Menü
Ahmet Mercan
Ahmet Mercan
Küresel Büyü ve İnsanın Tükenişi
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Modern küresel dünya, ulus devletleri tedavülden kaldırarak homojen bir dünya vatandaşlığını ikame etme sürecinde çeşitli sancılar yaşıyor. İlginç olan tarafı şu ki: Batı medeniyeti kadîm Yunan’dan beri, ikili bir anlayışla kendini dayatırken gelinen son aşamada bütün medeniyetleri, dinleri, kültürleri devre dışı bırakarak insanın arzularını merkeze alan küresel homojen bir yapıyı, kişiye has zevklerin talebiyle meşrulaştırmaya gidiyor. Greklerde polis/şehir merkezi ve kadınlar, köleler düşük kategoriydi. Dışarıdakiler barbar yani ötekiydi. Vergi veren ve erkek prototip vitrindeki ve dolayısıyla makbul olandı. Aydınlanma aynı şablon üzerinden paradigmayı değiştirdi. Ayrımı daha da derinleştirdi. Kartezyen felsefe her şeyi ikili bir yapı ile karşıtlık üzerinden ele aldı ve özne-nesne ikilemi üzerinden kendini tanımladığı yeni merkeze yerleştirdi. Varlığı, düşünceden başlatan Descartes düşünmeyi beceremeyen, henüz o aşamaya gelmediğini varsaydığı Asya ve Afrika toplumlarını düşünen Batılı anlayışın nesnesi olarak, potansiyel insan olarak ele aldı.

Bunu yaparken Descartes eski Yunan geleneğini de aşarak hakikat tanımını referans kullanmayan akıl üzerinden kurguladı. Dinlerin, insanın savunmasız olduğu, vahşi hayvanlar ve tabiat olaylarına karşı geliştirdikleri psikolojik güven ihtiyacından doğduğu tespitini yaparak akla alan açtılar. Batılı felsefeciler aşkın alanı, varlık tasavvurunu dış alemden insan aklının içine taşıyarak modern aklın, hakikati bulmak için hiçbir rehbere ihtiyaç duymadığını belirtirler.

Öncelikle İslâm, insan hevesi sözü değil, bir rehber aracılığıyla insanlığa indirilen “en büyük haberdir”. Bu haberin insanın aklına rehberlik ettiğini, düşünce duyarlılığını oluşturduğunu düşündüğümüzde ayrımcılığa düşmeden, doğuştan saf, makbul olarak görürüz. Şerefli bir varlık olarak bir anne ve babanın çocukları olarak değer görmek, doğuştan fıtrat kardeşliğini, ayrıma mahal vermeyen bir tutumla muhatap almayı gerektirir.

Mevlâ’nın insana ruhundan üflemesi İslâm’da değerin kaynağı olmanın ötesinde birleştirici, ayrımsız bütünlüğü ortaya koyar. İslâm daha inancını, etnik kökenini, cinsiyetini, statüsünü bilmeden biyolojik yapısıyla insanı şerefli ve saygıya muhatap kabul eder.

Dünyaya gelen her insan, Allah’ın (cc) muradıdır. Vahiyle muhataplığı teklif bahsindedir ve dayatmaya uğramadan, hiçbir tesir altında kalmadan iman eder veya inkâr eder. İman edenler muvahhid olarak kabul ettikleri söylemin sorumluluğunu da üstlenir. Böylece aynı hukukla “kazanılmış” bir kardeşlik iklimine kavuşurlar.

Mümin olma bu anlamda Allah (cc) katında değer kazanmış olur ve imanını erdemlilik/sâlih amel süsleyen bir ömür sonucunda ahirette cennetle ödül beklentisine girerler. Bu durumda iman edenle inkâr eden bir olmaz. Ancak inkâr eden bu durumdan ötürü dünyada bir cezayı hak etmez. Onun hesabı ahirete tehir edilir.

İman eden mümin hidayetin Allah’tan (cc) geldiğini bilir ve imanını muhafaza etmek için ümit, korku/hayf ve ceza kanadını takar. Tekrar inkâra düşmekten korkar. Umutla “sırat-ı müstakim”de sabit kalmaya çalışır. Bu ikilem arasında Müslüman teyakkuz hâlindedir. Öte yandan aynı kurtuluş söylemine insanlığı davet etme çabasına girer. Mümin kendi durumunun garanti olmadığını düşünür ve hemen her sûrede, dualarda “ayaklarının İslâm’da sabit kılması” için niyazda bulunur. Bütün insanlığı da hidayete muhatap görür. Gün geldiğinde kınayacağı inkâr ehlinin kendisinden daha erdemli mümin olabileceğini düşünür. Bu düşünce müminin konumunu mütevazi bir tutum üzere ötekisiz kılar. Geleceğin ne getireceğinin belirsizliği bir bilinç olarak değişimleri kaçınılmaz kılar. İslâm tarihinde ve günümüzde yaşanan savrulmalar daha dikkatli olmayı gerekli kılıyor. Minarenin dibine büyüyen inkârcı olabilirken dünyanın bir ucundan hiç beklenmedik biri Müslüman olabiliyor. “Akıbet hayır” vurgusunun bir dua olarak ortaya çıkışı bu iki ihtimalli yönelimi geçerli kılar ve ötekisiz bir hayatı mümkün hâle getirir.

Toplumsal alanda İslâm’ın farkını iki özellik üzerinden anlamaya çalıştığımızda görürüz ki İslâm’ın birlikteliği zulüm yapmayan hiç kimseye tehlike oluşturmaz. İslâm’ın birey ve toplum bağı adalettir çünkü.

İkincisi; İslâm’ın gerek kitap ve gerek pratik üzerinden incelediğinde hiçbir zaman dayatmacı olmadığı görülür. En güçlü zamanında dahi bir gayr-i müslimi İslâm’a girmesi için zorlamadığı gibi inananlara ait yaşam tarzını da inkârcılardan istememiştir. Tarihin hemen her kesitinden bunu izlemek mümkündür. Endülüs’ten, Osmanlı uygulamalarından ortaya çıkan örnekler büyük bir özgüvenin varlığını gösterir ve açıkça görülür ki söylem, eylem ve pratik üzerinden, başka din ve kültürle yaşama becerisi imtihanından sadece İslâm başarıyla geçmiştir.

İslâm’ın iktidarı, gayr-i müslimlerden kendi değerlerini yaşamasını beklemez. Ülke güvenliği açısından destek ister ülke aleyhinde çalışmama sözü alır. Her dini ve azınlığı kendi değerlerine göre ortaya koymalarına yardımcı olur. Her insanın canı, malı, nesli, aklı, dini İslâm yönetiminin güvencesi altındadır. Günümüzde evrensel bildirgeye yansıyan bu maddelerin neden hayata yansımıyor olduğu sorusu büyük önem taşımaktadır.

Tam da burada Batı’nın insanı kaybedişi devreye girer. İslâm insanı zararlı işlerden alıkoyarken, erdemli işleri teşvik eder. İnsan, toplum ve devlet için doğru, iyi ve güzel aynı yerdedir. Sorumluluğun adresi mümin kalbidir. Dolayısıyla bir başka insanın kalbine ne kadar güven duyuyorsanız o ülkenin gelişmişlik seviyesi de o kadardır. Ortada herkes için iyilik ilkesi varsa bunu polis gücüyle koruyamazsınız. Ancak ibadet bilinciyle kötülük engellenir, iyilik yaygınlaşır. Buna da ahlâk adı verilir. Ahlâktan kopuk bir aklın denetim mekanizması nasıl ..

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x