). Kendilerinin Allah tarafından seçildiğine inanan sahâbîler, korkusuzca hak din uğrunda çalıştılar.
Gazzeli Müslümanların eylemleri, Hz. Peygamber’in gerçek bir peygamber olduğunun şahitliği niteliğindedir. Esirlere eziyet etmemeleri, kadın esirlere hürmet etmeleri, kendileri mağdur olmalarına rağmen ellerindeki beslenme ve sağlık imkânlarını esirlere ulaştırmaları bu şahitliğin örneklerinden birisidir. Bunu gören pek çok insan, Müslümanlığı seçmiştir. Çocukları öldürülürken Allah hakkında tek bir saygısız ifade kullanmayan aksine evlatlarının naaşı başında “Sen bizden memnun oluncaya kadar neyimizi istiyorsan al” diyerek Allah’a münacâtta bulunan Gazzeliler, havarilerin sadakatinin, rabbani âlimlerin teslimiyetinin ve ashabın cesaretinin şahitleridir. Gazzelilerin bu şahitliği, seçilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir bölük, hakkı aleni şekilde ortaya koyacak ve düşmanlarını mağlup edecektir. Şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri hariç onlara muhalefet edenlerin muhalefeti kendilerine zarar da veremeyecektir. Bu durum, Allah’ın [müminlerin ruhunu alacak son rüzgârla ilgili] emri gelinceye dek devam edecektir.” Çevresindekilerin “Yâ Rasûlallah! Onlar nerededirler?” diye sorması üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Onlar, Beyt-i Makdis’te ve Beyt-i Makdis’in etrafındadırlar!”
Sonuç
Ashâbın hayatını okuyan pek çok kişi, gözyaşlarını tutamaz ve onlara hayran kalır. Zira fedakârlıklarını ve Allah’a olan teslimiyetlerini anlatmaya kelimeler yetmez. Sadakatlerini test etmeye ölçü yetmez. Ancak bu yaşanmışlıklar hep tarihin içerisinde bırakılır; genellikle yaşadığımız zamana taşınmaz. Onlar hep kılıçlı ve mızraklıdırlar; otomatik silahlı ve roketatarlı olabilmelerine ihtimal verilmez. Develerle dolaşırlar; dron üretebileceklerine olanak tanınmaz. Telefon ve bilgisayarın dünyasına göre düşünülmezler. Hep yalınayak ve entarililidirler; askerî üniforma ve postalla hayal edilemezler. Oysa onların verdiği mücadelenin neredeyse aynısı Gazze’de yaşanıyor. Ashâbtan birisinin ibadetini, kavgasını, sadakatini, cesaretini bir portre yapıp ortaya koysanız, karşınızda neredeyse onun aynısına denk gelecek Gazzeli kimlik bulabilirsiniz. Bu durum imaj, fikir ve İslâm’ı temsilde de geçerlidir.
Hz. Peygamber’in harplerinin gerçekleşme nedenleriyle Aksa Tufanı’nın gerekçelerinin örtüştüğünü söyleyebiliriz. Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlamasına neden olan bazı hadiseler şunlardır:
1. Siyonistlerin Hz. Peygamber’e hakaret edip onu aşağılaması.
2. Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine tapınak inşa etmek için harekete geçmeleri.
3. Mescid-i Aksa’da ibadet eden Müslüman kadınları dövmeleri, başörtülerini çekip açmaları ve saçlarından sürüyerek Kudüs sokaklarında tartaklamaları ve bu esnada bazı kadınların “Bizi kurtar Muhammed Dayf” şeklindeki yardım çığlıkları.
Gazzeliler, aldıkları Siyer eğitiminde bu hadiselerin bir kişinin hayatından vazgeçmesini gerektirecek kadar ağır olduğunu öğrenmişlerdi. Zira Kur’ân’da Hz. Peygamber’e ve İslâm’a hakaret savaş sebebi olarak tanımlanmıştır ve bu nedenle “küfrün ele başları”na suikastlar düzenlenmiştir (Tevbe 9/12). Müslüman hanımlara yapılan saygısızlıklar, Medine Yahudileri ile Müslümanların savaşmasına neden olmuştur. Bunu bilen Gazzeliler, Aksa Tufanı’yla sömürü düzenin baş aktörü olan siyonizme büyük bir suikast düzenlemiştir.
Tarih, bir şahitliktir ve her birimiz yaşadığımız hadiselerin şahidi durumundayız. Bu şahitlik ve tanıklık, hakkın safında yer alarak ya da batılı durdurarak olabilir. Batılı temsil eden Siyonistler, çoğu zaman beyazı siyah ya da siyahı beyaz olarak görmemizi sağlamaktadırlar. Batılı hakka karıştırarak zihinleri yanıltmaktadırlar. Müslümanların siyonistlerin propaganda yöntemlerinden etkilenmeden Aksa Tufanı’nda Gazzelilerin haklı olduğunu deklare etmeleri, Gazzelileri savunmaları ve onların zaferi için siyasî ve askerî girişimlerde bulunmaları gerekir. Unutulmamalıdır ki her zaman Hakk galip gelir. Arada sırada kötülük hegemonyasını sürdürse de Allah’ın yeryüzünü yaşanabilir hale getirecek salih kulları yeryüzüne hükümran olur. Bu Allah’ın yazgısıdır (Enbiyâ 21/105-106). Biz sadece kendi şahitliğimizi bihakkın yerine getirmeye çalışırız. Aliya İzzetbegoviç’in (ö. 2003) dediği gibi “Tarihi Allah yazar. Biz sadece nerede duracağımıza karar veririz.”
Allah CC razı olsun Değerli Hocam