Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden biri de eş-Şehîd ismidir. Her şeye benzersiz bir biçimde mükemmel şahit olan anlamına gelir. Yüce Allah kendisinden hiçbir şey saklanamayan şahittir.
eş-Şehîd, “şahid”in mübalağasıdır. Yani Yüce Allah öyle bir şahittir ki O’nun tanıklığı karşısında insanlar şaşar kalır. Çünkü akılları âciz bırakan bir şahitliktir bu. Hiç kimsenin O’ndan hiçbir şeyi saklaması veya kaçırması asla mümkün değildir. Kelime anlamı olarak şahit; bir olay gerçekleşirken orada bulunan ve olayı gözleriyle gören, olanları duyan kişiye denir. Allah kendisini uyku ve uyuklama tutmayan, her şeyi bizzat gören en yüce şahittir (Bk. Bakara, 2/255).
eş-Şehîd ismiyle yakından ilişkili olan üç güzel isim el-Alîm, el-Habîr ve eş-Şahid isimleridir. el-Alîm mutlak olarak her şeyi bilen anlamına gelir. el-Habîr her şeyden haberdar olan olayların iç yüzünü, görünmeyen gizli yönünü bilen demektir. eş-Şahid ismi ise olayların dış yüzünü, görünen yüzünü bilen anlamına gelir.
eş-Şehîd olan Yüce Allah görünen görünmeyen, gizli ve açık, maddî ve mânevî her türlü eyleme ve gönülden geçenlere şahittir. En yüce, en kusursuz şahitlik her şeyi yaratan Allah’ın şahitliğidir.
O’nun bizim her halimize şahit olması bizim için bir güven unsurudur. Öyle zamanlar olur ki, insan bütün çabasına rağmen karşısındakine derdini anlatamaz. İftiraya uğrar, kendini temize çıkaramaz. Bu ve benzeri durumlarda; “Yâ Rabbî! Sen şahitsin, gerçeği sen biliyorsun.”, diyerek Allah’a sığınmak insana huzur verir. Bize kötülük yapanın yaptığının yanına kâr kalmayacağını bilmek yanan gönlümüzü soğutur.
İnsan kulların kendisini gözetlemesinden hoşlanmaz, bundan rahatsızlık duyar. Çünkü insanlar bu yollarla elde ettikleri bilgileri o insanın aleyhinde kullanabilir, onu zor duruma düşürebilir hatta şantaj ve benzeri çirkinliklere tevessül edebilirler.
İnsan, Allah’ın kendisini gözetlemesinden rahatsızlık duymaz. Her an O’nun gözetiminde olduğunu bilen insan; davranışlarına dikkat eder. O’nun hoşnut olacağı şeyleri yapmaya çalışır ve bunu başarınca mutluluk hisseder. O’nun sevmediği şeylerden uzak durmaya gayret eder ve buna muvaffak olunca da sevinç duyar. eş-Şehîd ve eş-Şahid isimlerine inanan bir insan; elinden ve dilinden kimseye kötülük gelmeyen güzel bir Müslüman olur. Muhammedü’l-Emîn’in ümmeti olmaya yaraşan bir mümin olur.
Kur’ân-ı Kerîm’de eş-Şehîd ismi Yüce Allah’a nispetle yirmi yerde geçer. Şahid ismi ise bir yerde gelir. Yüce Allah’ın şahitliği bizim için hem dünya ve hem de ahirette hayırlıdır. Kıyamet günü hesaplar görülürken zerre miktar bile haksızlığa uğramayacağımızın güvencesidir. Çünkü O’nun tanıklığı mükemmeldir, adâletlidir.
Oysa kullar tanık olunca konuyu tam hatırlamayabilir, hatta yanlış hatırlayabilir. Tam görememiştir, eksik görme sonucu yanlış kanaate ulaşmış olabilir. Gereken açıklıkta göremediği için bilinçli ya da bilinçsiz olarak hatalı ya da yalancı tanıklık yapabilir.
“Yüce Allah’ın tanıklığı ise her bakımdan mükemmeldir. Eşsiz ve benzersizdir. Nerede olursanız olun, O daima sizinle beraberdir.” (Hadîd, 57/4) âyeti bu gerçeği ne kadar güzel dile getirir. Aynı husus Mücadele sûresi yedinci âyette şöyle vurgulanır: “Görmez misin? Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Üç kişinin gizli konuşması olunca dördüncüleri Allah’tır. Beş kişinin de altıncıları Allah’tır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka Allah onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onların yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah her şeyi sonsuz ilmiyle kuşatmıştır.”
Bu âlemde ve sonsuz olduğunu sandığımız evrende Allah’tan gizli hiçbir şey yoktur ve olamaz. Denizin dibinde de olsak, dünyanın en yüksek dağı olan Himalayaların tepesinde de olsak Yüce Allah her an bizimledir. İnsanlar yaratılanlardan dahi pek çok şeyi saklayamazken, her şeye mükemmel şahit olan Yaratan’dan elbette hiçbir şey saklayamazlar. Eşi ölmüş, çocukları da evlenmiş olan bir hanıma sorarlar:
-Yalnız mı yaşıyorsun?
-Hayır, der. Çok sevdiğim bir dostum var, onunla yaşıyorum, o beni hiç yalnız bırakmıyor.
-Dostunun çoluk çocuğu var mı?
-Yok.
-İyiymiş.
Onların bu sözleri üzerine hanım tebessüm ederek der ki:
-O sizin tanıdığınız biri.
-Öyle mi, kim peki?
-Yüceler Yücesi Allah! O benim en yakın dostum, beni hiç yalnız bırakmıyor.
Hanımlar bu cevap karşısında bir an sessiz kalınca hanımefendi devam eder:
-Yüce Rabb’im her an benimle iken ben yalnız yaşıyorum demeye haya ederim, güzel kardeşlerim.
Yunus Emre’nin “Sensin bana benden yakın.” mısrasıyla anlatmaya çalıştığı gerçek: Allah’ın bize bizden daha yakın olduğudur. Bizim kalbimizin kırkıncı odasına saklayıp, kendi kendimize bile itiraf edemediğimiz en gizli duygu ve düşüncelerimizi O bilir. Yüce Rabb’imiz Kâf sûresi on altıncı âyette buyurur ki: “Gerçek şu ki insanı yaratan biziz. Benliğinin ona ne gibi vesveseler verdiğini (içinden neler geçip durduğunu) biliriz. Biz O’na şah damarından daha yakınız.”
Bizi bizden daha iyi bilen, daha iyi tanıyan ve bizim iyiliğimizi isteyen bir Rabb’imiz var elhamdülillâh. Allah dostlarından biri diyor ki:
-Bir kul günah işleyeceğinde insanlar görmesin diye kapıları kapar, perdeleri örter, böylece herkesten saklandığını sanır. Oysa Yüce Allah ona der ki;
-Ey kulum! Beni görenlerin en küçüğü yaptın!
Yani sen insanlardan çekindin, utandın ama görenlerin en önemlisi olan beni düşünmedin, beni unuttun. Oysa kendisinden çekinilmeye en çok layık olan Allah’tır!
Âlemlerin Rabbi olan Allah bazılarını bazılarına şahit kılmıştır. Örneğin; peygamberleri ümmetlerine, Muhammed ümmetini de diğer ümmetlere şahit kılmıştır. Bakara sûresi 143. âyette buyurur ki; “İşte sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki böylece insanlığa örnek ve model olasınız ve Resûl de size örnek ve model olsun.”
Allah’ın Resûlü’nün ümmetine model olması; söz ve davranışları, kısacası yaşantısı ile onlara örnek olması anlamına gelir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de bize Peygamberimiz’in “üsvetün hasene” yani “en güzel örnek” olduğunu bildirir. Bir insan, bir peygamber ki onu Allah övüyor; bu ne yüce bir iltifattır. Çok şükür ki biz o yüce Peygamber’in ümmetiyiz. Bizim biricik önderimiz odur.
Bu durumda bize düşen hayatımızın her ânında onu örnek almaktır. Eğer biz ümmet olarak o güzel Peygamber’in yolundan gidebilirsek o zaman diğer ümmetler için güzel bir örnek olabiliriz. “İslâm’ı öyle güzel yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin,” sözleri bu gerçeğin bir başka açıdan ifadesidir.
Yüce Allah’ın eş-Şehîd isminin tecellilerinden biri de bize melekleri ve bizzat kendi organlarımızı şahit kılmasıdır. Kâf sûresi 17 ve 18. âyetlerde şöyle buyurulmaktadır;
“Her insanın sağında ve solunda oturmuş iki kayıtçı melek onun her sözünü ve davranışını yazmaktadır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”
Bir grup insana bulundukları odada kamera olduğu, çekim yapıldığı söylense herkes konuşmalarına ve hareketlerine daha çok dikkat eder. Sağ ve sol omuzlarımızda bizim her yaptığımızı kaydeden “Kiramen Kâtibîn” isimli melekler vardır. Yaptıklarımıza yer, gök, güneş ve yıldızlar şahittir. Kendi bedenimiz ve organlarımız da bize en yakın olan şahitlerdir. Kıyamet günü bizim hakkımızda tanıklık edecekler. Yasin sûresi 65. âyette bu gerçek şöyle vurgulanır:
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.”
Kıyamet günü hesaba çekilirken Yüce Allah insanların ağızlarının mühürleneceğini yani konuşamayacaklarını bildiriyor. Ağızlarıyla konuşamayacaklar ama elleri, ayakları, derileri, gözleri, kulakları kısacası organları yaşadıkları her şeye tanıklık edecekler. “Yâ Rabbî! Benimle şunlara baktı, şunları tuttu, şunları dinledi, şunları yaptı, şuralara gitti.” diye bir bir anlatacaklar. Öyle ki insan hiçbir şeyi inkâr edemeyecek. Bu husus Fussilet sûresi 20-23. âyetlerde çok çarpıcı bir biçimde şöyle dile getirilir;
“Nihayet oraya geldiklerinde vaktiyle yaptıklarından dolayı kulakları, gözleri ve derileri onların aleyhine şahitlik eder. Derilerine, “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” diye sorarlar. “Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu.” derler. İlk önce sizi O yarattı, şimdi de yine O’na dönüyorsunuz. Yaşarken siz kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte Rabb’iniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz.”
Bu hâle düşmelerinin nedeni yaşarken her an O’nun kendileriyle birlikte olduğunu unutmaları, eninde sonunda O’nun huzurunda hesap vereceklerini göz ardı etmeleridir. Bu tutum bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür.
Şehid kelimesi dilimizde, farklı bir anlamda “Allah yolunda can veren kimseler” için de kullanılır. Onlar sahip oldukları en değerli şey olan hayatlarını Allah yolunda feda etmişler, böylece Allah yolunun şahitleri, şehitleri olmuşlardır. Bazı İslâm âlimleri; “Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayarak her bakımdan örnek olan” kişilerin de şehid kapsamında değerlendirilebileceğini söylemişlerdir. Bu sözlerine de Hadîd sûresinin 19. âyetini delil gösterirler;
“Allah’a ve peygamberine iman edenler, (evet) işte onlar Rableri yanında özü, sözü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar da cehennem ehlidirler.”
Fatiha sûresini okurken “Bizi nimet verdiğin kullarının yoluna ilet.” diye dua ederiz. Nimet verilen kullar kimlerdir? Çok mal mülk ya da makam mevki verilenler mi? Hayır. Nimet verilen kulların kimler olduğu bize Nisâ sûresi 69. âyette bildiriliyor;
“Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”
Bu âyetin nüzul sebebi Hz. Sevbân’la ilgili bir olaydır. Sevgili Peygamberimiz (sas) bir süredir Sevbân’ın çok üzgün ve dalgın olduğunu adeta sararıp solduğunu gözlemliyor. Ve bir gün ona:
-Senin bir derdin, bir sıkıntın mı var, diye soruyor.
-Evet yâ Resûlallah!
Resûlullah Efendimiz (sas) derdinin ne olduğunu sorunca da:
-Yâ Resûlallah! Ben sizi öyle çok seviyorum ki özleyince hemen koşar gelirim. Nur yüzünüzü görür, güzel sözlerinizi dinler çok mutlu olurum. Ben düşündüm ki siz ve ben ahirete gittiğimiz zaman ben bu imkâna sahip olamayacağım. Siz peygambersiniz sizin yeriniz elbette benden çok daha yüksek olacak. Ben burada sizi istediğim zaman görüyorum, cennette sizi her istediğim zaman göremezsem ne yaparım diye endişe ediyor, üzülüyorum. Sararıp solmamın nedeni budur.
Hz. Sevbân’ın yüreğindeki peygamber sevgisini yansıtan bu sözler karşısında Resûlullah Efendimiz sessiz kalıyor. Bir süre sonra Yüce Allah Nisâ sûresi 69. âyeti gönderiyor. Peygamberimiz hemen Sevbân’ı çağırtıyor ve ona bu âyeti okuyor ve Sevbân teselli oluyor.
Gönlümüzden geçen şudur: Yüceler Yücesi Rabbimiz! Kusurumuz hatamız çok ama her an bizimle olduğuna candan inanıyor, güveniyoruz. Belki hiç layık değiliz ancak biz bize bakarak değil senin sonsuz lütfuna, cömertliğine, rahmetine sığınarak yalvarıyoruz. Rabb’im ne olur! Mahşer gününde yüzümüzü ak eyle! Bizi de bu güzel kullarından ve onlara arkadaş olanlardan eyle!