Bilişsel mukayeseli yaklaşımlarla hareket eden günümüz Dinler Tarihinde şahit, “kendisinden başka bir şeye vurgulu şekilde dikkat çekmek ve önemli bir kanıt vermek üzere davet edilen” kimse olup son tahlilde şahit olduğu şeyle özdeş kılınan ayrıcalıklı dindardır. Yüklenmiş olduğu gerçek dinî şahadet eylemi ise batini açıdan korunan dinî hakikatlerin dinamik ve canlı bir şekilde “dış yani yabancı bir âleme bilhassa kendilerinden başkalarına taşınmasını” yani içkin bir dindarlığın zahir olarak tam ve gayretle dışa vurumunu ifade etmektedir.
Bu bakımdan herhangi bir dini sistem için şahit, büründüğü “şahit olma” sıfatıyla, birincil görev yüklenerek hem inandığı Yüce Varlığa, ilke veya değere hem de dindaşlarına yönelik ciddi kişisel yükümlülükler üstlendiğini alenen ve peşinen kabullenen kişi demektir.
Doğu İnanç Sistemlerinde Şahitlik
Hint gelenekleri en başından itibaren maddeye olumsuz bakan ruhta değer ve anlam arayan sistemlerdir. Budizm (Sanatana Dharma) için acı ve elemin kaynağı aslında dünyevi zevk ve sefasını olup onlardan kaçmak veya azami ölçüde reçete olarak ruhun tezkiyesine önem vermek gerekir. Bu bakımdan bir Budist için “görünen sıradan âleme” bir şahadet yüklemek anlamsızdır.
Hint ruhsal felsefesi, şahit (Sanskritçe Şaksi) kavramını “tam bir gözlem ile bu geçici âleme şahitlik etmek ama ona dalmamak veya ondan zerre miktarı etkilenmemek üzere maddî âleme karşı tam bir uyanık olma durumu ve faniliğin farkında olma” anlamında kullanmaktadır. Böylece Hindu şahit, zaman ve mekân ötesinde tecrübe eden, tecrübe eylemi ve tecrübe edilen üçlemesinde tüm dünyevi düşünce, kelime veya amellere karşı onlara bulaşmadan, tesir altına girmeden yaşayan dindardır. Bu anlamda o, ilâhî irade, enerji ve hareket ile donanmış kutlu kişi olarak Yüce Tanrı Brahman’ın temsilciliğine bürünmekle en temel durumda, en yüce kavramda olmakta ve Hint düşüncesini ifşa etmektedir.1
Budizm’de ise özellikle Budist rahipler için bir model olarak Buda, dünyanın zevk ve sefasına maruz kalarak yüzleşmiş ve onların sebep olduğu elemlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu bakımdan Budistler için en yüksek formundan başlamak üzere tümden tüm olumlu zevk-u sefanın yanında ölüm, yaşlılık ve hastalığa karşı gerçek şahitlik gibi olumsuzlara şahitlik önemlidir. Bu âlemin zevk ve acısına bizzat şahit olmaktır. Bir başka ifadeyle Budizm, dindarının bu âlemdeki her durumunun (yani olumlu anlamda kazandıklarının ve olumsuz anlamda nefsani yargılanmalarının) aslında acı ve zevk gibi çift taraflı yönlerine bütün olarak şahit olması gerekir. Budist insan görüşünde bir insanın sadece “bilmeme” durumunda yaşayamaz aksine hayatla bilhassa onun sunduğu konumlarla her zaman yüzleşmesi şarttır. İnsanın şahit olması demek dilenci çanağıyla günlük yiyeceğini isteyen veya her ölüm merasiminin değişmez müdavimi bir rahip için önemli ruhsal aşamalara dönüşür. Olay veya şeylerle karşılaşmaya yüzleşmeler olarak önem veren Budist dünya ile ilgisiz veya cahilce şahitlik etmemeye çalışır.
Sonuçta Budist için “gerçek” ve doğru bir şahadet, bir şey veya kişinin kendisine şahitlik etmek değil şeylerin meydana gelişlerindeki ibretlik eşsizliklerine veya kişilerle karşılaşmadaki olağanüstülüklere odaklanmayı, yüzleşmeyi veya maruz kalmalara şahitlik etmektir. Bunun için insan (Budist) dünyevî alanlara yönelik genişlik ve ferahlık verici kapasitelerini güçlendirmeli ve asla sahip olduğu odağını kaybetmeye fırsat vermemeli bunun için ise diğerlerinin tamamlayıcı görüşlerini dikkat ederek veya durumları gözlemleyerek onların meydana gelmesindeki saklı kalan ve anlaşılmayan yerlere dolaylı yoldan tamamlayarak olay, olgu veya kişileri alabildiğine alelade, sıradan hatta acı verici olduğuna bilinçli olarak şahit olmaktır.
Yahudilikte Şahitlik
İlâhî dinlerden Yahudi geleneğinde bilhassa kutsal metinlerde şahadet kavramı için kullanılan İbranice eid (ve Yunanca çevirideki karşılığı olan martus), etimolojik açıdan “önemli, olağanüstü ve büyüleyici bir şeyi gören, gördüklerini olduğu gibi veya dış âlemle paylaşan kimse” için kullanılmaktadır. Özellikle Firavun’un elinden kaçarak kurtuluşu anlatan Mısır’dan çıkış sırasında (Çıkış, 7-15. Bablar), İsrâil halkı, mutlak kral olan Tanrı Yahveh’in onları maddî kölelikten, her türlü zalim otoritenin boyunduruğundan kurtarmıştır. Böylece Tanrı onları kendi krallık ve otoritesinin şahitleri olarak İsrâiloğulları’nı görüp atamış onların gördüklerini işittiklerini ve tecrübe ettiklerini diğer milletlere taşımalarını ve izhar etmelerini böylece ilâhî varlığın şahitleri olmalarını ve ruhbanlar krallığına ve Tanrı halkına çağırmaya böylece tüm diğer Milletleri Yahveh’i tanımaya gitmelerini onlardan istemiştir (Çıkış, 19/4-6). İsrailoğulları ancak millet olarak şahitlik etmede eksiklikler gösterince Tanrı Yahveh, hakimleri, peygamberleri, rahipleri ve kohenleri şahitlik etmek üzere seçilmiş halk içinde tekrar tasfiye ederek seçmiştir.
İsrâil peygamberleri, Tanrı’nın en büyük şahitleri olarak Hz. Mûsâ (as) başta olmak üzere peygamberi kendi şahitleri olarak seçmiştir. Hz. Mûsâ (as) gibi diğer peygamberleri de Tanrı Yahveh birer “şahitler (uwd)” olarak yükseltmiş ve onların gözlerini ilâhî hakikatleri bilhassa Tanrı’nın ne olduğunu görmeleri için açmıştır. Böylelikle Tanrı, İsrail oğullarının kavim tarihi boyunca gözleri körleşen, suistimallere dalan ve gerçek kral olan kendisini tanımayan aksine putlara tapmaya başlayan kendi milletine yönelik ilâhî şahitler olarak peygamberi göndermeye devam etmiştir (Îsâya, 42/18-19 ve İşaya, 43/10-12). Son günler hakkında daha fazla ifşa edici vahiylere sahip Îsâya peygamber, bir gün Yahveh’in son baş şahidi olan ve “Kulum” diye hitap ettiği kutlu bir elçiyi gönderip kavmin özlerini açacağını ve bu âlemin gerçek kurtarıcısı Kral Tanrı’ya tüm milletleri göstereceğini bildirmektedir (İşaya, 42/6 ve 49/6).
Hristiyanlıkta Şahitlik
Maddî ve dünyevî olan her şeyi manevî, ruhsal, göksel ve metafizik olarak anlamak isteyen Hristiyan düşünce sisteminde şahadet, maddi olandaki gizemlerin, ilâhî sırların ve daha derin metaforik anlamların şahadetinin ters yüz edilmesi olarak öne çıkmaktadır. Hristiyan şahadetin üç dört önemli unsuru vardır; “mesaj”, “başkalarını iknaya odaklanmış ilâhî işaretler”, başkalarının uyanışa katkı sağlayan özel cezbedici ilâhî inayetler. Bu unsurlara karşılık gelen Hristiyanlıktaki temel şahitlik aygıt veya mekanizmaları iman odaklıdır. Bu aygıtlar, sırasıyla “Tanrı’nın lahutiliğine iman şahitliği taşıyan Mesih, Mesih’in olağanüstü Rabliğine ve nasutiliğine şahit olan havâriler, iyileştirici Kutsal Ruh’la kaplı havârisel imanın evrenselliğine vurgu yapan kilise ve kilisenin sakramental sırlarının tecelligâh oluşuna şahitlikler taşıyan Hristiyan dindar birey gibi dörtlü ardışıl ve zincirleme şahitlerdir.2
a. Mesih’in Tanrı’nın Uluhiyetine Şahitliği
Özellikle Roma Katolik Kilisesine göre Yeni Ahit’te Îsâ Mesih, Teslisin üç uknumundan beşerî olan tarafı olarak Göksel karakterdeki Baba’nın lahutiliğine yönelik öncelikli ve birincisi sırada tam bir inanç dolu gerçek şahidi olarak öne çıkmaktadır (Yuhanna’nın Vahyi, 3/14). O, Hristiyanlık için inancı şahitlik boyutuna taşıyan en büyük figürdür. Zira O’nun bu dünyaya öncelikli gelişi, hiçbir şeyden korkmadan Baba’dan emanet aldığı hakikate şahitlik taşımaktır” (Yuhanna, 18/37). Onun şahadeti böylece doğrudan kendisine değil Baba Tanrı’ya dikkat çekmek ve teslis inancını güçlendirmeye yöneliktir. Roma Katolik Kilisesine göre Îsâ Mesih, beşerî yönünün yanında Oğul Tanrı olarak bir anlamda tüm insanlığa yönelik Tanrının şahadetini de tezahür eder. Neticede Hristiyan şahadetinin temel unsurları en açık en somut ve tarihsel açıdan yaşanmış gerçekler olarak Mesih’te sağlaması yapılmış olur.3
b. Mesih’in Olağanüstü Ahdinin
Şehit-Şahitleri Olarak Vaftizci Yahya
ve Havâriler
Hz. Yahya (as) veya Hristiyanlık içinde bilinen adıyla Vaftizci Yahya’ya biçilen öncelikli misyon, “ışık” olarak gelene (Mesih’e) şahit olup şahitliğini taşımak ve aktarmak gibi interaktif bir eylemdi (Yuhanna, 1/7). Böylece O, bir şahit olarak Mesih’ten önceki tüm peygamberliklerin şahitliklerini de temsil etmektedir.
Ancak Îsâ Mesih, bilhassa kendi havârilerinden yeryüzünün sonlarına kadar O’nun şahitleri olmalarını istemiş (Resullerin İşleri, 1/8); onlar da Mesih’in “hem göz hem de kulak şahitleri olarak” O’na ait tarihsel ve teolojik açıdan kurtuluşa dair olayları onaylamışlardı (Yuhanna, 3/11; Luka, 24/48). Onların şahitliklerinin birincil amacı ise Mesih’in dirilişine şahitlikleri oldu (Resullerin İşleri 1/22; 4/33). Ancak havârilerin bu sadem şahitliği, Aziz Pavlus tarafından çok geçmeden daha karmaşık formlar kazanarak Îsâ’nın yeryüzündeki olağanüstü hayatına, bilhassa onun haçtaki mucizevi çilesine, ölümüne ve yeniden şanlı dirilişine ve bunların gelecekteki bilişsel insanlara etkilerine mesela onların iman hidayetlerine, günahtan aflarına ve son yargılamaya doğru genişletildi (Resûllerin İşleri, 5/31;10/42).
Bütün Hristiyanlar için Havârilerin şahitliğinin altında müjde olarak anlaşılan Mesih’in mesajı, inanmayanları ikna edici işaretler olarak olağanüstülükler ve gökten gelen ilâhî lütuflar bulunmaktadır. Havâri Pavlus, bunları tamamen uygulayan bir Hristiyan’dı. Onun şahadete derin vurgu yapan dindarlığı, heyecan ve şevk ile kendisine karakteristik bahşetmekteydi; samimi inancı, herkese bulaştırdığı ikna ediciliği ve rekabet kokan retoriği ile Aziz Pavlus, sonunda şahitlik ile din uğruna şehitliği eşitleyen bir düzleme getirdi. Zaten Ondan öncekiler de mesela, Vaftizci Yahya ve başhavâri Petrus da şehit olmuştu. Zira Yunanca şehit olma fiili μάρτυς [martyr]aynı zamanda şahitlik yapma anlamını da içermekte ve tarihsel Îsâ’ya ve Hristiyan imanına şahitliği ölümüne izhar etmeyi ima etmekteydi (Resullerin İşleri 22/20).
c. Mesih’in Müjdesinin Muhatabı ve Ötekilere
Taşıyan İkna Edici Şahidi Olarak Kilise
Kilise’nin şahitliği aslında havârilerin şahadetini sonsuza kadar sürdürerek havâriselliği kazanması demektir. Roma Katolik Kilisesi özellikle Mesih’in kendilerine biçmiş olduğu misyon görevini devam ettirmek ve dünyanın her tarafına onun kurtarıcı misyonuna taşımak istemektedir. Kilise sadece incili yaymayı değil aynı zamanda kendi canlı şahitliğe ikna edici boyut katmaktadır. İlahi kökenlerinin işaretleri daima Kilisede aşikâr kalacak ve mensupları layık olmasalar da şahadetin özelliklerini sonsuza kadar taşıyacaklardır. Tanrı, kendi lütufkar oluşuyla Kilise bireylerinin bu işaretlerin asıl muhatapları olmasını her zaman sağlayacaktır.4
d. İman Şahitleri Olarak Hristiyan Bireyler
Amel eden bir Hristiyan Tanrı’nın gizemli varlığını tüm hayatı boyunca mevcut olduğunu anlarken onu anlamlı hale getirmek ister. O, Hristiyan mesajı olan müjdenin gerçek yaşayanı, taşıyanı ve sahipleneni olarak şahadete dinamizm kazandırır. Hristiyan dindar böylelikle dinin temelde sır olan hakikatlerini kendi kimlik ve şahsiyetinde bilinir kılmakla onları bağımlılık haline getirerek her dini eylem ve fenomeni sınırsız bireysel şahitliklere dönüştürecektir. Hristiyan bireyin şahitlik rolü Mesih’in misyonunu kendi içinde hissetmesi ve bunu davete dönüştürüp aktarmasında yatar. Onun birinci çağrısı Mesih’i yaşamak ve aktarmak olduğundan şahitliği “kuvvetlendirici rol” olarak anlaşılabilir. Bu kuvvetlendirme Roma Katoliklere göre yedi iman gizeminden biri olarak Hristiyan olgunlaşmasına işaret eder. Kutsal Ruh, Teslisin bir uknumu olarak bu güçlendirme fiiliyle dindar kişiyi güçlü, etkin ve müntesip bir inançlı kılar. Hristiyan birey bu ilâhî yardımlar yoluyla imana eşdeğerde şahitlikler taşıyarak tüm diğer insanlar içinde hakikatin ışığını parlatmaya başlayarak Hristiyanlığın ihtiyaç duyduğu şahadeti ışığa dönüştürür. Böylece bu iman şahadeti, somut olarak öğretmek yerine göstermek anlamında kullanılmış olur.
Neticede antik çağlardan itibaren her inanç sistemindeki şahadet, inanç esaslarına, önderlere veya uygulamalara şahit olmak ile özdeş olarak anlaşılmakta genel anlamda en belirgin ibadet/ritüel formunda pratiğe dönüştürülerek tekrarlanmakta ve dogmatik esaslarla yeni nesillere şifahi olarak aktarılmaktadır. Özellikle kadim Çin gibi ferdi ve cemiyete dayalı “didaktik öğretileri” esas alan kültürler ile Hint alt kıtası gibi “ruhsal arınmayı” esas Doğu inançlarındaki şahitlik metafizik âleme kendisinin izhar edilip gösterilmesi ve böylece kendisinin dindarlık ve inancının onlara sunularak kanıtlanması olarak anlam kazanırken İlahi kökenli geleneklerde ise tam tersine metafiziğin izhar edilerek maddi boyutlarla dış ve yabancı dünyaya sunulması sürecinde aracı rol olarak iman şahadeti kisvesine girecektir. Son tahlilde bilhassa bu âlemi kötü, geçici ve ruhsal olanı gölgeleyen kabul eden ve buna şahit olmayı merkeze alan Hint inançlarının aksine ilâhî kökenli Hristiyanlık ve kısmen Yahudilik (doğal olarak onların kökü, aslı ver gerçek hakikatlerine sahip olan İslâm), karşıtlık içindeki dış âleme imanın sunulmasında dindarın can vermesini, zirve nokta şahadet yani inanç uğruna şehitlik olarak görmektedir.