Dinler Tarihinde Kulluk Kavramı
Dinler tarihinde kulluğun muhatabı olarak inanç sistemlerinin odağında “kutsal” bulunmaktadır. Tarih boyunca kutsal kavramı gelenekler tarafından tamamen başka, gizemli ve olağanüstü varlık veya varlıklar olarak anlaşılmış; onlarla ilişkili birtakım eşya, bazı olağanüstü güç, kuvvet veya karizmaya sahip özel insanlar, bu insanlarla doğrudan ilişkisi olan bazı seçilmiş hayvanlar, kutsalın etkisi altındaki (mukaddes) nesneler, mekanlar ya da zamanlar da mukaddes (kutsalın tezahürleri) kabul edilip her zaman sıradan ve dünyevî olanlardan farklı, üstün ve ayrıcalıklı tutulmuşlardır.
En yüce boyun eğdirici otorite olarak kutsala yönelik beşerin verdiği olumlu yanıtlar en soyut haliyle gönüllü olarak boyun eğme, şartsız ve mutlak itaat, en somut haliyle inancın merkezi ibadetlerinde ortaya çıkan kulluk tecrübeleridir. Dinle özdeş kılınarak dindarın pratik hayatında mutlak teslimiyetini gösteren kulluğu meydana getiren gerçek otorite, çoğu kez “üstün bir güç” iken bazen en basit haliyle dinî bir kurala dönüşmekte çoğu kez en çetrefilli şekliyle ilâhî bir ilke, metafizik bir irade veya gizemli bir söz olarak da yeterli olabilmektedir. Bunlara yönelik dindar insanın yükümlülükler ise pek çok seviyeden beşerin anlamlar yüklediği şekillerle veya çeşitli ibadet formlarıyla ifâ ve ifade edilebilmektedir. Söz gelişi Hindu kültüründe “Manu Kitabı Kanunları” tüm Hindu dindarlara mecbur tutulurken daha bireysel anlamda bir Hindu keşişine (guruya) yönelik aday bir rahip öğrencinin göstereceği mutlak boyun eğmesini, daha sosyolojik boyutta onun kendi mezhebine veya dinî yapısının koyduğu kurallara uymasını anlatmaktadır.
Dinler tarihine göre kulluk aynı zamanda ahlâkî bir erdem olmasının yanında dinî bir değer hatta manevî arınma yoluna girişin ön şartı olarak da önemli olduğundan ihlal edilmesi durumunda dinî itaatsizlik genel başlığı altında en ağır formuyla dinden çıkma, inkâr ve küfür iken en hafif şekliyle sıradan bir rahibin mukaddes bir yol göstericisine mesela kendi üstadına karşı gösterdiği itaatsizlik ve isyankarlık kabul edilmektedir.[1]
Diğer İnanç Sistemlerinde Kulluğun Farklı ve Boyutlu Anlamları
Bağlayıcı ve müeyyesi olan ilkeli ve ayrıntılı emir yasaklarla, dünyevî eylemlerde dinin etkisini cemaat hayatının her alanında hissettiren Yahudilik için kulluk, sırasıyla “dinî ibadet”, “dinin kendisi” ve “emir ve yasaklara uymak” gibi üçlü anlama sahiptir. Bu anlamları kapsamak üzere genel dini tutum ve davranışları belirleyen kavram, İbranice “avd” (Arapça abd) kelimesidir. Buradan hareketle Yahudi kutsal kitap külliyatı Tanah’ta “Tanrı’ya kulluk” anlamındaki Avodah Elohim tamlaması aynı zamanda din ile özdeş kılınmaktadır (Bk. Çıkış, 3/13; 4/23; Malaki, 3/14; Eyûp, 21/15). İlâhî emir ve yasaklara uyma anlamında Yahudilik’te kulluk bizzat Tanrı Yahve tarafından istenmektedir; “Rabb’in ardınca yürüyeceksiniz, ondan korkacaksınız, onun emirlerini tutacaksınız ve ona kulluk edeceksiniz.” (Tesniye, 31/8). Daha özelde ise bu kelime aynı zamanda Yahudilerin başka inançlara inanmalarını dolayısıyla sahte ilahlara tapmalarını anlatmak için de kullanılmıştır (Tesniye, 13/2).
Tanrı’nın ardından yürüyen İsrailoğulları’nın aksine artık Tanrı’yı İsa Mesih’te tecelli ettirip O’nu, samimi ve insanî bir şekilde Hristiyanların önünde ve yanında yürüyen hemen yanı başında duran biri olarak tasvir eden (Matta, 28/20) Hristiyan kutsal kitabı, kullukta da İsa Mesih’i temel almaktadır.[2] Bir başka ifadeyle ete-kemiğe bürünmüş Tanrı, Rab ve Tanrı Oğlu sıfatlarına sahip bir insan olarak İsa Mesih’i temsilde, ibadette ve taklitte model olarak merkeze alan Hristiyan geleneği, aynı zamanda kilisenin emirlerine uymayı, katı manastır kurallarını takip etmeyi de bir dindarın kulluğu için gerekli görmektedir. Mistik yönleri olan ve her şeyi mecazî anlamlarla açıklamaya çalışan Hristiyanlık gibi inanç sistemlerinde kulluk; babaya kıyaslanan manevî bir rehberin/keşişin öğretici idaresinde ancak belirginleşebilen mutlak bir boyun eğmeyi anlatırken; her bir Hristiyan dindar veya kilise cemaati, muhatap kitle olarak İsa’nın öğrencileri olan havarilere dayanan “Gökteki Aziz Baba’nın çocukları” sıfatına sahip olarak “İsa’nın Bedenini” oluşturmaktadırlar. İlk dönem kilise babalarından Aziz Agustin’e (ö. 430) göre kulluk Tanrı’ya yönelik sevgi dolu gayretleri ifade ederken Suriyeli aziz, teolog ve kilise babası Yahya ed-Dimeşkî’ye (ö.749) göre ise ibadet olarak kulluk, ruhun Tanrı’ya doğru yükselerek yöneltmesi veya Tanrı’dan uygun olan şeylerin istenmesidir.[3]
Budist gelenekte dindarların oluşturduğu dinî topluluk olarak Samgha cemaati ise manevî olarak Buddha’nın bedenini oluşturan temel yapı olup açıkladığı ahlâkî emir ve yasaklara uymak için öncelikle Budist bir üstadın disiplin verici idaresine tabi olmak gerektiğinin bilincindedir.
İnançlardaki farklı dinî yapılar ve ahlâkî prensipler, kulluktaki temel farklılıkların nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Hiyerarşiye dayanmayan kan bağına bağlı bir sosyolojik grupların olduğu inançlarda kulluk, genetik bir tür haline dönüşmektedir. Söz gelişi Çin kültürel sisteminde aktif sosyal dindar insanı öne çıkaran Konfüçyanizm’de yaşayan evlatların bir bütünsellik içinde ölmüş atalara mutlak boyun eğme törenleri, kulluğun en büyük göstergesi kabul edilmektedir.
Kulluğun kapsamındaki ihlaller veya suiistimaller, Yahudilik ve Hristiyanlık’ta olduğu gibi kulluğun çoklu anlamlarının getirdiği vurgusal ağırlıklara bağlı olarak dinden çıkma (aforoz), cemaatten geçici uzaklaştırma, İlâhî Varlığı inkar ve küfür gibi radikal ve somut cezaî müeyyidelerle karşılık bulurken en hafif şekliyle Hindu, Budist veya kadim Çin kültürlerinde olduğu gibi bir öğrenci veya rahibin kendi üstadına karşı gösterdiği itaatsizlik ve isyankarlık kabul edilmektedir. Daha somut olarak örnek vermek gerekirse Çin kültüründe Konfüçyüsçü bilge Mencius’e (ö. M.Ö. 289) göre dinen namahrem kabul edilen ve “dokunulmaması” istenen baldızını dinin kuralını çiğnemeyerek bir ırmakta boğulmaktan kurtarmayan Konfüçyüsçü bir dindar, “dirayetli bir kurt” sıfatıyla tüm övgülere layıktır. Budist bir keşiş, inançlarına bağlılığı ihlal ettiğinde; itaatsizliğini açık bir şekilde gösteren özel tasarlanmış bir takı takmak zorundadır.
Kiliseden uzaklaşan Aydınlanmacı deistlere göre (mesela Cherbury’li Herbert) Yahudilik ve Hristiyanlık gibi insan doğasına karşı suiistimallerle dolu dogmatik kurumsal inançlara itaatsizlik, aslında evrensel uzlaşı olarak doğal ve ahlâkî kulluğun bir ifadesi olup aksine övgüyü hak etmektedir. Alman filozof Kant ise pratik aklın gereği olarak ahlaka dayalı dinî, statik ve otoriter kulluktan bahsetmektedir. Kant, otoritenin her çeşidine bilhassa dinî yüce bir otoriteye itaat için ahlâkî bir dayanak aramayı reddetmekte ve ahlâk kanunlarına ilâhî kaynakları sebebiyle değil insan fıtratına uyumlu ve evrensel açıdan iyi oldukları için itaat edilmesini tavsiye etmektedir.
Diğer İnanç ve Kültürlerde Kulluğun İşareti ve İzharı Olarak İbadet Tipolojileri
Dinler tarihi öğretmektedir ki her inanç kendi kulluk anlayışını ibadetine azamî ölçüde yansıtmakta böylece en temel anlamda ibadetler, kulluğa verilen değer ve anlamların en somut ifadeleri olmaktadır.
Çin kültüründe Tao, alemin nizamı, ilk ve gerçek prensip, temel özü, kader ve İlâhî Yüce Varlığın tecellisi olarak Yin ve Yang denilen iki alt prensipten oluşmaktadır. Konfüçyanizm’de kulluk, Tao nizamına karşı sosyal hayatta, bütün açıklığıyla şatafatlı törensel tarzlarda itaat ve saygıyı göstermek formunda tecelli edeceğinden ibadet formları da buna göre şekillenecektir. Diğer kadim Çin geleneği Taoizm ise Tao’yu Yin prensibine vurgu yaparak anlamakta ve alemdeki sessiz işleyişe dikkat çekerek bireysel kulluğun Tao’nun sessizce işlemesine uyumlu olarak sükûnet içinde ortaya çıkmasına yönelik öğretiler olarak değerlendirmektedir.[4]
Yahudilikte kadınların ibadete katılmayıp mahfilden sadece izledikleri ve çoğunlukla sinagoglarda samimi bir havada ciddi olmayan, bayram havasında İsrail’in Tanrı Yahve ile olan yakın ve sıcak ilişkisini göstermek üzere cemaatle yapılan ibadetler, ayakta (İbranice Amida/ Arapça Kıyam halinde), ayaklar bitişik, başlar yere eğilerek, gönlü anlık olarak Tanrı’ya bağlayarak, dua esnasında eller semaya açar konumda korku ve endişeyi izhar etmek üzere hafifçe geriye öne doğru eğilerek her zaman Kudüs’e doğru yönelmiş olduğunu unutmayarak itaatkar kul oluşu göstererek ifâ ve icra edilmektedir. Bu ibadette sadece ilâhî nimetlere şükür için rükû hali ve çok büyük bir acı, elem veya felaket anında secde öne çıkmaktadır.[5]
Hristiyanlık kulluğu, hizmet ve misyoner bir kimliğe büründürmekte ve İsa Mesih’in Göksel Baba’ya mutlak itaatteki modelliğini taklidi esas almaktadır. Evharistiya (ekmek-şarap ayini), İsevî (Hristiyan) olabilmenin en somut ifadesi olup metafiziğe yönelik derin saygı ve insanlığa karşı hizmeti anlatmak üzere dizler üzerinde durmak kulluğun en somut tecrübesidir. Hristiyanlık’ta, özellikle Roma Katolik Kilisesi’nde cemaatle ifâ olunan ibadetlerde Tanrı’nın sevgi oluşunu ve tüm insanlara hizmeti merkeze alan bir kültür geliştirdiğinden saygıyı gösterecek şekilde İsa Mesih’in havarileriyle yediği son akşam yemeği temsili olarak canlandırılıp ekmek ve şarap Hristiyanlarca sembolik olarak paylaşmaktadır. Normal sofra düzenindeki gibi oturma veya ayakta cemaate hizmet etme varken şükür veya dua edilirken özellikle dizler üzerinde durarak ibadet yapılmaktadır.
Dinler Tarihinde diğer inançların vaaz ettiği kulluğun, aile, cemiyet ve siyaset hayatında etkileri mevcuttur. Ruhban sınıfı olan geleneklerde örnek modelliği sürekli öne çıkan beşeri otoritelere mutlak boyun eğme daha yüksek seviyede gözlemlenirken rahipleri bulunmayan bunun yerine otoriter kaideleri öne çıkaran kültürel sistemlerde itaat ve emirlere uyma çoğu kez kulluk olarak yansıtılmaktadır.
Geleneklerin ibadet anlayışları aynı zamanda mensuplarının inançlarına verdiği anlamlarla eşdeğerdir. Dünyaya müspet bakan Yahudilik, Amida duası ile ayakta (kıyamda) bir şölen ve bayram havasında ciddiyetten uzak bir cemaat havasında kulluğu izhar ederken bireyin ruhsal kurtuluşuna odaklanan dünyaya kötümser bakan Budizm ve Hinduizm ise yoga temrinleriyle bedenin tezkiye ve ıslah edilerek mükemmel seviyedeki ruhanî aleme bağlamasını öne çıkarmak üzere hareketsizliği oturarak göstermiştir. Hristiyanlık, sevgi ve saygıyı merkeze aldığından bunu dizler üzerinde durarak sembolik olarak göstermektedir. Yin-Yang ilkelerine odaklı Çin kültüründe sessiz işleyen Tao nizamına olumlu yönde (yang) sosyal ve bir bütün olarak katkı ve uyum sağlamayı zorla ve dikte ederek amaçlayan Konfüçyanizm ve Tao nizamına olumsuz, bireysel ve sükûnet içinde onunla bütünleşerek (yin) kulluğu kendiliğinde tezahür ettiren Taoizm ibadeti evrensel prensip Tao’ya saygı gösterecek şekilde belin eğilip rükû formunda ibadet etmesini öğretmektedir.
Bütün bu kültürel ve geleneksel öğretilerden ortaya çıkan en önemli değerlendirme ise insanlığın ilk ve son gerçek ilâhî dini İslâm hem ibadet hem de itaat ve ittiba eylemleri olarak kulluğu en geniş anlamlarıyla ve çok boyutlu yönleriyle tebliğ etmiş olduğudur. Yine İslâm, bu geleneklerin demek istediklerini çoğu kez düzelterek zaman zaman tasdik ederek “zaten buyurmuş”; bu uğurda nice şanlı peygamberini bilhassa son peygamber Hz. Ahmed’i (sas) göndermiş ve kulluğu “tevhidin insandaki ifadesi, tecellisi ve tezahürü” olarak emretmiştir.
Dipnotlar
[1] Arvind Sharma, “Obedience”, Encyclopedia of Religion, ed. Lindsay Johnes, New York-London 2005, c. X, 6777.
[2] Dale Alison, “57. Matthew”, Oxford Bible Commentary, ed. John Baron- John Muddiman, Oxford 2007, 45.
[3] Abdurrahman Küçük, “Dinlerde İbadet ve Mabet”, Diyanet Dergi, 23/3 (1988), 25- 27.
[4] Sharma, 6778.
[5] Küçük, 32.