Asr-ı Saâdeti Yeniden Tesis Etmek
M. Cahit Şahinler
Tarihte, asr-ı saâdet denilen, yani saâdetin, huzurun, emniyetin, adaletin vs. güzelliklerin olduğu bir çağdan bahsedilir ki o da Efendimiz’in (sas) ve sahâbe efendilerimizin yaşadığı çağdır. Bizlere düşen Efendimiz’in rehberiyetinde asr-ı saâdet çağını tekrardan bugün tesis etmektir. İbn Haldun’un “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha ziyade birbirine benzer.” (İbn Haldun, Mukaddime, 1/20) cümlesinden yola çıkarak bugün de yarın da aynısına kavuşabilineceği kanaatindeyiz. Yeter ki takip edilen yol ve usul, Allah Resûlü’nün bizlere gösterdiği yol ve usûl olsun, yeter ki ufuklar Resûlullah’ın (sas) ufkuyla genişletilsin ve yeter ki tarihten ders çıkarılarak gayret içinde olunsun. O zaman Allah’ın izniyle aynı sonuca varılacaktır.
Bunun için, tarihteki asr-ı saâdetin bizlere bilinç olarak öğrettiklerinden beş tanesini burada zikretmek isteriz:
- Niyetlerin Sahih Olması
En başa sahih niyeti almamız gerekmektedir. Niyet sahih olmadıktan sonra amel, gayret ve mücadele fani olur baki olmaz. Yolculuğa çıkılmadan önce başta niyetler tashih edilmesi gerekir. Yapılan iş, gayret sadece ve sadece Allah’ın rızası için olmalıdır. Nefsi işin içine karıştırmadan, farklı arzulara girmeden ancak Allah için olmalıdır.
Efendimiz (sas) Mekke’den Medine’ye hicret ederken Salimoğulları kabilesinde ilk Cuma namazını kıldırdı ve ilk hutbesini verdi (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 155). Efendimiz’in (sas), 12 sene zulüm görmüş sonra bu zulümden kurtulmuş ve yeni bir toplumun/devletin temelini atmaya doğru giderken hutbede -başka konuya değil- sadece ihlasa ve iyi niyete değinmesi bu meselenin ehemmiyetini göstermesi açısından yeterlidir.
- Kelam/Söz Öncelikli Değil Amel Öncelikli Yaşamak
Bu çağın Müslümanları ile Resûlullah’ın (sas) yaşadığı dönemdeki Müslümanlar arasında en büyük farklardan bir tanesi kelam öncelikli yaşam olduğu söylenebilir. Nitekim sahâbe efendilerimizin, 10 âyetin amel ile ilgili hususiyetleri öğrenmedikçe diğer âyetlere geçmedikleri rivayet edilmektedir (Ebû Amr ed-Dânî, el-Beyân, 33). İmam Mâlik’in Muvatta’sında İbn Ömer’in (ra) Bakara Sûresi’ni 8 yılda öğrendiği nakledilir (İmam Mâlik, “Salah”, 133). Aslında bu rivayetler bizlere sahâbenin amel konusundaki hassasiyetini, amel öncelikli yaşadıklarını göstermektedir.
İşte saâdet devrini oluşturan en önemli sebeplerden bir tanesi budur. Zira Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed 47/7). Bu ise konuşarak değil koşturarak elde edilir.
Hatta asr-ı saâdet döneminde Müslümanların yaşamına, adaletine, tesis ettikleri emniyete hayran kalarak İslâm’ı kabul edenler olduğu bilinen bir gerçektir.
Fakat bugüne geldiğimizde bu konuda arızalar olduğu müşahede edilmektedir. Amel öncelikli değil kelam öncelikli bir yaşam tarzı hakimdir.
İlimi tahsil eden, amel etmek için değil sadece bilgisinin artması veya başkasına aktarmak için öğreniyorsa, vaaz veren söylediklerini kendi üzerine almadan sadece cemaate aktarmak için konuşuyorsa, dinleyen de sürekli duyduklarını başkalarına havale ederek dinliyorsa burada bir arıza var demektir. Bu arıza da İslâm’ı temsil edememeyi beraberinde getirmektedir.
Amel etmek demek aslında temsil vazifesini yerine getirmek demektir. Bugün İslâm doğru temsil edilemiyorsa, yaşamda sorun olduğundan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Dolayısıyla Müslüman tarihten ilham almalı ve asr-ı saâdetin tesisi için kelam öncelikli değil amel öncelikli yaşamalıdır.
- Engellere Takılmamak ve Değerlerden Vazgeçmemek
Allah Resûlü’nün (sas) karşısına birçok engeller çıktı. Bu engellere takılmadığı gibi bunlara karşı değerlerinden de vazgeçmedi.
Mekkeli müşrikler, Efendimiz (sas) için Kur’an’ı kendi uydurdu dediler, şair (Enbiyâ 21/5) dediler, kâhin (Tur 52/29) dediler fakat Allah Resulü hiçbirine takılmadan yoluna devam etti.
Bunu gibi birçok iftiralar atılmasına rağmen Efendimiz (sas) hiçbir zaman “Onlar bana iftira attı, ben de onlara iftara atacağım.” düşüncesine kapılmadı. Onlar adaletsizlik yaptı, Allah Resûlü adaletten vazgeçmedi; yalan konuştular, Allah Resûlü doğruluktan ve dürüstlükten vazgeçmedi; sözlerinde durmadılar, Allah Resûlü emin vasfını hiçbir zaman kaybetmedi. Zira uğruna mücadele edilen değerlerden vazgeçildiğinde, mücadelenin ne anlamı kalacaktı?
Değerlerden vazgeçilmemesinin ehemmiyetini kavramak için şu örneği burada aktarmak yerinde olacaktır:
Efendimiz (sas) kaza umresini yaptığında Mekkeliler, anlaşmaya göre Mekke’yi terk edip çevredeki dağlara yerleştiler. Efendimiz bunu fırsat bilerek Mekkelilerin onca zulümlerine ceza olarak çok kolay bir şekilde Mekke’yi ele geçirebilirdi. Zira hem güçlü bir ordusu vardı, hemde Mekkeliler eşyalarını evlerinde bırakmışlardı (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 221). Fakat Allah Resûlü bunu yapmadı. Zira onun hedefi iktidar değil, ıslah idi, başa geçmek değil, adam kazanmak idi, toprak fethi değil, gönüllerin fethi idi.
İşte Efendimiz hayatıyla bizlere, engellere takılamamak gerektiğini ve bu engeller sebebiyle de değerlerden vazgeçilmemesi gerektiğini öğretmiştir.
- Enerjiyi Birbirine Değil, Düşmana Karşı Kullanmak
Tarihten öğrendiğimiz diğer bir meselesi ise, asr-ı saâdeti tesis etmek için birbirimize enerjimizi tüketmemektir. Ne zaman ki Müslümanlar enerjilerini birbirine harcamaya başladılar, o zaman asr-ı saâdetten uzaklaşmaya başladılar demek yanlış olmayacaktır. Zira Hz. Osman (ra) döneminde fitneler çıkmaya başladıktan sonra saâdetin gittiğine şahit olmaktayız.
Efendimiz (sas) döneminde böyle bir hadise meydana geldiğinde, yani Müslüman Müslümana enerjisini harcamaya başladığında hemen müdahale eder ve bunu önlerdi.
Benî Müstalik Gazvesi sırasında sahâbe arasında yaşanan, bunun önemli örneklerindendir. Müreysî kuyunun başında ensar ile muhacir arasında kavga çıkınca ve akabinde ensar ile muhacir karşı karşıya gelince Efendimiz hemen hareket emri vermiş (İbn Sa’d, Tabakat, 2/66) ve onların enerjilerini başka yöne doğru kanalize…