Öncelikle bilelim ki her şey ama her şey Allah’ın (cc) bir âyeti olduğu gibi depremlerde Allah’ın birer âyetidir. Üzerinde yaşadığımız bu yer kürenin canlılığını devam ettirebilmesi için depremleri Allah (cc) bir kadere yani yasaya bağlı olarak planlamıştır.
O planı ve o yasaları bilip, ona göre tedbir alanlar bu depremlerden az ya da hiç denilecek bir şekilde etkilenirler. Dolayısı ile kötü olan deprem değil kötü olan o depreme karşı gerekli tedbirlerin alınmamasıdır. Evet, bazen bazı hadiseler tedbir üstü de olabilir ama bunlar istisnaî durumlardır. Bizim yapmamız gereken her âyeti doğru okumak olduğu gibi deprem âyetini de doğru bir şekilde okumaktır.
Malum, İslâm’ın ilk emridir okumak… Ama nasıl? “İkra! Bismi Rabbikellezî halak” yani “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” Ne okuyacaksan besmeleli yani Allah adına ve Allah namına, Allah’ın koyduğu yasalar, kanunlar çerçevesinden oku…
Hal böyle olunca biz, sadece Kur’ân’ı okumakla mükellef değiliz; önümüzde 4 kitap var ve biz bu 4 kitabı Allah adına ve Allah namına okumalıyız.
Nedir bu 4 kitap? Bu kitaplar:
- Âyât-ı Kâinat veya Âyat-ı Âfâk
- Âyât-ı İnsan veya Âyât-ı Enfüs
- Âyât-ı Hadisât veya Âyât-ı Makdûrat
- Âyât-ı Kur’ân veya Âyât-ı Mestura
İşte bu dört kitaptan üçüncüsü Âyât-ı Hadisât/Hadiseler Âyetleri’dir. Etrafımızda olup biten olaylar, her gün şahit olduğumuz yüzlerce, hatta binlerce hadiseyi; bize nâzil olan birer âyet olarak anlamalı, bize gönderilmiş mesajlar olarak algılamalı ve onları “besmeleli” olarak yani Allah adına ve Allah namına okumaya gayret etmeliyiz.
Dünyayı bir çekirge sürüsü kaplasa, bir deprem olsa, bir sel olsa, bir yangın olsa, farklı doğal bir afet olsa, bir göktaşı düşse, corona gibi bir salgın olsa veya başka bir hadise vuku bulsa, her ne olursa olsun biz bunların hepsini “İkra! Bismi Rabbikellezî halak” emrinin bir gereği olarak okumalıyız.
6 Şubat Depremi
Şubat ayında yaşadığımız ve acısı ilk gün gibi yüreğimizde olan deprem hadisesi de böyle bir hadisât âyettidir. Peki biz bu âyeti gerçekten hakkıyla okuduk mu? O günden bu güne birçok insan deprem hakkında onlarca, hatta yüzlerce okuma yaptı. Yorumlar yapıldı, birçok değerlendirilmelerde bulunuldu ve yapılmaya da devam edecek… Asıl mesele bir hadisât âyeti olan deprem, Allah adına ve Allah namına, O’nun (cc) bizden istediği şekilde okunabildi mi?
Nasıl okumalar yapıldı? Mesela birileri her zaman olduğu gibi faturayı kadere kesti. “Ne yapalım kaderimiz bu, deprem ülkesiyiz, ne yaparsak yapalım, bunu üzerimizden atamayacağız, o zaman kaderimize razı olalım” dedi.
Birileri depremi reklama, şova, her ne ise tabelası, tabelasının marka değerini arttırmaya bir vesile kıldı. Acılar yürek yakarken tabela yarışları yapıldı. “Sen az yaptın, ben çok yaptım, siz yoktunuz, biz vardık.” kavgası verildi.
Birileri o kadar ağır acılar varken meseleyi siyasî şova dönüştürdü. Kimi, buradan devleti nasıl döverim onun peşine düştü; kimileri buradan muhalifleri nasıl boğarım onun hesaplarını yaptı.
Birileri ilk günlerde insanlar daha meselenin şokunu atlatamamışken talana, soyguna, hırsızlığa kapılar açtı. Birileri de buradan bir iç karışıklık çıkarabilir miyiz onun hesaplarını yaptı.
Ancak çok az insan hepimizde derin acılar ve izler bırakan bu deprem hadisesini bir hadisât âyeti olarak anladı ve böyle okumaya gayret etti.
Nasıl Okumalı?
Eğer biz depremleri bir hadisât âyeti olarak okuyabilirsek hemen şu 4 hususu tespit edebiliriz:
- Deprem, toprağın sinyalidir.
- Deprem, kıyametin habercisidir.
- Deprem, kendimize gelmenin bir imkânıdır.
- Deprem, menfaatin değil merhametin hâkim kılınmasının bir vesilesidir.
Birer cümle bile olsa bu dört mesajı bir anlamaya çalışalım.
Deprem, toprağın sinyalidir.
Allah (cc) her şeye bir yasa, kader, kanun koyduğu gibi toprağa da bir yasa koymuştur. Nasıl ki bir insan yüzme bilmez, dalgalar boyu aşarken bir denize girer boğulursa, fay hattı üzerine bir bina kurar ve binayı da 7-8 şiddetine dayanıklı yapmazsa yıkılır. Dolayısı ile deprem değil ihmal yıkar, tedbirsizlik zarar verir. Hal böyle olunca ihmali ve hatası olan herkes; fertten devlete, müteahhitten belediyeye herkes suçludur. Toprak kendi hakkı olan bir şeyi eninde sonunda haksızca kullanandan alır. O zaman olması gereken tedbirdir ve tedbir alarak bu konuda adımlar atmaktır.
Hatırlanacağı üzere 24 Ocak 2020’de Elazığ depremi oldu. O depremin ardından bilim adamları açıklamalar yaptılar. “Elazığ depremi ile fay hareketlendi, yakın bir zamanda Maraş ve civarında deprem olabilir!” dediler. Aradan 2 sene geçti, peki tedbir açısından ne yapıldı? Ne yazık ki istenilen düzeyde gerekli tedbirler alınmadı. Şimdi aynı bilim adamları Bingöl-Karlıova’yı işaret ediyorlar; İstanbul’u işaret ediyorlar; peki ne yapılıyor? Yine maalesef hepimizi sevindirecek boyutta bir şeyler yapılmıyor. Yapılmayınca da sorumluluğu kadere, ya da başka şeylere yükleyerek işin içerisinden çıkamayız. Olması gereken toprağın bu sinyalini doğru okumak ve gerekli adımları atmaktır.
Deprem, kıyametin habercisidir.
Kıyamet deyince biz üç kıyameti hatırlamalıyız:
- Ferdî Kıyamet
- İçtimaî Kıyamet
- Kevnî Kıyamet
Ferdî Kıyamet: Kişinin kendisinin ölümüdür. Ölüm de bir nevi kıyamettir. Hatta Nasreddin hocanın dediği gibi “Hanım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamettir.”
İçtimaî Kıyamet: Toplumsal kıyamettir. Yaşanan toplumda tesis edilip korunması gereken değerlerin ihmalinden dolayı ortaya çıkan sorunlar bir nevi kıyamet gibidir. Bu konuda Efendimiz (sas), bize çok net bir mesaj verir. Bedevînin biri gelir ve kıyametin ne zaman kopacağını sorar. Buyurur ki: “Emanet zâyî edildiği zaman kıyameti bekle!” Bedevî bu cevabı tam anlayamaz ve bir daha sorar: “Yâ Resûlallah! Emanet nasıl zayî olur?” Cevaba dikkat edelim; buyurur ki: “Yönetim, idare işleri ehil olmayan kimseye verildiğinde emanet zayî olur; emanet zayî olduğunda da kıyamet kopar!” (Buhârî, “Rikak”, 35)
Kevnî Kıyamet: Asıl kıyamet budur ve bu büyük kıyamettir. Bu büyük kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Bu bilgi sadece Rabbimiz’in katındadır. Hatırlanacağı üzere meşhur Cibril hadisinde, Cebrâil (as), Efendimiz’e: “İman’ı, İslâm’ı ve İhsan’ı” sormuş, Efendimiz (sas) hepsinin cevabını vermiş, dördüncü soru olarak, “Peki, Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuştu. Efendimiz (sas) bu soruya nasıl cevap vermişti? “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir.” Bunun üzerine Cibril (as) “O halde alâmetlerini söyle!” demiş; Hz. Peygamber’de alametlerinden bazılarını saymaya başlamıştı.
Orada ve başka hadislerde sayılan kıyametin alametleri, mü’minler için bir hazırlık mesajı taşımaktadır. Hadislerde onlarca alametlerinden bahsedilir ki, bu alametlerin küçük olanlarının hemen hemen hepsi ortaya çıkmıştır. Kıyamet alametlerinden biri de Efendimiz’in (sas) vefatıdır. O (sas) vefat ettiği anda sahâbe “Tamam kıyamet artık kopacaktır!” demeye başlamışlardır. Bu kıyamet alametlerinden biri de malum, depremlerin sıklaşmasıdır. Şu an zaten bu süreci yaşamaktayız.
Deprem, kendimize gelmenin bir imkânıdır.
İnsanız, unutmak bizim yaratılışımızın bir parçası ve biz de ne yazık ki unutuyoruz birçok şeyi… Deprem bize mülkün yegâne sahibinin kim olduğunu hatırlatıyor. Hz. Peygamber (sas) bir hadisinde: “Ahlâksızlıklar ortaya çıktığı zaman yer sarsılır!” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/280) buyurmaktadır.
Ahlâksızlık sadece belli bir alana sıkıştırılacak bir şey değildir; adam kayırma, rüşvet, torpil, ihaleye fesat karıştırma, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik ve daha nice hal, ahlâksızlıktır. Bunlar bir yerde fazlalaşınca toprak sarsılır ve üzerindeki haksızlıkların hakkını orada yaşayanlardan alır. Eğer biz bu mesajı doğru anlarsak, kendimize gelir; hayatlarımızda var olan her türlü ahlâksızlıktan arınmanın gayretini veririz.
Deprem, menfaatin değil merhametin hâkim kılınmasının bir vesilesidir.
Toplumu derinden sarsan büyük afetlerde en önemli mesele merhamettir. Merhametin dini, dili, ırkı, coğrafyası yoktur. Kendini insan gören her kalpte olması gereken asil bir duygudur. Birinin cenazesine oturup ağlamak için onu tanımanız mı gerekir? Birinin gözyaşını silmeniz için onun akrabası olmanız mı gerekir? Birinin acısını dindirmeniz için onunla aynı mezhebi aynı meşrebi paylaşmanız mı gerekir? Asla!..
Merhamet, asıl böyle zamanlarda zirvelere çıkması gerekir. Dolayısı ile eğer biz depremi bir hadisât âyeti olarak anlasak o zaman böyle bir durum ortaya çıktığında her zamankinden daha fazla merhameti kuşanırız.
Hz. Peygamber (sas) ve Deprem
Bazı hadis kaynaklarımızda tenkit edilse de hicretin 5. yılında Medine’de bir deprem olduğunu İbn Ebî Şeybe, el-Musannef’inde, İbnü’l-Esîr, Üsdu’l-gâbe’sinde bize aktarırlar.
Bu kaynaklarda aktarıldığına göre Medine’de insanların hissedip korkuya kapılacakları düzeyde bir deprem olunca Peygamberimiz (sas): “Hiç şüphesiz, Rabbiniz sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor. Öyle olunca, siz de O’nun rızasını isteyiniz!” buyurdu.
Efendimiz’in (sas) burada belirttiği “Allah’ın (cc) rızası” başka hadisler dikkate alındığında “sebepler dairesinde tedbir ve hakkıyla tevekkülü kuşanmak” olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısı ile depremler karşısında mü’mince duruşun bu olduğu hiç unutulmamalıdır.
Hz. Ömer (ra) ve Deprem
Hicretin 20. yılında, Hz. Ömer’in hilafetinin 7. yılında Medine’de bir deprem olur. Deprem şiddetle yeri sallarken, Halife Ömer, secdeye kapanır ve gözyaşlarını döker. Sonra toprağa hitaben: “Sakin ol ey toprak! Yoksa ben adaletsizlik mi ediyorum? Yoksa sen Ömer’in hatalarının yüzünden mi sarsılıyorsun!’’ demeye başlar…
Ufku, ızdırabı, yüreğinin yangınını görüyor musunuz? Hz. Ömer, kimselere bir şeyi fatura etmiyor, insanlık tarihinin peygamberlerden sonra en adil insanı, acaba bu sarsıntı benim yüzümden mi oldu diyor. Hz. Ömer bu depremin ardından insanlara bir hutbe verdi. Süfyân b. Üyeyne, Abdullah b. Ömer’den naklettiğine göre o hutbede Hz. Ömer şöyle demiştir: “Ne çabuk bidatler ihdas ettiniz! Vallahi eğer bunları terk etmezseniz ve bunun üzerine depremler tekrar ederse emin olun aranızdan çıkıp gideceğim!” Hz. Ömer (ra) halife olarak olan-bitenden kendini sorumlu tutuyor ve böyle bir tavır ortaya koyuyor.
Hz. Ömer’in bu duruşunu iyice anlayabilmek için şu örneğe de bakmamız gerekir. Onun döneminde, 18/640 yılında Medine ve çevresinde Ramâde adı verilen bir kıtlık yaşandı. Vahşi hayvanlar dahi yerleşim yerlerine gelmeye başlamıştı. Hatta koyununu kesen insanlar onun derisini yüzerken susuzluktan etinin morardığını gördüğü zaman tiksinip atıyor ve kuru ekmek yiyorlardı. Rüzgârın esmesiyle birlikte kuraklığın etkisiyle toprağın kül gibi savrulması sebebiyle bu yıla “kül” anlamına gelen “ramâde” adı verilmişti. O zorlu günlerde Hz. Ömer, ilk yağmurun yağmasıyla birlikte insanların bolluğa kavuşacağı ana kadar süt, et ve yağ yemeyeceğine dair yemin etti ve bu yeminini tuttu. Nihayet pazara bir tulum yağ ile bir kırba süt gelince Hz. Ömer’in kölesi bunları satın aldı ve Hz. Ömer’in yanına geldi. Hz. Ömer onun fiyatının yüksekliğini duyunca, fiyatını yükselttiğini ifade ederek sadaka olarak vermesini istedi. İsraftan yemediğini ifade eden Hz. Ömer, halkın halinden başka bir hal yaşaması durumunda onlarla doğru bir şekilde ilgilenmiş olmayacağını dile getirdi. Hz. Ömer, valilerine mektup yazarak Medine çevresindeki insanlara yardım etmelerini istedi. Ondan sonra insanları yağmur duasına çıktı. Hz. Abbas da onunla birlikte çıktı. Hz. Ömer namaz kıldıktan sonra şöyle dua etti: “Allah’ım! Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz. Allah’ım! Günahlarımızı affet. Bizleri rahmetinden mahrum bırakma ve bizden razı ol!” Onlar daha evlerine varmamıştı ki yollar sularla dolup taştı.
İşte olması gereken depremleri birer hadisat âyeti olarak okuyabilmek ve kimselere havale etmeden Ömerî bir tavır ile kendimizi meselenin sorumlusu tutup ona göre bir muhasebe yapabilmektir.
Eğer depremleri böyle okuyabilirsek;
Ölümlerden hayatlar.
Musibetlerden rahmetler,
Acılardan güzellikler,
Şerlerden hayırlar,
Hastalıklardan şifalar çıkarabiliriz.
Mevlâ böyle anlayabilmeyi bizlere nasip eylesin. (âmin)
Çokça Sorulan Bir Soru
Deprem gününden itibaren manevî bir boşluktayım, bu halden ben nasıl kurtulabilirim?
Deprem bölgesinde o derin acıyı yaşayan bütün kardeşlerimize bir kez daha Allah’tan selamet ve atıfet diliyoruz. Vefat edenlere rahmet, yaralılarımıza şifa, kalanlarımıza selamet diliyoruz.
Öncelikle şu hakikati unutmayalım, gerçekten çok ama çok derin acılar yaşandı. İmtihan ve kayıplar büyük olduğu için bunların bir an giderilmesini beklemek de doğru değildir. Ancak ne olursa olsun Allah’ın izni ile toparlanacak ve geride kalanlar olarak sorumluluklarımızı yerine getireceğiz.
Hatırlanacağı üzere Covid-19 sürecinde de farklı bir durum yaşamıştık. İnsanın alıştığı, her gün yaptığı, belli bir plan ve program dairesinde yürüttüğü hayatı, bir anda bambaşka bir değişikliğe uğramıştı. Zayıf yaratılışlı insanlar olarak bu durumdan etkilenmemiz çok normal bir durumdur.
Şu an daha derin acılar yaşanıyor; yakınlarımızdan vefat edenler var, evlerimiz yıkıldı veya hasarlı, çoğu insan çadırlarda veya konteyner kentlerde, birçok insan doğup büyüdüğü toprakları terk edip başka şehirlere geldi. Dolayısı ile bu yaşananların bizde bir maddî ve manevî sarsıntılara yol açması dediğimiz gibi bir noktaya kadar normal karşılanabilir. Ama bu sürecin iyi yönetilmesi ve artık bazı adımların atılması gerekir.
Yapmamız gereken 10 önemli adım var?
- Düzeleceğimiz yönünde asla umudu kaybetmeyip yeniden umut ve moral kendimize aşılayacağız.
- Kimsenin bizim morallerimizi bozmasına ve umutlarımızı kırmasına asla fırsat vermeyeceğiz.
- İmtihanımız ile barışıp, bu imtihanımızı yönetmenin yollarını arayacağız.
- Yüreğimizdeki fırtınaları dindirecek tek bir teselli limanınız Gafûr ve Tevvab olan Allah’tır; o halde Rabbimize iltica edeceğiz.
- Bu imtihanların hikmetleri üzerinde tefekkür edip, gerekli dersleri çıkaracağız.
- Bizden daha ağır imtihanları olan kardeşlerimize bakıp onlara dua edip, biraz kendimize oradan teselli vereceğiz.
- Daha önceki ümmetlerin yaşadıkları imtihanları düşünüp, onlar üzerinden ibretler ve dersler alacağız.
- Yeniden kendimize hedefler belirleyip, programlar çizip onları uygulamaya gayret edeceğiz.
- O güzel şehirlerimizin manevî imarı için bize çok ama çok iş düştüğünü unutmadan o beldelerimizin bir an önce ayağa kalması için projeler üreteceğiz. Ayağı kaldırmak için de ayağa kalkmamız gerektiğini unutmayacağız.
- Dünyanın geçiciliğine, ahiretin kalıcılığına iyice inanıp cennet hasreti ile kalan ömrümüzü hayır yollarında geçirmek için mücadele edeceğiz.
Allah (cc) deprem bölgesinde tüm kardeşlerimizin yâr ve yardımcıları olsun.
Unutmayalım, tarihte böyle büyük ve acı olayların ardında hep güzel ve hayırlı değişim ve dönüşümler olmuştur. Eğer bu imtihanlarımızı iyice yönetebilirsek, tarihe bir kez olan bir daha olur. Allah (cc) en yakın zamanda bize bunu nasip etsin ve katından bir rahmet ile başta deprem bölgeleri olmak üzere bütün bir memleketimizi ve ümmetimizi sevindirsin.