Sağlığımızı korumanın, hastalıklardan korunmanın önemini toplum olarak idrak ettiğimiz yoğun bir pandemi dönemi geçirdik. Sağlık okur yazarlığının arttığı, farkındalığın yükseldiği bir dönem oldu. Peki biz, sağlığı nasıl tanımlıyor, sağlıklı olmaktan ne anlıyoruz?
Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı yalnız hastalığın ve sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olarak tanımlıyor. Birey sağlıklıysa ve bu iyilik halini korumak için gerekli tedbirleri alırsa hayatı daha kaliteli ve verimli yaşayabilir. Değişen bu dünyada sağlığımızı korumak ve kaybetmemek için neler yapıyoruz?
Mesela aşılama çalışmaları, hastalık yapabilecek etkenle karşılaşmadan vücuda o etkeni tanıtarak, bedeni hastalığa karşı dirençli hale getirip, hastalık mikrobu ile karşılaşsak dahi hasta olmamızı engelleme çalışmalarıdır. Çiçek hastalığı, çocuk felci ülkemizde ve pek çok ülkede gözükmüyorsa bunların hepsi aşı ile bağışıklama çalışmaları sayesindedir.
Şeker, sigara, alkol, madde gibi bağımlılıklardan uzak durma, sağlıklı ve temiz gıdalarla beslenme, zararlı yiyeceklerden kaçınma, dengeli beslenme ve hareketsizlikten kaçınma, Obezitenin engellenmesi, temizlik, soğuktan korunma, ferah mekânlarda oturma, sağlıklı ev ve memleketlerde yaşama, stres ve duygusal travmalarla doğru başedebilme, seyahat etme, kötü iklim koşullarında yolculuktan sakınma, salgın hastalıkların bulunduğu ortamlardan uzak durma, güneşte fazla kalmaktan kaçınma, şiddetli sıcaklarda beden ısısının düşürülmesi, düzenli uyku için uygun vakitleri seçme gibi davranışlar diğer bireysel tedbirlerini içermektedir.1
Bu örneklerin dışında bizleri etkileyen çevresel faktörler ve bunlara yönelik kurumların denetimleri ve alabilecekleri tedbirler de vardır. Sağlıklı su tüketimi, su kaynaklarının denetimi, atıkların kontrolü, zararlı canlılarla ve haşerelerle doğal yollarla mücadele, besin güvenliği, hava kirliliğinin denetimi, gürültü ile mücadele, radyolojik zararların denetimi, iş sağlığı, besin kontrolü ve güvenliği, konut sağlığı toplumu etkileyen başlıca çevresel faktörlerdir.2
Son yüzyılda değişen ekolojik koşullar tarım eko sistemini de doğrudan etkiledi. Sıcaklık, yağış, güneş ışığı gibi tarımsal iklim unsurlarının değişmesine neden oldu, olmaya da devam ediyor. Küresel ısı artışı nedeniyle, iklim değişikliği tarımsal ürünlerin kalitesinde ve miktarında da azalmaya sebep oldu.
Sağlıklı kalmanın sürdürülebilmesi için farklı temel besinlerin dengede olması gerekmektedir. Tahıllardan pirinç ve buğday, tüketilen her beş kaloriden ikisini sağlar. Bitkiler havadaki karbondioksiti şekerlere ve diğer karbonhidratlara dönüştürür. Ayrıca topraktan mineralleri ve diğer besinleri alırlar. Sanayi Devriminden itibaren atmosferde meydana gelen CO2 artışının, bitkilerde şeker ve diğer karbonhidratların üretimini %46’ya kadar artırdığı protein seviyelerini ise düşürdüğü düşünülmektedir.3
Artan atmosferik karbondioksit konsantrasyonunun tarım ürünlerinde başta demir ve çinko olmak üzere çeşitli minerallerde ve proteinde düşüşlere sebep olduğu tespit edilmiştir.
Başka bir araştırmada yüksek karbondioksit seviyelerinin, bitkilerdeki kalsiyum, potasyum, çinko ve demir dahil olmak üzere 25 önemli mineralin genel konsantrasyonunu azalttığı tespit edilmiştir
Bitkilerin besin değerindeki bu azalmanın insan sağlığı üzerinde derin etkileri olabilir: Mineraller ve diğer besinlerden yoksun bir diyet, bir kişi yeterli kalori tüketse bile yetersiz beslenmeye neden olabilir. Yetersiz beslenme dünya çapında oldukça yaygın çünkü birçok insan yalnızca sınırlı sayıda temel mahsul tüketiyor, meyve, sebze, süt ve et gibi mineraller açısından zengin gıdalara zaten yeterince ulaşamıyor. Mineraller (özellikle çinko ve demir) açısından fakir diyetler, çocuklukta büyümenin azalmasına, enfeksiyonlarla savaşma yeteneğinin azalmasına, fiziksel aktivitede kısıtlanmaya ve daha yüksek anne ve çocuk ölüm oranlarına yol açabilir.5
Bir araştırmada, insanların giderek daha fazla nişastalı bitki bazlı gıdalar tüketmesi ve ürünlerde bulunan düşük mineral seviyelerini telafi etmek için daha fazla yemesi nedeniyle bu değişikliklerin obezitedeki artışa da katkıda bulunabileceğini savunuyor.6
Konuyla ilgili bir başka araştırmada yüksek karbondioksit altında pirinç, buğday, arpa ve patates protein içeriklerinde azalmalar tespit edilmiştir. Meyvelerde sıvı içeriğinin arttığı fakat kuru içeriğinin azaldığı tespit edildi.7
Tarımda modernleşme ve gıda sistemindeki bu değişiklikler sebebiyle son yüzyılda meyve ve sebzelerin temel vitamin mineral içeriğinin bu denli değişmesi, vitamin, mineral takviyesi gerekliliğine sebep oldu. Yeterli alınamayan besinlerin takviye olarak alınması gerekiyor. Covid-19 döneminde özellikle bu takviyelerin faydalarını çok gözlemledik. Magnezyum, C vitamini, çinko, B grubu vitaminleri, D vitamini en çok kullandığımız takviyeler oldu.
Takviyelerin sadece enfeksiyonlarda değil, kronik hastalık oluşup oluşmamasında da etkileri gözlemlenmiştir. Finlandiya’da yapılan bir çalışmada 12056 bebek doğumdan 35 yaşına kadar izlenerek, D vitamini alan ve almayan olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bu araştırmada ilk iki yaşta günde 2000 ünite D vitamini alan bebeklerde 35 yaşa kadar tip 1 diyabet oranının, almayanlara göre sekiz kat daha az olduğu tespit edilmiştir.8
Değişen dünyada, değişen çalışma şartları ile özellikle çevrimiçi eğitimler ve çalışmalarla hayat tarzımız da daha hareketsizleşti. Çevresel toksik yük çok arttı. Endokrin bozucu kimyasal maddeler adı verilen, günlük olarak sık kullanılan gıda saklama kapları, makyaj malzemeleri, biberonlar, parfümler, oyuncaklar, halılar, döşeme boruları ve daha birçok üründe kullanılan sentetik kimyasallar, endokrin sistemin normal işleyişini değiştirerek kişide veya sonraki nesillerde sorunlar oluşturabilirler. Bu kimyasallar solunarak, damar yoluyla, ağızdan, deri yoluyla alınarak yağ dokusunda birikir. Son yıllarda salgın halini halan diyabet ve metabolik sendrom artışlarıyla ilişkisinin de tespit edildiği çalışmalar yayınlanmıştır.9
Ev pestisitlerinin çocukluk çağı lösemilerinin etyolojisinde de rol oynayabileceğini düşündüren çalışmalar yapılmıştır.10
Gazlı içeceklerde olan Sodyum benzoat’ın hücre içinde enerji üreten mitokondrilerimize zarar verdiği DNA hasarı yaptığı bazı çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Yani bu tür yiyecek ve içecekler vücuda faydalı olmadığı gibi vücuda zarar da vermektedir.
Başka bir çalışmada Sodyum benzoat katkılı içecek ve plasebo verilen iki çocuk grubu karşılaştırıldığında, Sodyum benzoat katkılı içeceği içen çocuk grubunun dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu oranların plasebo grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.11
Çin tuzu denen monosodyum glutamat katkılı yiyeceklerle de doyma hissi baskılanarak daha çok yemeye sebep olunduğu tespit edilmiştir. Bu toksik katkılar uzun vadede nörolojik hasarlar ortaya çıkarabiliyor.
İçme sularının paketlenmesinde plastik kullanımı endokrin bozucu oldukları için uzun vadede çok tehlikeli, uzak durulması gerekmektedir. Minerali sulardan aldığımız için içme sularının kaliteli olması vücut sağlığı için çok önemli.
Evlerimizin hava sirkülasyonu, apartman ve çevre düzenlemeleri de insanımızın sağlıklı barınma ihtiyacını karşılayacak şekilde olması gerekiyor.
Pastane ürünlerinde kullanılan nişasta bazlı şeker ve sanayi yağları, cips, şeker gazlı içeceklerin tüketimi vücuda hiçbir şekilde katkı sağlamadığı gibi vücudun faydalı vitamin mineralini de kullanıyor.
Peki değişen dünyada biz bu farkındalıklarımızla neler yapabiliriz; öncelikle zararlı olandan kaçınmalı ve faydalı olanlarda öncü olmalı, çevremizi de sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşama konusunda teşvik etmeliyiz. Herkes suya atılan bir damlanın hareleri gibi emek verdiği zaman dalga dalga sağlıklı yaşama bilincinin topluma yayılacağına inanıyorum.