Menü
Rumeysa Döğer
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Tesellisi
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

“Bizim kadınlarımız aşkı bir sabah içtenlikle edilmiş dualarla uğurlayıp sonra geri dönmeyen evlatlarının koyunlarında saklamaktan kırışmış fotoğraflarında kaybetti.” Böyle ifade etmişti bir yazar evlat kaybetmenin hüznünü. Bir de kayıp gibi görünüp kaybolmamış olan evlatlar vardır. O evlatların anneleri ayrılıkla eş zamanlı olarak bambaşka bir aşkın ilmeklerini kuvvetlendirirler. Literatürde biz buna ilahi aşk deriz. Gidenin acısı, ilahi aşka dönüşmüştür çünkü kayıp yoktur ve o evlat hakikatte en kıymetli olanı kazanmıştır artık.

Hanım sahabilerin hayatlarını idrak edip yazıya aktarabilmek gayretine başladığımdan beri belki yazma aletini elime her aldığımda gönlüme düşen fakat idrak edememenin verdiği ürkeklikle geri adım atarak ismini başlık atamadığım bir hanımdı Sümeyra bint Ubeyd (r.anha) çünkü annelerin çocuklarını bir vitrin olarak gördüğü, eğitim, meslek, kariyer hayatlarına zeval gelmesin, laf söz edilmesin diye üzerlerindeki bir kırışıklığa dahi razı olmadıkları bir çağda yaşayan ben anlayamıyordum, “Varsın evladım çamurlara bulansın, yeri geldiğinde kana bulansın ama Allah’ın en razı olduğu Peygamberin imrendiği bir makam olan şehadet makamına ulaşsın.” diyen Sümeyra validemizin onurlu tavırlarını. Anladım ki birçok sahâbeyi dinlerken hayatlarını idrak edemememizin temel sebebi asr-ı saâdetin çok gerisinde oluşumuzmuş.

Yakın zamanda yaşadığımız bir imtihan vesilesiyle hayatlarımıza Sümeyra validemizi anlayabileceğimiz bir pencere açıldığını, acılara şahitlik ettiğim sıralarda hissettim ve bu yazıma Sümeyra binti Ubeyd’in adını başlık olarak atmaya cüret ettim. 6 Şubat 2023 tarihinde belki de son yüzyılın en zorlu sabahına uyandık, acının kokusunu biz zaten bilirdik ama bu bir başkaydı, daha yoğun, daha kıvamlı ve daha yaygındı. 11 ilde mezarlıklar üstün bir rağbet görmüştü. Sevdiklerinin acısını duymayan yahut acılarına şahit olmayan kalmamıştı. Evlatlarını yitirmiş olan kimi anne babalar bir müjdeyle ayakta kaldılar.

– Bir çocuk ölünce, Allah Teâlâ bildiği halde, meleklerine sorar:

– Kulumun çocuğunu aldınız, kalbinin meyvesini kopardınız. Peki kulum buna ne dedi?

– Ya Rabbi, hamd edip teslimiyet gösterdi. – O kuluma Cennette bir ev yapıp, adını da “Hamd evi” koyun!” (Tirmizî, “Cenâiz”, 36) şu müjdeyi okuyunca kalbim için içine sığmayarak kendisine o soruları soruyor. Ya Müslüman olmasaydık? Bu imtihanlara nasıl dayanacaktık? Ya bu geçici olmasına rağmen acısı kavi olan dünyada başımıza gelen imtihanlarımızın, ahiret yurdunda bizi cehennemden uzaklaştırıp, karşılığının kat kat fazlasıyla verileceği, sonsuz cennet yurduna basamak olduğunu bilmeseydik, Rabbim nasıl dayanırdık? Ya gidenlerin gittikleri yerde daha güzel olana ulaşmış olacaklarına dair kuvvetli umutlarımız olmasaydı? Bütün yaşananlar için bir teselli arayışında olan ümmetin anneleri, kendilerini yine bu ümmetin annelerinin hikayeleriyle hemhal olmuşken buldular. Evladı şehit olan anneler, kimler bu imtihanı nasıl karşılamış diye emniyet dolu hikayelere sığındılar.

Yer yer anlamakta zorlandığımız, yedi çocuğu şehit olmuş, şehitlerin annesi Sümeyra bint Ubeyd annemiz’in hayatı gönülden gönüle dolaştı çadır kentlerde, orta ve hafif hasarlı hanelerde. Şimdi onu tanımak sırası bizde.

Sümeyra annemiz Musab b. Umeyr (ra) vasıtasıyla İslam dinine girmiş, daha Efendimiz Medine’ye gelmeden onun sevgisiyle gönlünü doldurmuş olan annelerimizden birisidir ve o gerçekten tam bir annedir. İslam’a dair öğrendiği her yeni bilgiyi evlatlarına aktarmış onları henüz bilgi kaynakları çok eksikken İslâm’a göre yetiştirmeyi başarmıştı. Bizler bugün annelerimize “annecim dua et bana şehadet nasib olsun.” dediğimizde annelerimiz bundan pek hoşlanmazlar sanki. Neticede ölümle alakalı bir durumdur ya şehadet, yakıştıramazlar evlatlarına. Sümeyra annemizin dünyasında ise bu bambaşka. Onun dünyasında ölüm değil, hiç değer vermedikleri, geçici olduğunu bildikleri, dikenli ve elemli bir yol olarak gördükleri dünyadan kurtulurken sonsuz mutluluk yurdunun en asilleri arasına adını yazdırmaktır şehadet.

Evlatlarını en güzel şekilde yetiştirmek için bu dini en güzel yaşayanın hayatına dair daha fazla bilgi sahibi olması gerektiğinin çok farkındaydı annemiz. Bu sebeple gayret dolu bir fikir gelmişti aklına. Mekkeli hanımların evlerine gidecek onların temizlik, çamaşır, bulaşık gibi ev işlerini görecek ve bunun karşılığında Efendimiz’in Mekke hayatını öğrenecektir. Böylesine bir gayretle hem Müslümanlığını hem anneliğini pekiştiren Sümeyra validemiz vakti geldiğinde Ebu Cehil’in üzerine çullanıp onu alt edecek evlatlar yetiştirmeyi başarmış olacaktır. Gayret ondan Tevfik Allah’tan.

Hicretin 2. yılında Hz. Bilal’in Bedir için asker çağırdığı duyuluyor Medine sokaklarında. Sümeyra annemiz’in üç oğlu da sanki yıllardır bugünü bekliyor. Avf, Muaz ve Muavviz küçük yaşta olmalarına rağmen parmak uçlarına basarak boylarını büyük gösteriyorlar ve orduya seçiliyorlar. Aynı annenin tedrisatından geçmiş üç kardeşin de birbirlerinden habersiz taşıdıkları bir gaye var: Peygamber’in en azılı düşmanı Ebû Cehil’i bulup öldürmek! Fakat ki ortada bir sorun var. Hiçbiri Ebû Cehil’i daha önce görmemiş, onu tanımıyor. Üç kardeşin ortancası Muaz, Bedir meydanında Ebû Cehil’in kim olduğunu öğrenmek için Abdurrahman b. Avf’ın yanına gelir: “Amca bana Ebû Cehil’i gösterir misin?” diye sorar. Muaz’ın azimle Ebû Cehil’i araması Abdurrahman b. Avf’ı şaşırtır, merakla o da sorar: “Ne yapacaksın Ebû Cehil’i?”  Muaz: “Amca, buraya gelmeden önce Rabbime söz verdim, dedim ki: Eğer Efendimiz beni Bedir’in askerleri içine dahil ederse ben de Bedr’in meydanında Allah Resûlü’nün düşmanı olan Ebû Cehil’i bulup öldüreceğim.” diye cevap verir. Abdurrahman b. Avf, Muaz’ın verdiği bu cevapla gösterdiği aşkına, sevdasına hayret eder. “Tamam, görürsem onu sana göstereceğim.” der. Çok geçmeden Abdurrahman b. Avf’ın yanına diğer kardeşler de gelir ve aynı iştiyakla Ebû Cehil’i aradıklarını söylerler. Bundan sonrasını Abdurrahman b. Avf anlatıyor: “Bir de baktım, Ebû Cehil, atının üzerinde yanında adamları, başında kırmızı bir sarığı savaş meydanın ortasında duruyor. Elimi uzatarak: ‘Gençler! İşte aradığınız adam şu başında kırmızı sarık olan adam.’ dedim. Daha ben elimi aşağıya indirmemiştim ki o gençler, küheylanlar gibi Ebû Cehil’in etrafını sardılar ve kılıçları ile onu atının üzerinden indirmeye çalıştılar.”

Gençlerin, Ebû Cehil’i yere sermeye çalıştıkları o anda abileri Avf’a şehadet nasip olur, Muaz ise kolundan büyükçe darbe alarak yaralanır. Ama istenilen de gerçekleşmiş, “Ümmetin Firavun’u” yere yıkılmıştır. Sümeyra validemizin yiğit gençleri, kanlı kılıçlarını alarak Efendimiz’in yanına gelirler, sevinçle “Ya Resulallah! Senin düşmanını yere serdik. Ebû Cehil’i öldürdük!” derler. Efendimiz meseleyi doğrulatmak için Abdullah b. Mes’ûd’u gönderir. Abdullah b. Mes’ûd savaş meydanına geldiğinde Ebû Cehil henüz ölmemiştir, ancak can çekişiyordur, son darbeyi de o vurur ve Efendimiz’in en azılı düşmanlarından birinin hayatına böylece son verilir. Efendimiz Abdullah b. Mes’ûd’dan durumu öğrenince, sevinir, gençlere hayır dualarda bulunur. (İbn Hişam, es-Sîre, 2/287.)

Ve şimdi anneye iki haberle dönmek zamanı. Ona hem abilerinin şehit olduğunu hem de Ebû Cehil’i kendilerinin öldürdüklerini söylerler. Sümeyra validemizin ne kadar sevindiğini, tahmin etmek herhalde buraya kadar anlattıklarımızdan sonra zor olmayacaktır.

Peygamber aşığı bu kutlu ailenin fertlerini Uhud’da da görürüz. Hicretin 3. yılı Mekke, Bedir’in intikamını almak için üç bin kişilik ordu ile Medineye gelince Efendimiz de yedi yüz askeriyle Uhud dağının eteklerine yerleşir. O mübarek ordunun içine Sümeyra validemizin hanesinden dört kişi katılır. Babası Ubeyd, eşi Haris, Bedir’de gazi olan iki oğlu Muaz ile Muavviz. Sümeyra validemiz evinden bu yiğitleri gönderirken onlara şöyle der: “Siz gidin Uhud’un meydanında canlarınızı verin; Ama Efendimiz’e bir şey olmasın. Eğer siz sağ olarak gelir de O’na bir şey olursa vallahi sizleri eve almam. Siz, Efendimiz’i koruma adına kendi canlarınızı O’na feda edeceksiniz!”

Uhud meydanında Peygamberimiz’in vefat ettiği haberi yayılınca meydana koşanlardan biri de Sümeyra validemizdir. Sümeyra validemizin bundan sonra sergileyeceği tutum ve davranışı bize şu nebevi mesajı hatırlatacaktır: “Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.”  (İbn Hişâm, es-Sîre, 3/133).

Sümeyra validemiz Resûlullah’ın hayatta olup olmadığını öğrenebilmek için canhıraş biçimde O’nu arar. Validemizin bu halini görenler, onun yakınlarını aradığını sanırlar, bir bir ona ailesinin fertlerinin şehit haberlerini verirler. “Sümeyra bak! Burada yatan kocan Haris, şehit oldu!”, “Sümeyra bak! Bu baban Ubeyd’dir, şehit oldu!”, “Sümeyra bak! bunlar oğulların Muaz ve Muavviz şehit oldular!” Sümeyra validemiz bütün bu duydukları karşısında hep aynı tepkiyi verir: “Allah kocamın şehadetini kabul etsin, Allah babamın şehadetini kabul etsin, Evlatlarım size de bu yakışırdı Allah şehadetlerinizi kabul etsin.” Validemizin derdi başkaydı, o her seferinde Efendimiz’i soruyor, O’nun hakkında hayırlı bir haber almak için can atıyordu.

Kimseden beklediği cevabı alamayınca aramaya devam eder. Ve nihayet Efendimiz’i yanında birkaç sahâbî ile birlikteyken bulur. Sevinçle, gözyaşlarıyla O’na doğru koşar, mübarek cübbelerini yaşlı gözlerine sürer ve şöyle der: “Sen ki hayattasın, senden sonra bütün musibetler bana çok hafif gelir ya Resûlullah!” (Muhammed Emin Yıldırım, Efendimiz’i (sas) Sahabe Gibi Sevmek, s.105-114)

Şayet şehadetin esas kurtuluş olduğunu bilmeseydi elbette evlatlarına çokça ağıtlar yakardı. Şayet gidenlerin gittikleri yerde mutlu olduklarına inanmasaydı çok zor sabrederdi bu kadar kayba. Sümeyra annemizin bu dik duruşu 6 Şubat depreminde sevdiklerini kaybeden birçok kadına sığınak oldu. Depremde ölen hükmen şehittir. Hakikatine tutunup yaralarına peygamber çiçeği merhemi sürdüler. Bizde şehadetin ölümden başka bir mefhum olduğunu yeniden idrak etmiş olduk.

5 2 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x