Bir Savaş Bir Mektep
Beyza Almatopu
Tarih, insanın geçmişi ve mektebidir. Tarih insana rehber olur, önünü aydınlatır ve yol gösterir. Tarihte yaşanmış olaylar tecrübe almamız açısından önümüzde ışık gibi durmaktadır. Tarihten tecrübe edinerek yola çıkmayı Türk tarihinde İstiklal Harbi özelinde ele aldığımızda bize çok şey söyleyecektir.
İstiklal Harbi, tarihte milletimizin maddi-manevi verdiği mücadelenin adıdır. 1919’dan itibaren başlayan bu mücadele İslâm’ı huzur içinde yaşadığımız topraklarımızın bütünlüğünü bozmak isteyenlere karşı verilmiştir. Bir avuç Müslümanın eliyle verilen ve kazanılan bu savaşın tarihe bıraktığı iz ve bilinç konuşmaya değerdir.
İstiklal Harbi, Türkiye’nin topraklarında kadınından, erkeğine hemen her ferdin eliyle yaşanmış, kazanılmıştır. Cihada çıkabilecek olan ve hatta çocuk yaşta olanların bile çıktığı, kadınların çocuklarıyla cephe arkasında mücadele verdiği, hiçbirini yapamayanların cihada çıkanlara maddi destek vermesiyle yaşanmıştır. Efendimiz (sas) “Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır.” [Buhârî, “Cihâd”, 38] buyruğuna uyan bu millet tamamen İslâm adına bir cihada destek vermiştir. Bu nebevî sedayı duyan millet nasıl olur da yerinde durabilirdi? Nitekim durmadı da istiklalini elinde tutmayı garanti haline getirene kadar…
İstiklal Harbi, İslâmî bir kaygının mücadelesi ve savaşıdır. O kaygının getirdiği gayret olmasaydı bu savaş verilemezdi. İşte bu kaygının ve gayretin bir örneği:
15 Mayıs 1919, İzmir de Yunan işgali başladığında Denizli Mütfüsü Ahmed Hulusi Efendi halkı topladı ve İstiklal Harbinin ilk cihad fetvasını verdi:
“…Hiçbir müdafaa vasıtası olmayan Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur.” [Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 1/ 81] İslâmî bir endişenin sonunda müftünün verdiği bu fetvayla tüm milletin bu çağrıya kulak verdiğini tarihten okuyoruz. Hiçbir vasfı olmayanın, silahı elinde olmayanın bile gerekirse taşla bu cihada destek vermesi istenmiştir. Bu endişeyi taşıyanların İslâm’ı gönüllerinde ve hayat nizamlarında onsuz yaşayamayacak olanlar olduğunu da ayniyle okuyoruz. Biz bu okumaları tarihi bir menkıbe olarak mı okuyacağız peki? Siyerin hiçbir sayfasını menkıbe gözüyle okumayan bizler, tarihi de bu gözle okumayacak, onu bugün hayatlarımızda varsa benzeri bir alan oraya taşıyacak, bu bilinçle okuyacağız.
Mücadelenin bir örneğini yine kendini İslâm ile değerlendirmiş bir müftünün yaşadığı hatıra ile görüyoruz:
İzmir işgale uğramadan evvel İzmir Vâlisi, Yunanlılara mukavemet gösterebilecek kişileri uyararak işgale müsaade etmelerini istemiştir. Bunun üzerine İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi ayağa kalktı. Eliyle beyaz sakalını sıvazlayıp göstererek: “Vâli Bey! Bu, kanımla kırmızıya boyanabilir. Fakat alnımda Yunan alçağının sükûnet ve tevekkülle karşılamış olmanın karası olduğu halde huzur-i ilâhiye çıkamam.” diye bağırarak Vâli’nin cevabını beklemeden toplantıyı..