” Geçmişten günümüze Müslümanlar cihadı nasıl anlamışlar ve cihad hayatlarında ne tür bir rol oynamıştır?”
İslâmî ilimlerde cihad kavramı daha çok tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf literatüründe karşımıza çıkan anlam alanlarıyla bilinmektedir. Dar çerçevede gayr-i Müslimlerle ve dışarıdaki düşmanla savaşmak anlamı taşırken geniş çerçevede insanın kendi nefsinden başlayarak, şeytanla ve şeytânî güç ve çevrelerle toptan ve sürekli bir mücadele ve savaş mânâsına gelmektedir.Cihâdı “nefisle cihad” temel mottosuyla ele alan tasavvuf kısmen geniş anlam alanına yakın durmuş, diğer disiplinler ise büyük ölçüde cihad-kıtâl söylemini güçlendirerek yola devam etmişlerdir. Bu itibarla cihad kavramının tarîhî serüvenine bakıldığında geniş anlamından ziyade fetih, îlây-ı kelimetullah, küfür ve fitnenin ortadan kaldırılması gibi dînî-siyâsî bir söylemle güçlendirilen dar anlamının ağırlık kazandığını görmek mümkündür.
Başta îtikâdî konular olmak üzere İslâm’ın temel değerlerini(zarûrât-ı dîniyye) vahiy, akıl ve tarîhî tecrübeden hareketle izah eden ve bu yönüyle de tüm İslâmî ilimlere kaynaklık yapan Kelâm ilmi açısından meseleye baktığımızda ise bu alanın kapsamına uygun bir temellendirme zorunluluğu kendisini göstermektedir. Esasen Kelâm literatüründe “cihad” bağımsız bir mesele olarak ele alınmamıştır. Ancakîmanın tanımlanışı, ulûhiyet anlayışı, ve insanın Yaratıcı karşısında konumlandırılışı bu Kur’ânî kavrama nüfuzlu bir anlam alanı açmaktadır. Bizim öğretimizde îman; şüphe duymadan, baskı görmeden, ye’s ve korku hali olmaksızın özgür iradeyle gerçekleşen katî bir tasdik demektir. Îmanda özgür irade o kadar önemsenmiştir ki bir kimsenin îmanını ikrar için “ben inşallah müslümanım” demesi dahi kâmil ikrar sayılmamış, aidiyetin ve kararlılığın ifadesi olarak “elhamdülillah müslümanım” söylemi yerleşmiştir. Öte yandan Allah Teâlâ’nınesmâsı ve sıfatlarıyla beraber âlemlerden müstağnî oluşu, günah da işleyebilecek insanları halife olarak yaratmasıyla da izah edilmiştir. Bu öğretide insan bütünacziyeti ve günahkârlığı ile beraber izzet ve vakar sahibidir, işlediği günahları helâl saymadıkça İslâm dairesinden çıkmamaktadır.
Ehl-i sünnet’inkurucularından İmâm-ı Matürîdî(v.333/944)“dinde zorlama yoktur” (el-Bakara 2/256) âyetini hem dine girerken hem de dinin içinde emirleri uygularken zorlama olmayacağı şeklinde anlamıştır. Zira ona göre zorlama altında benimsenecek bir din yoktur, zaten böyle bir benimseyiş de îman değildir. Çünkü Allah Teâlâ dînî görevleri mü’minlerin gönüllerine sevdirmiştir. Öyleyse bu görevleri yapmaları için baskı yapmaya gerek yoktur. Apaçık anlatılan ve bâtılı ortadan kaldıran bu Hak söylem sayesinde insanlar rıza ile İslâmlaşırlar, onları bu noktaya getiren zorlama değil, mesajın açık ve belirgin olmasıdır.[1]Fahreddin er-Râzî(v.606/1210) de aynı şekildecihâdı insanın bütün mükellefiyetleriyle irtibatlı olarak dînî-ahlâkî emirlere uyma ve yasaklarından kaçma hususunda devamlılık (sebat) olarak anlamıştır.[2]
Netice itibariyle cihad kavramını gayr-i Müslimlerle kitâl/savaş gibi sığ bir alana hapsetmek doğru değildir. Zira bu durum hikmet, güzel öğüt ve gerekiyorsa cedel (en-Nahl 16/125) ile tebliğini ortaya koyan bir dinin rahmet boyutunu daraltmak anlamına gelecektir. Doğru olan,meseleyi usûlüd-dîn alanında ulemâmızınyaptığı gibi Kur’ân’ın anlam bütünlüğü içerisinde okumak, Allah’ın âlemlerin Rabbi, Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu parantezinde anlamak zorunluluğu vardır. İşte o zaman bu yolda gösterilecek bütün samimi gayretler anlamındaki “cihad” ın hayatımızı yönlendirmesi sözkonusu olacaktır.
[1]Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, (tahkik. Bekir Topaloğlu), Mizan Yayınları: İstanbul, 2005, II,s. 159-161.
[2]Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr,Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye: Beyrut, 2004, XXVIII, 63-64.