Penceremden dışarı bakıyorum ne masmavi deniz var önümde ne de yeşilin binbir tonuyla boyanmış huzurlu bir manzara. Gözüm görmek isterken güzeli, kulağım duymak isterken hoş sadâları, ruhum hissetmek isterken büsbütün huzuru oysa ben hiçbir şeyi anlayamıyorum.
Bitmeyecek bir yolculuğum var gibi. Sonsuz, uzun ve çileli. Nasıl yeşertmeliyim gönül penceremi? Nasıl baktığım yer gördüğüm yerin aksine tatmin eder kalbimi? Nasıl okuyabilirim kainatı hikmet nazarıyla? Bilmiyorum. Bilmemek ağır geliyor önce, sonra bilmenin de aslında ağır bir yük olduğunu düşünüyorum. Sadece hayrı ve hakikati bilmek, gönlümü yormamak istiyorum. Ama saklayamıyorum kalbimi kirleniyor bu dünyada. Gözümün ve gönlümün nuru sanki boşa akıyor.
Gitmek istiyorum, göç etmek bütün bu şerlerden. Ruhlar bedenlere sığmayınca mekan ne kadar geniş olursa olsun daralıyor haliyle. Neden bu kadar az iyiler? Peki, ben o azlardan mıyım? Sorguluyorum uzunca. Çevremdeki insanlar adeta birer ayna oluyor bana. Hani Müslümanlar? Bütün dünyevi nimetler içinde yaşayan Avrupalıya, benim neyim cazip gelecek de bu din ilgisini çekecek, nerede iyi örnekler? Yoksa pusulamız yanlış yönü mü gösteriyor?
Düşünüyorum, bu sorular beni önce derin bir umutsuzluğa sürüklüyor. Ardından en güzel örnek yazıyorum arama motoruna en başta peygamberimle alakalı yüzlerce yazı ve video karşıma çıkıyor. Sonra ilgili ayete yöneliyorum, hayatı insanlar için “en güzel örneklik” olan Peygamberim nasıl yaşamış daha çok merak ediyorum. En güzeli tanımadığımız için olmuyor bizden belki de. Sevgimiz yetersiz kalıyor, neticede muhabbet tanıdıkça hasıl olur. Ben ne kadar tanıyorum en iyi örneği?
Çocukken sağdan soldan duyduklarımın yanı sıra hayatına dair okuduklarım beni daha da şaşırtıyor. Yahu bu din yaşanılır bir din, biz neden bu kadar zorlaştırıyoruz, diyorum. Onun hayatının her aşamasında itidali ve sadeliği görüyorum. Sonra bakıyorum hayatımdaki aşırılara biraz daha anlayabiliyorum neden benzeyemediğimi Peygamberime.
Genelde insanlar bir özellikleriyle ön plana çıkıyor. Şunu sıkça duyuyorum mesela, “ya babam çok iyi bir baba ama iyi bir eş değil maalesef. Teyzem çok iyi bir eş ancak komşusu çok çekiyor ondan iyi bir komşu değil.” Birden çok rolümüz varken biz çoğu zaman birkaçında iyi olmayı başarabiliyoruz, o da kötünün iyisi, üstelik Müslüman kimliğimizin bütün rollerimizi kuşatması gerekirken. Yine bakıyorum O’nun (sas) hayatına eş, baba, arkadaş, komşu… her alanda en iyi örnekliği yine muazzam bir şekilde ortaya koyuyor. Daha iyi anlıyorum O’nu (sas) hakiki manada anlayamadığımızı.
Nasıl en iyi kalmış peygamberim düşünüyorum. Rabbiyle ilişkisi ilgimi çekiyor, bütün işlerini o kapsıyor aslında. Rabbiyle olan sapasağlam ilişkisi hayatına, canlı-cansız olan her şeyle olan ilişkisine bütün güzelliğiyle yansıyor. En son ne zaman namaz kıldığımı düşünüyorum hemen, benim Allah’la ilişkim nasıl, sorguluyorum. Zayıflığı yüzüme çarpıyor. En zirve ile olan ilişkimi sağlam tutamadığım için yeryüzündeki ilişkilerimin de sağlam olmadığını fark ediyorum. İslerin, dumanların içerisinde mis kokmayı bekliyorum. Hastalığımı öğrenmeye başladığım şu sıralar manevi bir ilaç istiyorum, şifa olup şifa bulduracak.
Çok geçmeden karşıma canım peygamberimin yoluma rehber olan şu kıymetli sözleri çıkıyor: “Ortalık kargaşa içindeyken (fitne zamanında) ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.” (Müslim, “Fiten” 130.) diyor. İbadetimle hicret edebilir miyim, yani kurtulabilir miyim bu dünyanın kirinden pasından? Dünya’nın şerlerine yüz çevirmek yüzümü rabbime çevirmemle olacak öyleyse. Allah’a daha iyi ibadet edebilmek için hicret edilir. Allah’a ibadet ederek aslında dertlerden de hicret edilir. Tek tek yüzüme çarpıyor bu gerçekler. Allah’a ne kadar yakınsan o kadar iyisin ve O’nu (cc) incitmemek için yaşayacağın hayat da bir o kadar muntazam. Birbirimizle kavgayı bırakıp işimize dönsek, ne de güzel imar edilir bu dünya. Zaten bunun için gönderilmedik mi?
Artık daha iyi biliyorum ki tutunsam O’nun (cc) ipine kurtuluşa ereceğim. Korktuğumda kalbimi yatıştıran, kırıldığımda yeniden onaran, haksızlığa uğradığımda imdadıma yetişen, yolumu kaybettiğimde rehberim olan, hiddetlendiğimde beni sükûnete erdiren Rabbim’dir. Unutuyorum ama ben. Manalardan yoksun dalıp gidiyorum bu dünyaya. O’nu (cc) hatırladıkça ve ona yöneldikçe hakiki huzura ereceğim. En güzel örneğe sıkı sıkı tutundukça bende ona (sas) benzeyeceğim, yetişebildiğim kadarıyla.
Hani en başta penceremden bahsetmiştim size bedbaht ve renksiz olan penceremden. Ben sahip değilim ama başka yerde hep güzellikler var sanmıştım. İnsanı tatmin edecek, huzura erdirebilecek en kıymetli mekanı uzaklarda dağda taşta aramıştım. Oysa insanın iç huzuru bulması ve rabbiyle ihlasla temaşa etmesi aslında dış etkenleri de beraberinde güzelleştirecek. İyi gözlüklerle iyi görülür. Penceremin manzarası ben istersem bir çiçekle renklenir. Biliyorum çok yakın gönlümün şen, kışımın bahar olacağı günler.