Menü
Mustafa Alıcı
Mustafa Alıcı
Dinler Tarihinde Afetler
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Dini geleneklerin kutsal yazılarında zikredilen doğal afetler (özellikle tufan, salgın hastalıklar, yıkıcı depremler), ana hatlarıyla insanın inşa etmek istediği dini alem bağlamında dinamik dünyevi olaylar veya dünyasına yönelik “kozmik uyarılar” veya doğrudan dindara ihtar niteliğinde verilen “fiziksel cezalar” şeklindedir. Dinlerdeki temel amaç, muazzam ilahi kudretin beşer üzerindeki tarihi aşan etkisini, ilahi varlığın maddi alem hakkındaki anlık bilgisini ve hakimiyeti altındaki toplumların ibadet ve eylemlerini en iyimser boyutta her daim izhar ettirmek veya en kötümser anlamda ilahi otoriteyi zinde tutmaktır.

Hint İnanç Coğrafyasında Metafizik İyi Varlıklar ile Kötü Varlıkların Ortasında “Dindarları Sarsıcı ve Korkutucu Güç İzharları” Olarak Afetler

Afetlerle ilgili en eski kutsal verilere sahip geleneklerden Hinduizm’de karmaşık Hindu ilahlar sisteminin en önemlilerinden birincisi Rab Brahma (olumlu yönde Yaratıcı), ikincisi Vişnu (statüko adına Koruyucu) ve üçüncüsü Şiva (olumsuz yönde felaket verici, yok edici ve Yeniden Yaratıcı) olarak bilinmektedir. Bunların yanında Güneş, Ay, rüzgar, okyanus ve daha özelde deprem gibi doğal olay veya felaketleri kontrol eden dişil kuvvet yüklü Durga ve kötülük ve felaketleri bireylere indirgeyerek kaderlerine getiren Lakşimi gibi ikincil derecedeki önemli ilahi varlıklar mevcuttur. Bunlara ilave olarak Rab Krişna, dünyada meydana gelen bariz tüm olumlu ve olumsuz olaylardan ismen haberdar olan onları kozmik aleme aktarıp Tanrı Brahma’nın sonsuz kudretiyle doğrudan ilişkilendiren yegane metafizik varlıktır.

Neticede Hindu metinlerinde doğal afetler, tanrıların metafizik ve anlaşılamaz oyunları olarak son tahlilde sebep-sonuç ilişkisi içindeki Hindu kader inancı olan karma öğretisinin hüküm yargısına göre şöyle değerlendirilirler; yağmur yoksa ibadet edilmediği içindir ve buna bağlı baş gösterecek afet mesela bir deprem mutlaka insanlara zarar verecektir.

Hinduizmin yanında öğretilerinde (dharma) “kalp”, “zihin” ve “ruh” üçlemesine odaklanan Budizm’in kurucusu Siddhārtha Gautama Budha (M.Ö. V yüzyıl) ise bu dünyanın hem mahiyetini hem de hayatın kendisini bizzat felaketlerin kaynağı, ıstırap odağı ve en nihayetinde “acı ve elemin gerçek sebebi” görmektedir. Budha, bilhassa heva ve hevesin efendisi (İblis) Mārā ile türlü denemeler içinde karşılaştığı son sahne bütün alemi etkileyen bir afete dönüşürken Budha, bir yabani incir ağacının altında aydınlanmasını sürdürmüş ve sadece sağ elini kaldırıp hafifçe aşağı doğru uzattığı parmağıyla toprağa (dünyaya) hafif bir şekilde dokunarak aleme sükûnet bahşetmiştir.

Bu bakımdan Budizm’e göre bu fani alemin afetlerinin kendisi değil Budha’nın bizzat onlara karşı tavırları olağanüstü olaydır. Budha’nın başından geçen her kutsal olay, başlangıçta onu şok edip sarsarken dünyayı da kökten titretip onun varlığı karşısındaki aciz duruma düşürmekteydi. Aydınlanan Budha ise artık sarsılmadan titremeden yürüttüğü ulvi hayatının her safhasında derin bir uyanış aşaması geçirirken, gafil dünya ise “fani” ve “örtüsü kalınlaşmış” olduğu için uyanması mümkün olmayan, “bu kabalığı” yüzünden düşüşü ve devrilmeleri kolayca hissedilmeyen bir ortama bürünmekte ve üzerinde yaşayanlar türlü türlü felaketlere sevk etmektedir. Felaketlerden kurtulmanın tek yolu, felaketlere boyun eğmeyen Budha’nın fanileri derinden sarsarak kendine getirmesini sağlayan “reçetelere” tam uymaktan geçmektedir”.[1]

Neticede Budha’nın reçetelerine uyan Budistler “kötü ruh Mara’nın muhtemel oyunları” olarak gördükleri maddi dünyanın her felaketini ve ölüm, hastalık gibi fani her türlü olayı “olağanlaştıracak ve sıradanlaştıracak” şekilde davranmakta; felaketlere karşı öğretilerindeki şefkat, (karuņā), muhabbet (metta), ihsan (dāņa) ve fazilet (puņņa) gibi karşılıklarla huzur ve sükûnet cevapları vermektedir. Kısa ifadeyle Budistler, inançlarının gereği olarak hiç bir şeyden korkmayan gerçekte “öğretilerden ürperen (damma-fearer) insanlardır.[2]

Yahudi Geleneğinde Maddi Ödül ve Ceza İkileminde Manevi Kudret, Kınama ve Lütuf Geriliminde Afetler

İlahi kökenli inanç sistemleri içinde Yahudilik, bu alemi en fazla vurgulayıp “teyit eden” ve metafizik olanları somut ve dünyeviye çevirebilen ve görülmeyen şeyleri görülebilir hale getirmekle kalmayıp onların sürekli “gerçek dünyada sağlamasını talep eden” yegane inanç sistemidir. Tevrat, Hz. Musa’ya ilahi emir ve yasaklar verildiği sırada Tanrıyı rasyonel boyutlarıyla tecelli ettirdiği Sina Dağı’nın bu sırada bütün şiddetiyle sarsıldığını (Çıkış 19/18) belirtmektedir (Çıkış 19/18). Yine krallık dönemi peygamberlerinden Amos, İsrail ğullarının karşılaştığı doğal felaketleri, inançsız Sodom ve Gomore halkını yok eden büyük yıkımlarla özdeş görülecektir (Amos, 4/11). Özellikle depremler, normal zamanlarda bazen doğal felaketler olarak anlaşılırken (Hakimler, 5/4; Mezmurlar, 18/7; 29/6; Joel, 2/10; Amos, 8/8; Habbakuk, 3/6) aynı zamanda sosyo-politik kargaşa anlarında ise “ilahi yargılama işaretleri” (İşaya, 29/6; Ezekyel, 14/4; Zekerya, 14/4) olarak algılanacaktır. Dahası İbrani peygamberler (mesela Haggay), Tanrı Yahveh’nin Yahuda devleti döneminde tüm yabancı kralların tahtlarını altını üstüne getireceğini, yeri göğü, denizi ve karayı sarsacağı, buna bağlı olarak bütün ulusları korkudan titreteceği ve onların sonunda pes ederek değerli tüm eşyalarını İsrail krallığına teslim edeceklerini müjdelemektedir (Haggay, 2/5-7).

Netice kadim İsrail halkı için ilahi bir azap olarak deprem, en basit formuyla kavmine karşı Tanrı Yahveh’nin kesin kararlılığının ve onlarda yarattığı korkunun “bir tecellisi” olarak kabul edilmektedir. Bu sorgulanamaz anlayışının dışındaki her türlü düşünce, gerçekte pagan bir inanç kabul edilirken aynı zamanda Rab Tanrı’nın sarsılmaz gücünün inkarı ve apaçık bir sapkınlık olarak görülmektedir. Öyle ki depremler, tıpkı şimşekler, gök gürültüsü ve fırtınalar gibi doğal afetler veya güneş tutulması veya kuyruklu yıldızların görünmesi gibi sıradan olmayan tabii olayların tamamı savaşçı karakterdeki “Yahve’nin azametli ve sınırsız kudretinin tecellisi” (I. Krallar, 19/11-12; İşaya, 6/4; Ezekyel, 3/12-13), “Sina’daki Vahyin tecellisi” (Çıkış, 19/18), “ilahi gazap” (Mezmurlar, 18/8; 104/8), “külli cezalandırma” (I. Samuel, 14/15; Amos, 9/1) ve “dünyanın sonunun habercisi” (Ezekyel, 38/19-20) olarak betimlenmiştir.[3] Mezmurlar ise Yahudi iman alanına mecazi bir afet algısı yüklemekte ve bilişsel açıdan imanı, “sarsılmayan ama sonsuza kadar ayakta kalabilen ve (tapınağın üzerine kurulu olduğu) Siyon Dağı gibi Rabbe tevekkül” olarak tanımlayacaktır (Mezmurlar, 125/1).

Nitekim Ortaçağ Yahudiler, Kasım 1570’deki İtalya Ferrara depremi ile orada yaşayan insanların (özelde Yahudilerin) günahları arasında yakın ilişki kurmaktadır. Rabbiler, Talmud’un “İsrail hesaba katılmadan bu alemde hiçbir dert ve ıstırap yoktur (B.T. Yebamot 62b)” öğretisinden hareketle dünyanın en ücra köşesinde yaşanan bir afetin bile aslında Yahudilerin dinden uzaklaşmaları, Tanrı’nın onun yüzü suyu hürmetine alemi hareket ettirdiği müstakbel Mesih’e uygun hareket etmemeleri en önemlisi de ilahi iradeye inatla direnmeleri sebebiyle meydana geldiğini düşünmektedirler. Neticede Rabbiler, afetleri “suskun Tanrı’nın gür sesi” olarak görürken, Yunan düşüncesinin etkisindeki Ortaçağ Yahudi filozofları ise onları “doğal olaylar” veya “tesadüflere bağlı felaketler” olarak anlamaktadırlar.[4]

Göksel Tanrı Krallığı- Yeryüzü Sezarın Krallığı İkileminde Hıristiyan Geleneğinde Afetler

Her maddi olağanüstü olayı göksel anlayan Hıristiyanlık (bilhassa Yeni Ahit) için depremler dahil doğal felaketler, İsa Mesih’in olağanüstü hayatı, haça gerilmesi ile yakın ilişki içinde görülmekte ve özellikle son günlerde tesis edilecek “göklerin krallığının habercileri” olarak değerlendirilmektedir. Mesela Yeni Ahit’te İsa’nın haça gerilip gömüldükten sonra dirilmesi gibi ortaya çıkan olağanüstü olaylar (meleklerin görünmesi veya İsa’nın yeniden dirilişi) aslında insanları dehşete düşürüp korkutup titretmekte ve ölüler gibi onları sarsarak yere yıkmaktadır (Matta, 28/1-10).

“Baba Tanrının haberi olmadan gökteki küçük bir serçenin bile yere konamayacağını” öğreten (Matta, 10729) Hıristiyanlık için afetler, aynı zamanda son günlerde yeniden gelecek olan İsa Mesih’in kuracağı Tanrı krallığının muazzam müjdecisi ve büyük alametleri hükmünde olup; manevi anlamda Rab İsa’nın gelişinin “ayak sesleri” ve her türlü şeytani, gayri ahlaki ve dini “azgınlıkların biteceğinin habercisi” hükmündedir (Luka, 21/11).[5]

1 Kasım 1755 tarihli Lizbon depremi Avrupa’yı derinden sarsmıştı. Hıristiyan din adamları için bu afet ile aslında “Lizbon, günahkarlar yüzünden cezalandırılmıştı”. O dönemde sürüp giden mezhep çatışmaları bile başka boyut daha kazanmış, Katolikler ve Protestanlar arasında “sizin yüzünüzden deprem oldu” yargısına dönüşmüştü. Bunların ikisinin arasındaki deist aydınlanmacılar ise afetlere “doğal dinin olayları” olarak bakmaktaydılar. Immanuel Kant (Ö. 1804) ise eleştirel akla güvenerek günümüz sismolojisinde doğru kabul edilmeyen bir doğal afet teorisi formüle edecekti; “yeraltındaki sıcak gazlarla dolu devasa mağaralarda meydana gelen göçükler, depreme sebep olmaktadır”.

Günümüzde ise felaketler karşısında medeni reflekse dönüşen “Avrupa doğal tepkisi”, acının güncellenmiş, genişletilmiş ama seküler değerlerle donanmış farklı örnek modelleri sunmaya devam etmektedirler.[6]

Post/Modern Çağda Felaket Karşısında İnsanın Acıyı Abartarak Yansıtan Travmalar

Çağımız, aynı zamanda en ufak bir acının bile alabildiğine detaylandığı, salgın gibi yayıldığı, abartılı mitlerle anlatıldığı ve derinden sarsıntılarla hatırlandığı “anlık dertler devri” olarak anılmaktadır. Bilhassa felaketlerin çemberinden geçerek ayakta kalan acıya maruz insan, yeniden hayat bulmayı amaçlar. Felaketler ise maddi kayıpların ötesinde derinden hayatları bölen ve travma olan her şeyi, her anı, canlı ve dinamik duyarlı araçlarıyla yaşayanlar tarafından verilerin kontrolsüz olarak toplayıp kurgulanıp veya başka acılarla bütünleştirilip bambaşka hikayeye dönüştürülebilmektedir. Dahası bu insan için mezkur felaketlerin mukaddesat ile bütünleştirilmeleri, toplumsal hatırata veya tarihi abidelere dönüştürülmesi, felaketin yeniden kurgulanıp aktarılmasını kolaylaştıracaktır. Bu insan için felaket sonrası oluşturulan bireysel hikayeler, ortak paylaşılan tecrübeler olduğu takdirde iletilmesi, yeni kalıplara dökülmesi, etkili olması, özgün terim veya tabirlerle ifade edilmesi ve nihayetinde anlama odaklı unsurlara önem verilerek vurgulanması mümkün olabilecektir.[7]

Dahası paylaşılan tecrübeler, felaket sonrasında yeni bir kimlik verecek şekilde aynı zamanda kişinin hayatını “afet öncesi” ve “afet sonrası” olmak üzere ikiye bölecektir. Dini gelenekler açısından düşünüldüğünde bu trajedi zamanı sonrasındaki dindarlar, kendi inançları bağlamında yeni dini anlamlar çıkarabilirler. Söz gelişi dindarlar, bu tür kayıpları artık “herhangi bir ilahi cezaya bağlamakta gönülsüz iken, yaşanan trajedinin aslında daha büyük ve ulvi ilahi bir amacı olduğu fikrinde ittifak edebilirler. Daha özelde Hıristiyanlar gibi Tanrı-insan ilişkisinde ilahi sevgiyi merkeze alan din mensupları için her ayakta kalan felaketzedenin hissedebileceği tek şey, “umutla beklediği Tanrının krallığında konuk olarak karşılaşacağı ilahi görkemden” başka bir şey değildir.[8] Burada özellikle diğer seküler kuruluşların yanı sıra bir dine veya harekete mensup olan organizasyonlar, felaket sonrası projelerde ve sosyal dönüşümlerde ağırbaşlı anlayışları temsil ederek huzur verici roller üstlenebilmektedir.[9]

Bilişsel Dinler Tarihine göre günümüz, “felaket şoku ve empatinin” alabildiğine aynı ölçüde örtüşebildiği yani bilinçli dengelenebildiği ender zamanlardandır. “Şok”, felaketler karşısında beşer tarafından kısa süreli yaşanan yanıtları oluştururken “dramatik” ve “heyecan verici felaketler, bilhassa sosyal medya görüntüleri yoluyla hızla yayılabilen, korkunç zayiat istatistikleri ile şok artıcı kullanımlarla insanları acil yardım çabalarına ve empatiye teşvik edici etkisi bulunan, insani ihtiyaçlarındaki kopuklukları giderici, yeniden inşa edici, maddi sponsorluk sağlayıcı ve kusursuz olmasa da motive edici karakterdedir. Öte yandan “empati” felaket yaşayan diğer kişiyle özdeşleşmeyi çalıştırmak üzere “o, ben olabilirdim” hissini uyandırmak için vardır. Din Fenomenolojisindeki empatinin en somut belirtileri, bölgesel veya etnik önyargıların aniden ortadan kalkması, felaket bölgesine koşulsuz el uzatıcı acil seyahatler, afet yaşayan aileye yönelik konukseverlik, ortak dil tesisi ve dini duyguları paylaşarak seyirci kalmadan özdeş insan ve özdeş mekan sakini olabilmektir.[10]

Neticede Kognitif Dinler Tarihine göre afetler, çeşitli inanç sistemlerinde ilahi trajedi olarak fatalist bir anlayışla Tanrı- insan ilişkisi bağlamında anlaşılsa da son kertede dinlerin temel sosyal yapıları bağlamında mutlaka mezkur dinlerin yardımlaşma, dayanışma ve sosyal eylemleri çerçevesinde algılanmaktadır. Hatta daha derinden bir bakışla afetler, dindar insanların günahları için ilahi ceza veya bir inanç sınav olarak değerlendirmenin ötesinde artık “olgunlaşmış doğaya sahip olan dünyada yetkin insanının bulunduğu” fikri akıllardan çıkmamaktadır. Dolayısıyla öğretilerin ötesinde tecrübe edilen afetler, dindar bireylerin özel yaşamlarını veya inançlı topluluklar içinde yeniden inşa etmeye yönelik çeşitli projelere bilgi akışı sağlayan dinamik bir güç olmaya devam edecektir. Özellikle Post/modern dönemde çeşitli dini gelenekler, güncellenmiş ve geliştirilmiş afet görüşleriyle, dindarlarını doğal felaket riskine karşı maddi ve manevi çok boyutlu önlemler almaya ve travma, hasar ve can kaybını en aza indirmenin yollarını aramaya teşvik etmektedirler.

[1] Eugen Curtin, “ Thus Have I Quaked: The Tempos of Buddha’s Vita and The Earlest Buddhist Fabric of Timelessness (The Buddhas Earthquake II)”, Figuration of Time In Asia, ed. Dietrich Boschung, München: Fingk, 2012, 21-54.

[2] Jeffrey Samuels, “Buddhist Disaster Relief: Monks, Networks, and the Politics of Religion” Asian Ethnology, 75/1 (2016), 53-74.

[3] Eliyahu Arieh, “Earthquake”, Encyclopedia of Judaica- Second Edition, ed. Fred Skolnik, New York- London MacMillan, c. VI, 82.

[4] Johanna Weinberg, “Voice of God:Jewish and Christian Responses to the Ferrara Earthquake of November 1570”, Italian Studies, 46 (1991), 69-78.

[5] Weinberg, 70-81

[6] Daniel Leonhard Purdy, “Adam Smith and the Chinese Earthquake” Chinese Sympathies: Media, Missionaries, and World Literature from Marco Polo to Goethe, Cornell University Press, Ithaca, 2021, 220- 242.

[7] Sunday M. Moulton, “How to Remember”, Human Organization Special Issue: Applied Anthropology of Risk, Hazards, and Disasters, 74/4 (Winter 2015), 319-322.

[8] Moulton, “How to Remember”, 324-326.

[9] R. Michael Feener – Patrick Daly, “Religion and Reconstruction in the Wake of Disaster”, Asian EthnologySalvage and Salvation: Religion and Disaster in Asia, 75/1(2016), 192.

[10] Emma Dwight, “Adop A Disaster- Shock, Empathy, and International Responses to the Natural Disaster”, Harward İnternational Review, 36/4 (Summer 2015), 17-18.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x