Özelde sahâbe-i kirâmın kıvam ve konumunu, genelde müminlerin durumunu belirleyen hadislerden biri de sahâbîlerin “yeryüzünde Allah’ın şahitleri” olduğunu bildiren rivayettir. Konuya dair rivayetlerin hemen hemen hepsi -bazı anlatım farklılıkları olmakla birlikte- özde birleşmekte ve “Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz” vurgusuyla ve hatta bu ifadenin üç kez tekrar edilmesiyle sona ermektedir.
Olay ve Sebeb-i Vürûd
Enes b. Mâlik (ra) anlatmaktadır:
Peygamber (sas) ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken onların yanından bir cenaze geçti. Orada bulunan ashâb-ı kirâmdan bazıları o cenazeyi hayırla andılar. Bunun üzerine Nebî (sas), “Kesinleşti.” buyurdu. Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resûl-i Ekrem (sas) yine “Kesinleşti.” buyurdu. Bunun üzerine Ömer İbnü’l-Hattâb (ra), “Ne kesinleşti yâ Resûlallah?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurdu: “Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz, yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” (Buhârî, “Cenâiz”, 86; “Şehâdât”, 6; Müslim, “Cenâiz” 60).
Olayın Tekrarı
Bazı rivayetlerde olayın, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde bir kez daha tekrar ettiği anlatılmaktadır. Hz. Ömer de Peygamber Efendimiz (sas) gibi “kesinleşti/gerçekleşti” diye tepki vermiş; neyin gerçekleştiği sorulunca da yukarıda aktardığımız cenaze olayını hatırlatarak Hz. Peygamber’in sözlerini aynen nakletmiştir (Bk. Nesâî, “Cenâiz”, 50).
Bu rivayet, -iki olaydaki şahit konumunda bulunan kişilerin az-çok değişmiş olduğu dikkate alınınca- sadece sahâbîlerin değil onların iman ve kıvamını paylaşan, onlar gibi olmaya çalışan olgun müminlerin de “yeryüzünde Allah’ın şahitleri” olma özelliğini taşıdıklarını göstermektedir. Nitekim İmâm Buhârî’nin “Şehâdât” babında geçen rivayetinde “siz” yerine, “müminler” ifadesinin bulunması ve açıkça “Müminler yeryüzünde Allah’ın şahitleridir.” buyurulması sahâbîler gibi diğer müminlerin de yeryüzünde Allah’ın şahitleri olduğu anlamına gelir.
“İyilikle (hayr) andılar”, “kötülükle (şer) andılar” diye rivayetlerin çoğunda kapalı olarak değinilen tanıklık, Hâkim’in rivayetinde açıklık kazanmaktadır. Bu rivayette birinci kişi için “Falancalardan fülandır. Allah’ı ve Resül’ünü seven, Allah’a ibadet eden ve hayra koşan iyi bir kişidir.” denildiğini; ikinci kişi için ise, “Falanca kabileden falandır. Allah ve Resûl’üne kin besleyen sürekli günah işleyen ve fesat çıkarmaya çalışan kötü bir kişidir.” diye tanıklık edildiği belirtilmektedir (Bk. Hâkim, Müstedrek, 1/377). Böylece asıl rivayetteki “hayr”ın ve “şer”rin mâhiyeti/niceliği ortaya konulmuş olmaktadır.
Ayrıca Hâkim’in rivayetinin sonunda, “Allah’ın yeryüzünde bazı melekleri olduğu ve bunların, kişilerin iyilik ve kötülüklerini insanların diliyle açıkladıkları (inne lillahi melâiketün tentıku alâ elsineti benî âdeme bimâ fi’l-mer’i mine’l-hayri ve’ş-şerri)” ifade buyurulmaktadır.
Bu ifadeler öncelikle sahâbîlerin, genelde de kimi müminlerin, bazı meleklerin bir anlamda sözcülüğünü yaptıklarına delalet etmektedir. Bu tür bir aynileşme, hiç kuşkusuz sahâbîler için bir kıvam göstergesi, müminler ve tabii ki insanoğlu için büyük bir şereftir. Ebû Dâvud’un rivayetinde de bu mâna, “Melekler gökyüzünde Allah’ın şahitleridir, siz de yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz. Sizin kiminiz kiminize şahitsiniz” açıklaması ile desteklenmektedir.
Şahitlik-Kıvam İlişkisi
Şehâdet, olan-bitene tanıklık etmektir. Olan-bitenin niteliği ise ileride olacak olana işarettir. Tanıklığın doğru yapılmış olması, neticenin nasıl gerçekleşeceğini istidlâlî olarak önceden haber vermek anlamına gelmektedir.
Ölüler hakkında yapılan şehâdetin, onların âhiretteki durumunun göstergesi sayılabilmesi için, o şehâdeti yapanların kimlik ve kişilikleri önem arzeder. Bu hadiste söz konusu olan şehâdet, fazilet ehli, doğruluk ve ihlâs sahibi kişilerin şehâdetidir. Fâsık ve günahkârların şehâdeti değildir. Çünkü günahkârlar veya dinin doğru bulmadığı fikirlere kapılmış kimseler kendileri gibi düşünen ve yaşayanları “iyidir” diye övebilirler. Bunun İslâmî mânada bir şehâdet/tanıklık değeri yoktur.
Öte yandan bir kimseyi kötülükle ananla anılanlar arasında düşmanlık olmamalıdır. Herhangi bir sebeple aralarında düşmanlık olanların yekdiğeri hakkında “kötüydü” demesi de makbul bir şehâdet değildir. Hatta dinine bağlı kimseler için dine karşı olan çevrelerin ya da dinsizlerin “kötü” demeleriyle iyi insanlar kötü sayılmazlar.
Salâh ve takvâ sahibi kimselerin, hayattayken iyi vasıflarıyla tanıdıkları kimseyi öldüğü zaman da bu vasıflarıyla anmaları o kişinin cennetlik olduğunun alâmeti sayılır. Bunun aksi de geçerlidir. Yani bir kimsenin yaşarken yaptığı kötülükleri, vefatından sonra salâh ve takvâ sahibi insanların hatırlayıp anmaları, o kimsenin cehennemlik olduğuna işaret sayılır. O halde insanlar hakkında iyi-kötü diye şehâdet edecek kimselerin, İslâm esasları çerçevesinde iyiyi kötüyü bilen kimseler olması gerekir (Bk. Kandemir-Çakan-Küçük, Riyâzü’s-sâlihin Tercüme ve Şerhi, 5/10-15).
“Allah’ın yeryüzündeki şahitleri” ifadesini, bu iltifata muhatap olan sahâbîlerin kıvamı çerçevesinde değerlendirmek en doğru yöntem olsa gerektir.
Şahitliğin Âhiret Boyutu
Allah’ın yeryüzündeki şahitleri olan Muhammed ümmetinin (tabii ilk sırada ashâb-ı kirâm’ın) âhirette de diğer ümmetlere şahitlik yapacakları hem âyetlerde hem hadislerde bildirilmiş bulunmaktadır.
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi orta/mutedil/âdil bir ümmet kıldık.” (Bakara, 2/143).
“…Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için Allah, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda) gerekse bu (Kur’ân)da size “Müslümanlar” adını verdi…” (Hac, 22/78).
Ebû Said el-Hudrî’den (ra) rivayet edilen bir hadiste bu âyetlerde bildirilen tanıklığın nasıl gerçekleşeceği Peygamber Efendimiz (sas) tarafından şöyle açıklanmıştır:
“Kıyâmet günü Nûh (as) çağrılır. Hz. Nûh:
-Buyur yâ Rabbî! Emrine âmâdeyim, der. Bunun üzerine Allah:
-(Duyurman gerekenleri ümmetine) tebliğ ettin mi? diye sorar. Hz. Nûh:
-Evet, duyurdum, diye cevap verir. Bu defa Allah, Hz. Nûh’un (as) ümmetine:
-Nûh size tebliğatta bulundu mu? diye sorar. Onlar da:
-Bize, bizi âhiret azabından korkutan bir elçi gelmedi, derler. Bunun üzerine Allah, Hz. Nûh’a (ra):
-Ey Nûh! Senin tebliğ görevini yerine getirdiğine şahitlik edecek kimse var mı? buyurur. O da:
-Evet, Muhammed ve ümmeti, der.
Sonra Muhammed ümmeti, Nûh’un kendi ümmetine tebliğde bulunduğuna tanıklık ederler. Peygamber de ümmetine şahitlik eder. Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki: Benim bu beyanım “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi orta/mutedil/âdil bir ümmet kıldık” âyetinin açıklamasıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/32, 58; Buhârî, Tefsîri’l-Kur’ân, 2/13).
O halde hem dünya hem de âhirette tanıklıklarına Allah’ın değer verdiği olgun müminlerin başında ashâb-ı kirâm yer almaktadır. Bu durum sahâbe kıvamının bir göstergesidir. Netice itibarıyla sahâbîleri değerlendirirken bu özelliği dikkate almak, onları doğru anlamak bakımından büyük bir önem arz etmektedir.
Allah katında şahitliği geçerli adam olmak… İşte kul için asıl kerâmet bu olsa gerektir.