Ramazan bütün bereketi ile haşmetiyle hanelerimize evlerimize memleketimize alemi İslâm’a özlediğimiz huzuru getirdi. Gönlümüz Kalbimiz bir feyzle yeniden şekillenmeye başladı. Caddelerimiz sokaklarımız Ramazan’ın manevî lezzetini doyasıya yaşamaya başladı. Dünyanın dört bir tarafında farklı coğrafyalarda Ramazan sevinçlerine şahit oldum elhamdülillah. Asya’da Afrika’da Avrupa’da Balkanlarda Ramazan’ın binbir rengini görme o heyecanı oradaki Müslüman kardeşlerimizle yaşama imkânı buldum. Bugün size Avrupa’daki Ramazan sevinçlerinden bahsedeceğim.
60’lı yıllarda hepimizin bildiği sebeplerle Anadolu’dan akın akın Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsviçre, İsveç, Avusturya gibi Avrupa ülkelerine çalışmak için giden kardeşlerimiz, ilk zamanlarda bulundukları bölgelerde var olma mücadelesi ve dinini yaşayabilme gibi temel bir sorunla karşı karşıya kaldılar. Avrupa’nın farklı şehirlerini iki kere ziyaret etmiş bir insan olarak söylemiş olayım Türkler dışındaki Avrupa’daki topluluklar Afrika’dan Asya’dan Orta Doğu’dan Amerika’dan giden toplulukların ve insanların kimliklerinin tamamının Avrupa kıtasında eritildiğine şahit oldum. Avrupa’da inançlarını yaşama gibi gösterilerin inanç hürriyetinde sadece o topluluklara kendilerine faydası olan bir inanma alanı oluşturulup camiden işe, işten camiye gidip gelmeden ibaret bir hürriyet (!) alanı açılmıştır. Kurumsallaşmaya ve birlikte hareket etmeye imkân vermeyen filtrelenmiş bu sistem içerisinde birçok kimliğin kaybolduğunu Fransızlaştırıldığını, Almanlaştırıldığını görebilirsiniz. Maddî imkanlarla karşılanınca manevî alanın göz ardı edildiği bu işleyişin tek istisnası Türklerdir.
Anadolu’dan nice hikayelerle giden Türk kardeşlerimiz Avrupa’da var olma mücadelesinde hep sınıfı geçtiler. İnançlarını dolu dolu yaşama, kurumsallaştırma, Avrupalı topluluklara kabul ettirme ve inançlarının başka topluluk yanında yaşanabilir muhafaza edilebilir standartlarına keşfetme noktasında daha ileri duruma gelmiştir. Nesilden nesile çocuklarına bu inanç sistemlerini aktararak inanç cephesinde var olma mücadelelerine hâlâ devam etmektedirler. Diğer topluluklara sunulan maddî imkanlar kardeşlerimize de sunulmuş ama onları şımartmamış, onları yörüngesinden çıkarmamıştır. Almanya’da Köln’de Berlin’de, Bremen’de Stuttgart’da Leverkusen’de Mainz Hamburg’da birçok bölgede camilerin etrafında kenetlenen Türkiye’den giden Müslüman kardeşlerimiz Ramazanı adeta bir manevî şölen havasında kutlamaktadırlar. Katıldığımız iftar programlarının teravihlerin manevî hazzını hâlâ hissedebiliyorum. Avrupa’daki camilerimizde kılınan namazların hiçbiri adet gereği kılınan bir namaz değil meydan okumadır. Avrupa’nın ortasında Hristiyan bir topluluğun içinde erimemek için geliştirilen bu manevî refleksi kuran geliştiren yaşatan tüm kardeşlerimizi yürekten tebrik ediyorum. Akşam iftardan önce Caminin etrafında toplanan bütün o bölgedeki yaşayan Müslüman kardeşlerimiz ailecek çocuklarıyla beraber iftar açmaktalar. İftarı açtıktan sonra da camilerin bahçelerinde ve müştemilatında kurulan fuarlarda Ramazan neşesini yaşamaktalar. Eğlencelerin, sohbetlerin, alışverişin hazır bulunduğu bu ortamlarda sadece yetişkinler manevî ziyafeti tatmıyor, özellikle yeni nesil çocukların Ramazan sevincini daha derinden yaşamasına imkân veriliyor. İçinde bulundukları Hristiyan toplumun inançlarına karşı İslam inanç sistemini, Türk kimliğini muhafaza edebilmek için dikkatli ve teyakkuz halinde olmak şeklindeki zorunluluk kendini en iyi Ramazan’da gösteriyor. Öncelikle herkes oruç tutmaya teşvik ediliyor. Hiçbir kimsenin akşam iftar vaktinde evinde tek başına iftar açmasına imkân sağlanmıyor. Mümkün olduğu kadar bütün insanların bir arada olmasına gayret ediliyor. Inançlarını hep birlikte etrafındaki Hristiyanlık topluma gösterme geleneği hâlâ devam ediyor çok şükür. Bu sistemi kuran Avrupa’ya ilk giden ve aramızda olamayan o ilk nesli hayırla yad ediyoruz. Hep birlikte coşkuyla iftar için camilerin etrafında kenetlenme bir inanç gösterisidir aslında. Manevî rahmet maddesinin Avrupa toplumuna ilan edilerek benimsetilmesi sevdirilmesi ve hidayet hikayelerine başlangıç oluşturulması anlamında uygulanan özel bir sistemdir.
Ziyaretlerimizde sadece Ramazan Sevinci dikkatimizi çekmedi. Avrupa’nın birçok camiinde camilere verilen isimler de oldukça dikkat çekicidir. İstisnasız hepsi ülkemizin ve Müslüman coğrafyanın en görkemli en güzel camilerinin isimleri. Ayasofya, Sultan Ahmet, Fatih, Mimar Sinan, Kocatepe, Mescid-i Aksa, Kuba ve benzeri… Bu isimleri vermenin de çok özel bir anlamı var. Bu isimler camilerin bir toplanma, strateji geliştirme, izleme ve inanç gelişimini gözlemleme yeri olarak kullanıldığının da işareti. Sadece namaz kılıp gidilen yer değil, Türk Müslüman toplumunun nasıl bundan sonraki inanç yolculuğuna devam edileceğinin de kararlarının alındığı bir şura meclisi. Camilerin esas fonksiyonu da bu değil midir? İşte Avrupa’daki tüm camiler Müslümanların ibadet ettikleri, ailecek bir arada vakit geçirdikleri, çocuklarına dinî eğitimi aldırdıkları, hayır hasenat ve dayanışma çalışmalarını planladıkları, cenaze törenlerini evlilik merasimlerini İslâmî geleneklere göre ihya ederek yaşattıkları camilerin esas fonksiyonu icra ettikleri merkezler haline getirilmiştir. Tıpkı Mescid-i Nebevî modeli gibi.
Bu camilerin nasıl ibadeti açıldığı ile ilgili hikayeleri birçok yerde dinleme imkânı buldum. Kimisi fabrikadan çevirme, kimisi banka şubesinden camiye çevirmiş bu yapılar Avrupa’nın birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Spor Tesisi, market vb. olarak kullanılırken Müslüman Türk kardeşlerimizin kendi alın teri göz nuru ürünü paralarıyla satın aldıkları bu yapıları camiye çevirerek muazzam bir inanç kültürünün oluşmasına katkı sağlamışlardır. Bükemediği bileği kabullenen Avrupa milyonlarca Müslüman kardeşimizin varlığıyla birlikte yaşamak zorunda olduğunu sindirmiş gözüküyor.
Bu yapılardan ilginç olanlarından bir tanesine de Hollanda Denhag (Lahey) şehrindeki Mescid-i Aksa camiiydi. Hikayesini oradaki kardeşlerimizden dinleme imkânı bulduğum en güzel en görkemli camilerden biriydi. Cami kullanılmayan bir havra olarak terk edilmişti. Müslüman Türk kardeşlerimiz Hollanda’ya ilk gittikleri terk edilmiş bir yapı olduğu için Türk kardeşlerimiz burayı yerel belediyeden satın almak istiyorlar. Belediye talebi değerlendireceğini gerekli izinleri onayları her şeyi ayarlayacağını ifade ederek bir aylık süre istiyor. Bunu duyan kilise dernekleri hızlıca harekete geçerek binayı o zaman Türk kardeşlerimize kaptırmamak için yoğun gayrete giriyorlar. Yerel Belediyeye yoğun baskı yapmaya başlıyorlar. Bu bölgeye giden ilk nesil kardeşlerimiz, yerel belediye caminin Müslüman Türklere verilmesini onaylayana kadar bir ay camide yatıp kalkıyor. Mahalledeki radikal Hristiyanlar baskı yapmaya başlıyorlar ara ara boş yapıya girerek yerleşmeye çalışıyorlar. Bunun üzerine kardeşlerimiz bir gece ansızın boş yapıya girip kapıları kapatıp pencereleri de tahtayla kapatarak içinde kalmaya başlıyorlar. Tehditlere saldırış etmiyorlar birçok sıkıntı çıkarılmaya çalışılıyor hepsine bir ay canla başla göğüs geriyorlar ve eskiden havra olarak kullanılan terk edilen bu yapı Belediye Meclisi’nin kararıyla Müslüman Türk kardeşlerimize veriliyor. Tıpkı Yahudilere karşı yüzyıllardır dayanan Mescid-i Aksa gibi Hristiyanlara dayanan bu yapıya haklı olarak Mescid-i Aksa ismini veriyorlar. İçinde kısa bir vaaz etme bahtiyarlığına eriştim. Hem sohbet esnasında hem namaz kılarken, teravih kılarken aldığım huzuru maneviyatı hâlâ hissedebiliyorum.
Avrupa’nın ortasındaki oluşturulan bu muhteşem manevî şölen içerisinde insan kendini baştan sona yeniden gözden geçirme imkânı buluyor. Bir inanç kimliğinin var olma mücadelesini tüm kalbimle destekliyorum. Bu vesileyle Avrupa’ya sadece para kazanmak için değil bir dinin bütün inanç kodlarını bir kültürü bir anlayışı bir sistemi taşıyan ortaya koyan sistemleştiren kurumsallaştıran ve yaşamasını sağlayan bu uğurda malıyla canıyla mücadele eden bütün Avrupa’daki kardeşlerimizi kutluyorum, tebrik ediyorum. Oluşturdukları bu manevî mirasın ve altyapının yıllarca nesilden nesile aktarılacağını olan inancımı ifade etmek istiyorum.