Filistin halkının işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi 7 Ekim’de değil, 30 yıllık Britanya sömürgeciliği ve 75 yıllık Siyonist işgal de dâhil olmak üzere yaklaşık 105 yıl önce başlamıştır. Britanyalı yetkililerinin Siyonist hareketle olan organizasyonu çerçevesinde Yahudiler, bir takım göç kampanyaları ve küresel oyunlarla Filistin’e getirilmiştir.
1948’e gelindiğinde tarihi Filistin topraklarında Siyonist varlık, sözde devlet kurduğunu ilan etmiş, o tarihten günümüze de Filistin topraklarının kontrolünü zorla ele geçirmiş, birçok Filistin köyünü, kasabasını yok etmiş, Filistinlilere karşı onlarca katliam gerçekleştirmiş ve neticede Filistin halkına karşı onları topraklarından ve bölgelerinden sürmeyi amaçlayan bir etnik soykırım faaliyetine girişmiştir. Filistin halkı, uzun yıllar boyunca her türlü baskıya, adaletsizliğe, temel haklarının gasp edilmesine ve “ayrılıkçı” politikalara maruz kalmıştır ve kalmaya da devam etmektedir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de çoğu çocuk ve kadın olan Filistinli sivillere karşı inanılmaz katliamlar gerçekleştiren, eşi ve benzeri görülmemiş bir Siyonist terörle karşı karşıyadır. Özellikle son dönemde Gazze’ye yönelik ağır saldırılar, Filistin halkını; su, gıda, ilaç, yakıt gibi temel ihtiyaçlardan ve yaşam araçlarından mahrum bırakmıştır. Terör devletinin savaş uçakları, Filistin halkını Gazze’den sürmeyi amaçlayan etnik soykırımın açık bir işareti olarak okullar, üniversiteler, camiler, hastaneler ve özel mülkler de dâhil olmak üzere Gazze’nin tüm altyapılarını ve kamu binalarını vahşice bombalamaktadır. Masum sivillerin acımasızca ve kitlesel olarak öldürülmesi Siyonist varlığının sistematik bir yaklaşımıdır ve Filistin halkını yok etmeye çalışmanın açık bir kanıtıdır.
İsrail devlet terörü, Müslüman dünyanın acziyetinden cesaret alarak insanlığa karşı işlediği suçların dozajını vahşi biçimde artırmıştır ve bölgede barış içinde bir arada yaşamayı değil, zorla-güçle bölgeye egemen olmayı, bu yolda da hiçbir hak ve hukuk tanımamayı temel devlet politikası olarak benimsemiştir. Bu ahlâksız zihniyet, kendi imajını kurtarmak için kendi vatandaşlarını öldürmekten çekinmemekte, rehin alınarak Gazze’ye götürülen vatandaşları için en ufak bir merhamet ve kaygı dahi duymamaktadır. Yakın vadede intikam almış gibi görünse de orta ve uzun vadede en büyük kaybeden elbette İsrail’dir. Yaşanan vahşet ve soykırım uygulamaları, tüm dünyada Yahudilere yönelik nefreti artırmakta, dünya Yahudilerine en büyük zararı İsrail terör devleti vermektedir.
İsrail’in hak ihlalleri ve uyguladığı vahşet, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü de dâhil birçok BM kuruluşu ve uluslararası insan hakları örgütleri, hatta İsrailli insan hakları grupları tarafından dahi belgelenmiştir. Ancak, bu raporlar ve tanıklıklar görmezden gelinmiş ve İsrail işgalini destekleyen büyük devletler, tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu saldırganlığı ve soykırımı durdurmak için harekete dahi geçmemiştir.
Gelinen sürece bakıldığında ortaya çıkan tablo şu şekildedir;
•Siyonist terör devletinin yıllardır Filistin’e karşı uyguladığı hukuka aykırı hava, deniz ve kara ablukası,
•Özellikle Batı Şeria ve Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarını “İsrail egemenliğine” katma yönündeki Siyonist hükümet uygulamaları,
•7 Ekim 2023’ten bu yana 32 bin civarında şehit ve 74 bin civarında yaralı masum halk,
•Soykırım politikalarıyla evlerinden ve yaşadıkları bölgelerden sürülen, mülteci kamplarında ve diğer bölgelerde zor koşullar altında yaşayan ve ülkesine geri dönmek isteyen 7 milyon Filistinli,
•İsrail yerleşimlerinin eşi benzeri görülmemiş bir düzeyde yayılması ile Filistinlilerin özel mülklerine karşı yapılan haksız müdahaleler,
•Binlerce masum Filistinlinin haksız ve hukuka aykırı olarak tutuklanması ve İsrail hapishanelerinde temel haklarından mahrum bırakılmaları, sistemli işkencelere, saldırılara ve aşağılamalara maruz kalmaları,
•Uluslararası toplumun başarısızlığı ve süper güçlerin suç ortaklığı ile bir Filistin devletinin kurulmasını engellemesi,
•Kutsal Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirme ve Müslümanları engelleme planları, ibadet yerlerine ve kutsal yerlere yönelik saldırılarının yoğunlaşması ve daha niceleri…
Tüm bunların karşısında Filistin halkından elbette aciz kalan uluslararası kuruluşlara ve devletlere güvenmek, eli kolu bağlı bir şekilde ölüme razı olmak beklenemez. Uluslararası yasalarda, normlarda ve sözleşmelerde bir hak olarak tanımlanan işgale karşı Filistin halkının, toprakları ve kutsalları için inisiyatif alarak savunmak amaçlı hareket etmesi pek tabiidir.
Filistin’i özgürleştirmek ve Siyonist projeye karşı koymak amacıyla Filistinli bir İslâmî ulusal kurtuluş ve direniş hareketi olan “Hamas” 7 Ekim 2023 tarihinde “Aksa Tufanı Kıyamı”nı başlatmıştır. Bu kıyam ile İsrail askeri mevzileri hedef alınmış ve düşman askerlerini esir alarak İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce masum Filistinlinin esir takası anlaşması yoluyla serbest bırakılmasını sağlama amaçlanmıştır.
Aksa Tufanı, İsrail’in, Filistin topraklarını ele geçirme ve Yahudileştirme, Mescid-i Aksa ve kutsal mekânlar üzerinde tam olarak hâkimiyet kurma planlarına karşı koymak, Gazze Şeridi’ndeki ablukayı kaldırmak, işgalden kurtulmak, başkenti Kudüs olan özgür Filistin devletini kurmak ve bağımsızlık yolunda atılmış gerekli bir adım ve doğal bir tepkidir. Aksa Tufanı, meşrudur ve doğrudur, bu kıyam hak ile bâtılın savaşlarından biridir.
Filistinli mücahidler, sivillere zarar vermekten kaçınmaya özen göstererek üst düzey subaylar dâhil olmak üzere birçok askeri esir alarak İsrail’in yenilmezliği algısını yıkmış, İsrail’in “demir kubbe” adıyla bilinen hava savunma sistemindeki yetersizliğini ve güvenlik konusundaki zafiyetini de gözler önüne sermiştir. Bugün Siyonizm’in yönettiği “Derin Dünya Devleti” büyük bir çıkmaza girmiştir.
İsrail’in devlet terörü karşısında halkı Müslüman olan ülkelerin konuşmaktan, kınamaktan başka bir şey yapmamaları, onlar için halk nezdinde büyük bir itibar kaybı oluşturmuştur. 30 binden fazla şehide rağmen ümmet, küresel Siyonizm’in karşısında aciz durumdadır. Halkları çoğunlukla Müslüman olan 57 ülkenin İsrail’le girdikleri girift ekonomik, siyasi, ticari çıkar ağı İsrail’i cesaretlendirmiş ancak kendi halkına bu idarecileri yabancılaştırmıştır.
Aksa Tufanı, Ümmet-i Muhammed’in tarihindeki en büyük kazanımlarından biri olmuş ve yeni bir dönemin de kapısını aralamıştır. Enfal sûresi 42. âyet-i kerimede; “Tâ ki ölenin niçin öldüğü, yaşayanın da niçin yaşadığı apaçık ortaya çıksın!” ilâhî kelam ile buyurulduğu gibi bu cihad ile kâfirler ve münafıklar gün yüzüne çıkmıştır. Siyonist rejim ve destekçilerinin gerçek yüzünü tüm dünya tanımıştır. Gazze halkının bu metaneti ve mücadelesi karşısında bunu sağlayan inancın kaynağı olan aziz kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i merak etmeye ve okumaya başlayan birçok insanın İslâm’la tanışmasına ve Müslümanlıkla müşerref olmasına vesile olmuştur. Mallarını, canlarını, yurtlarını kaybeden Gazze halkının sabrı ve sebatıyla bir ibret olarak Yüce Allah’ın emrettiği ve biz Müslümanların unuttuğu görevlerimiz ve sorumluluklarımız hatıra gelmiştir. Sadece Müslümanların değil, farklı kültür ve inançlara sahip insanların da bu vahşete ve zulme karşı tüm yasaklamalara rağmen sessiz kalmayarak ayaklanmalarını ve tabiri caizse uyanmalarını sağlamıştır.
Tüm bu olanlar yeni bir başlangıcın eşiği olmuştur. Siyonist rejimin ahlâkî ilkelere ve uluslararası hukuk normlarına riâyet etmeden uyguladığı vahşet ve zulüm karşısında sessiz kalan özellikle ABD ve Avrupa ülkelerince sürekli dillendirilen eşitlik, özgürlük ve insan hakları gibi kavramların içeriğinin tamamen boş olduğu, bu kavramların sadece gücü ve parayı elinde bulunduran elit bir tabaka için geçerli olduğu, geride kalan dünya insanları için bu değerlerin bir karşılığının olmadığı ortaya çıkmıştır. Kopenhag kriterleri, Avrupa Birliği, demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk, kadın hakları, çocuk hakları, birey hakları gibi söylemlerin bir aldatmaca olduğunu gören dünya halkları hesap sormak için meydanları doldurmuştur. Halklar bu yalanın farkına varmış ve gerek protestolarla gerek yürüyüşlerle ahlâkî değerleri ölçü aldıklarını ve yeni bir yönelişe sahip olduklarını da göstermişlerdir.
Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Sudan ve diğer İslâm coğrafyaları üzerinden sürdürülen ve İslâmi terörizm olarak Batılı insana servis edilen İslâmofobik düşünce, Aksa Tufanıyla yerle yeksan olmuştur. İnsanlık, Gazzeli masum çocukların, kadınların ve yaşlılarının eliyle bir gerçeğe uyanmıştır. Gazzeliler ölürken, birçok insan İslâm’ın gür sadâsıyla dirilmiştir, dirilmektedir.
Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur; “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, “Îmân” 78). Bu durumda bize düşen Bey’atü’r-rıdvânı hatırlamak, Semure ağacının altında Peygamber Efendimiz’e (sas) biat eden sahâbe gibi tufan olup Müslüman coğrafyalar özgürleşinceye kadar mücadele etmektir. Malımızla, canımızla, Kur’ân’la, namazla, teheccüdle, zikirle, maddi ve manevi tüm imkânlarımızla Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak ve bu şanlı direnişin yanında olmaktır.
Müslüman kardeşlerimizle zor zamanlarında birlik ve dayanışma içinde olmak, elimizden geldiğince yardım etmek inancımızın bir gereğidir. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz’in (sas) insanlığın en hayırlı nesli olan sahâbe efendilerimizi yetiştirdiği ve toplumda İslâmî uyanışı gerçekleştirdiği Ashâb-ı Suffa ilk akla gelmektedir. İşkenceler ve eziyetler ne Resûlullah’ı (sas) ne de ashâbını asla yıldırmamıştır. Onlar, yalnızca Allah’a ibadet ederek ve sabırla, zafere ulaşmışlardır. Kur’ân ve sünnete dayalı bu rabbanî metot ile çıkış yolunu bulmuşlardır. Aziz İslâm’a herkesi davetin yanında, inananlara da hakkı ve sabrı tavsiye etmek (Asr, 103/1-3), hüsrandan kurtuluş reçetesi olarak sunulmuştur. Ayrıca maddî ve manevî tüm bela ve musibetlerde müminlerin birlikte dayanışma içerisinde Allah’a sığınmaları sıklıkla tavsiye edilen bir husustur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara, 2/153). Resûlullah (sas) da bir hadis-i şerifinde “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Buhârî, “Edeb” 27) buyurmuştur. Müslümanların birbirlerinin dertleriyle dertlenmeleri ve yaralarına merhem olmaya çalışmaları sahip oldukları inancın kendilerine yüklediği sorumluluk ve kazandırdığı duyarlılıktır. Zorluklara yerine göre sabır ve tevekkül, nimetlere şükür, onun gerçek sahibini bilme, hakkını verme ve gurura kapılmama Müslüman açısından önem arz etmektedir.
Enfal sûresi 60. âyette şöyle buyrulmaktadır; “Onlara (gizli, açık düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün imkânları kullanarak siyasi, askeri ve iktisadi her türlü) kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar, (bugün ise üretilip devamlı bakımı yapılan uçaklar, füzeler ve tanklar) hazırlayın. Ki bunlarla Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve Allah’ın bildiği (ama) sizin bilmediğiniz diğer (gizli şer ve nifak odaklarını) korkutasınız (ve caydırıcılık gücüne sahip olasınız. Bu konuda cimrilik ve tedbirsizlik yapmayasınız). Allah yolunda (cihad uğrunda ve milli savunma amacıyla) her ne harcarsanız, (nasıl bir katkı sunarsanız, o ahirette) size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız. (Allah adalet sahibidir.)” (Abdullah-Ahmet Akgül Kur’an Meali)
Gazze’deki kardeşlerimiz, yıllardır devam eden Siyonist rejimin zulmü karşısında boş durmadıklarını, askeri, ekonomik, toplumsal anlamda kendilerini hazırladıklarını bize göstermişlerdir. Biz Müslümanlar her daim küfür ehline karşı teyakkuzda ve hazırlıklı olmak durumundayız. İşte Suffa İlim Meclisleri bunun bir vesilesidir. Müslüman şahsiyetler, böyle ilim ve sohbet halkası ortamlarında yetişir, ideal kulluk bilinci, iman mesajlarının toplumu kuşatması, İslâmî unsurlara uygun şahsiyet oluşumu ve her daim düşmana karşı hazır olmak böyle ortamlarda gelişir. Gerek sahada gerek dijital ortamda gerekse her alanda mücadele edecek ekibin fikri olgunluğa erişmesi, zihinsel ve akli olarak hazırlanması, maddi ve manevi birlikteliği bu meclisler eliyle sağlanır. O nedenle bu meclislere devam etmek ve Müslüman kardeşlerimizle hemhâl olmak büyük önem arz etmektedir.
Yüce Allah dinine yardım edenleri ve peygamberine bağlı olanları elbette muzaffer kılacaktır. 1400 yıl önce, Peygamber Efendimiz ile (sas) beraber Hudeybiye’de fethin kapılarını açan sonra Medine’deki şer odağı olan Hayber’i ele geçiren sahâbe-i kiramın Mekke’yi fethetmesi gibi inşallah Kudüs’ün yeniden fethi de yakındır. 1987’de başlayan intifada şimdi de Tufan olup Aksa’nın fetih yolunu açmıştır. Avrupa ülkelerinde iman ve hidâyet patlamasının yaşanması, her gün yüzlerce kişinin İslâm’la şereflenmesi de bir fetih değil midir aslında?
Ey Gazzeli kardeşlerim! Cihadınız mübarek olsun. Dayanın, mücadelenizde sebat edin; münafıklara, küfür ehline asla kulak asmayın! “Şimdi sen sabret. Bil ki Allah’ın vaadi gerçektir. İnanmayanlar sakın seni yolundan çevirmesin!” (Rûm, 30/60).
Cenâb-ı Hakk’tan niyazımız odur ki Âl-i İmrân sûresi 110. âyet-i kerimede buyrulan; “Siz insanlar için gönderilmiş en hayırlı ümmetsiniz.” müjdesine Gazze’deki kardeşlerimiz nail olmuş olsun. Aksa Tufanı’nın, biz Müslümanlar için bir uyanışa vesile olması umut ve temennisiyle…