Menü
Hidayet Oğuzhan
Hidayet Oğuzhan
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir.”
Ağustos 1, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Hidâyetullah Bey, öncelikle hoş geldiniz. Değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için teşekkür ederiz. Söyleşimize başlamadan önce okurlarımızın sizi biraz daha yakından tanıyabilmesi için bizlere kendinizden biraz bahseder misiniz? Özellikle birçok teşkilatlarda yer almış hem yurt içinde hem de yurt dışında Doğu Türkistan davasına gönül vermiş ve hizmet etmiş biri olarak Hidâyetullah Oğuzhan kimdir?

Öncelikle nazik davetiniz için çok teşekkür ediyorum. Kendimden biraz bahsetmem gerekirse Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde 1975 yılında doğdum. İlkokul, Ortaokul ve Lise eğitimlerimi Pakistan’daki çeşitli okullarda tamamladım. Eğitimimi tamamladıktan sonra Doğu Türkistan’daki sıkıntılar ve problemler nedeniyle memlekete birkaç kez gidebildim. Bu problemlerden birinden bahsetmek gerekirse bir gün Doğu Türkistan’a gittiğimde şöyle bir olay vuku bulmuştu. Oturmuş olduğumuz evimiz yol üzerinde olduğu için bütün gece hep polis arabasının sirenlerini ve komşuların evlerine baskın yapıldığı seslerini duyardık. Bu baskılar her gece farklı evlere yapılır kendilerince tehlikeli gördükleri kişileri ailesinin gözleri önünde tutuklayıp götürürlerdi. Bu ve benzeri olaylara ben 1998 yılına kadar şahit oldum. Bundan dolayı da kendi şehrimde (Kaşgar) kalamadım ve Doğu Türkistan’dan ayrılıp kısa bir süreliğine Pakistan’a yerleşmek durumunda kaldım. Tüccar bir aileden geldiğim için Pakistan’da ailemle birlikte ticaret işleri ile geçimimizi sağladık. Orta Asya’da, Hindistan, Pakistan, Nepal gibi ülkelerde ticaret girişimimiz oldu. Daha sonra Pakistan’da da çok uzun bir süre kalamadık. Çünkü o dönemlerde de Çin ve Pakistan ilişkilerinin zor bir yapısı vardı. Pakistan’daki öğrencilere karşı haksız uygulamalar yapılıp hiçbir Doğu Türkistanlının şehirde kalmasını hükümet istemiyordu. Orada Uygurlara karşı bayağı ağır bir operasyon düzenlendi. Bu süreç içerisinde Pakistan’dan da ayrılmak zorunda kaldım. Daha sonra 2002 yılında Türkiye’ye doğru yola koyulduk. O günden sonra da Doğu Türkistan davasını Türkiye’de yürütmek için mücadele vermeye gayret ettim.

Eyvallah hocam, teşekkür ediyorum. Peki, bu girişten sonra asıl sorumuza gelirsek “Doğu Türkistan Davası” nedir? Bunu biraz bize açar mısınız? Müslüman Uygur Türk milletinin yurt ve bağımsızlık mücadelesi midir? Ya da resmi tanınmış bir devletin sınırları içerisindeki birtakım hakları ihlal edilmiş bir azınlığın “özerklik” mücadelesi midir? Ya da genel olarak bir insan hakları mücadelesi midir? Gerçekten Doğu Türkistan davası, meselesi, derdi nedir?

Doğu Türkistan meselesini naçizane insanlara anlatıp, çözüm arayışı içerisinde olan kişiler olarak şu hususları aktarabiliriz. Sahaya inip sokağa çıktığımız zaman muhatap olduğumuz kesimler hem yerel insanlar, siyasi partiler ve STK’lar bu davanın bir an önce resmileştirilmesi kanaatindedirler. Ama maalesef bu konuda günümüze kadar çok karmaşık bir vaziyet şekillendirildi. Hem bizim teşkilatlarımızda hem de farklı teşkilatlarda istenilen noktaya gelinemedi. Tabi dava büyük olunca herkesin aynı hissiyatla çalışması da mümkün değil. Çünkü bazı STK’lar insan hakları, ilmî faaliyetler, kültür, sanat ve medeniyet alanında çalışma yapıp konuşur. Ve bazıları da sahada siyasî veya gerektiğinde başka önemli hususlarda da hizmet verebilir. Onun için şu an biz gittiğimiz her bölgede Türk-İslâm dünyasında, uluslararası arenada, diplomasi ve ülkeler arasındaki menfaat ve çıkar nedeniyle bu meseleyi kendileri görmeleri gerektiği yöne çekmeye çalışıyorlar fakat her koşulda bizler gerçeği aktarmaya gayret ediyoruz. Bazı ülkelerdeki teşkilatlarda bu tür şeylere ayak uydurarak bir şekilde ilerliyor. Çin’de bu konuda çok ciddi bir dezenformasyon çalışması var. Doğu Türkistan meselesi genel olarak Çin’in istediği bir şekilde insanların zihninde yerleşmiş vaziyette. Yani onlara göre Doğu Türkistan diye bir şey yok. Çin toprakları içerisinde azınlık topluluklarının bir parçası gibiyiz. Bu nedenle Doğu Türkistan’ı dert eden bazı ülkeler Çin’le görüştüğü zaman delegeler mecburi olarak meseleyi gündeme getirmeye çalışır ama nihayetinde hiçbir meseleye değinmeden sadece Çin’in toprak bütünlüğü konuşulur ve Çin’in içinde yaşayan bir azınlık topluluğunun hakları hususundan daha öteye konuşmalar yapılamaz. Türkiye’de yaşayan herkes bilir ki Doğu Türkistan asırlardır Çin’in bir toprak parçası değil, Türkistan coğrafyasının bir parçasıdır. Çünkü Türkistan ezelden beri Türk toprağıydı. Bu konuda liderimiz merhum Mehmet Emin Buğra bizlere şunu aktarır: Doğu Türkistan hiçbir zaman Çin’in bir parçası değildi. Çin’in toprak bütünlüğü Doğu Türkistan’ı kapsamıyor. Bizlerin ise Çin’in herhangi bir eyaletinde herhangi bir toprağında da söz hakkımız yok. Sadece bizim olan bağımsız Doğu Türkistan’ı savunmaya çalışıyoruz. 1949’da Çin tarafından işgale maruz kalan Doğu Türkistan; ana vatanından, kültüründen, medeniyet açısından hiçbir yaşam, kılık, kıyafet ile Çin’le benzerliğimiz olmayan bir topluluğuz. Doğu Türkistan meselesi için kendi camiamıza da şu mesajı vermek istiyoruz: Doğu Türkistan meselesi tam bir bağımsızlık meselesidir. Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir. Tabii ki Çin, Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra 75 senedir sistematik bir şekilde cinayetler işledi, insan hakları ihlal edildi, bizim kültürel etnik bütün değerlerimizi yerle bir etti. Şimdi Çin son 5-6 senedir bu 75 sene içerisinde yaptığı bütün bu zulmün, ihlallerin bin kat daha fazlasını yaptı. Oradaki insanlara baktığımızda soy olarak Müslüman ve Türk soyundandırlar. İslâm ve Türklüğünü, medeniyetini, örf ve âdetlerini, değerlerini, dünyadan tamamen tecrit edilmiş 75 sene içerisinde insanlar hep bununla mücadele etti. Bunun yanı sıra kendi mevcudiyetini yani var olma isteklerini bir şekilde bedeller ödeyerek yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Dolayısıyla bu tam olarak bağımsızlık mücadelesidir, hak arama mücadelesidir.

Söylediklerinizden şunu net olarak çıkarabiliriz o vakit: Doğu Türkistan davası binlerce yıldır kadim Türk ve Müslüman yurdu olan Doğu Türkistan’ın işgaline karşı Müslüman Uygur Türklerinin tam bağımsızlık mücadelesidir.

Evet aynen öyle. Halkımız 75 senedir Çin’i hiçbir şekilde kabul etmemiştir. Çinliler ile evlenmemiş, Çinlilerle beraber bir sofrada yemek dahi yememiştir. Aramızda hiçbir bir bağ oluşmadı. Bundan dolayı da bu son senelerde her eve bir Çinli yerleştirerek bizlere bunu zorla yaptırmaya çalışıyorlar.

Peki hocam, Doğu Türkistanlılar için hem Türkiye’de hem de yurt dışında diaspora olarak tanımlayabileceğimiz bir yapı var mıdır? Mevcutta bildiğimiz birçok yerli ve yabancı kuruluşlar ve STK’lar mevcut, bunlar bir diaspora tanımlamasına girer mi? Doğu Türkistan davası adına mücadele etmekte olan Türkiye’de ve yurt dışında Doğu Türkistanlıların oluşturduğu yapıların davaya olan katkısı ve etkisi sizce nedir?

Doğu Türkistan, Orta Asya ve bütün diasporaya baktığımız zaman 2,5 ile 3 milyon arasında bir nüfusa sahip olduğu görmekteyiz. Böyle bir ortamda Doğu Türkistan mücadelesi çok büyük bir önem taşımakta. Çin gibi düşmanı olan bir dava tabii ki çok büyük. Bu nedenle herhangi bir oluşum, bir dernek veya bir teşkilat ile bunun altından çıkılması mümkün değil. O yüzden bu topyekûn bir intifada olması gerekir diyebiliriz. Bu yüzden bütün millet bu davaya sahip çıkmaya çalışmaktadır. O yüzden bu millet için bu dava Doğu Türkistan’ı bağımsızlığına kavuşturmak için verilen veya onların hak hukuklarını savunan bütün hareket davanın bir parçasıdır. Dünya genelinde Doğu Türkistan davasında çok çeşitli çalışmalar yapan teşkilatlarımız var. Bazı teşkilatlar meseleyi insan hakları olarak ele almış, bazıları Çin’in görmek istediği yöntemle özerklik, otonom, tam otonom olarak meseleyi ele almış. Birtakım teşkilatlar da sadece araştırmalar yapar. Bu konuda biz sarih bir şekilde davaya ihanet etmedikleri takdirde halkımızın bugünkü durumunda da bir iyileşme noktasında samimi çalışma yapan bütün teşkilatlara bu davanın bir parçası olarak diaspora gücü olarak görürüz. Bizim temsil ettiğimiz kuruma gelecek olursak Maarif hareketi ve bugünkü çeşitli gönüllü teşekkülleriyle bir araya getirdiğimiz Uluslararası Doğu Türkistan STK’lar Birliği ile biraz farklı bir bakış açımız var. Biz kendimizi 1933’te kurulan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin kurucu iradesini temsil eden bir hareket olarak görüyoruz. Doğu Türkistan’da bu bağımsızlık mücadelesi hiçbir zaman durmadı. Tabii ki Doğu Türkistan’da çok partileşme, çok büyük teşkilatlanma imkânımız yok. Ona rağmen halkımız bu meselede çok ciddi mücadele verdi. Bu nedenle şu an bile bizim hareketimize öncülük eden üstatlarımızdan Doğu Türkistan’da iken bu işin içinde olan davanın, mücadelenin bilfiil içinde olan üstatlarımız var. Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, Doğu Türkistan’ın mavi gök bayrağını bize armağan eden irade işte şu an bütün dava bunun etrafında dolaşıyor. Bu bayrak olmazsa biz kendimizi nasıl ifade ederiz? İşte o yüzden biz bu hareketi, Doğu Türkistan’ın tam bağımsızlığını esas alan, millî ve manevî değerlerle yoğrulmuş yani kendimizi yerli ve millî bir hareket olarak ulus olarak ve toprak bütünlüğü olarak bütün unsurların korunması gerektiği ve onun mücadelesini veren bir hareket olarak kendimizi görüyoruz.

Önceki soruyla bağlantılı olarak özellikle Doğu Türkistanlıların “Anayurt” olarak belledikleri Türkiye’de Doğu Türkistan davası hem toplum nezdinde hem de devlet birimlerince gerçekten doğru anlaşılıp hakkı teslim ediliyor mu? Yine bu konuyla ilgili olarak Türkiye’deki Doğu Türkistan mücadelesinin geçmişiyle yani Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekinlerin liderliğinde 1950’lerde başlayan bu mücadelenin Türkiye özelinde bugün geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?

Aslında çok şey konuşulabilir. Türkiye bizim için çok önemli bir ülke. Yani o nedenle merhum Mehmet Emin Buğra, merhum İsa Yusuf Alptekin Doğu Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesini verirken Türkiye’yi bu davanın esas yuvası, bu davanın beşiği olarak görürlerdi. Bu nedenle de Türkiye bizim için de bugün de aynı noktada çok önem arz ediyor. Mesela büyüklerimiz 1950’lerde Türkiye’ye geldiklerinde şartlar da o zaman çok kolay değildi. Tabii her zamanın kendine göre bir zorluğu ve şartları var. Şimdi mesela burada Doğu Türkistan camiası nüfus olarak çok fazla bir kitleye sahip değildi. Bu yetersizlikten dolayı Doğu Türkistan Cumhuriyetleri ve ondan sonraki hareketin yapısı bu ülkede kendine tam olarak alan bulamamış, kendini muhafaza edememiş olduğu için de liderlerimiz çok güçlü bir teşkilat yapısına bürünemedi. Sadece kendi bireysel nüfuzları ve iradeleri ile birtakım çalışma içerisine girmeye gayret etmişlerdir. Mesela ben Türkiye’nin belli bölgelerine ve en son Ankara’ya gittiğim de bazı kişiler bana şunu soruyor. “İsa Yusuf Alptekin’i tanıyor musun? Mehmet Emin Buğra’yı tanıyor musun?” diye sorular sormaktalar. Bu sorular kesinlikle karşımıza çıkıyor, yani insanlar bunu konuşuyor en azından dert edinmeye çalışıyorlar.

Özellikle son on yıldır Doğu Türkistan meselesinde Batı’nın artan ilgisini neye bağlıyorsunuz? Gerçekten başta Amerika ve Avrupa parlamentolarında Çin’in Doğu Türkistan’da yaptıklarını bir “soykırım” olarak tanınmasına yönelik girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğu Türkistan meselesi bu şekilde uluslararası bir statü mü kazanıyor yoksa uluslararası arenada farklı güçlerin denge politikalarında tırnak içinde ifade etmem gerekirse “bir oyun kartı” mıdır?

Gerçekten bu meselede üzücü noktalar var. Bir olaya ülkelerin bakış açısı, diplomatik çıkışlar, tavırlar nasıl gelişiyor? Yani hepsi duygusal ve dinî değerlerle olaya bakılmıyor. Öyle bakılsaydı çok şeyler farklı yönde gelişirdi. Şimdi Batı 7 sene önce Doğu Türkistan’da zulüm olduğunu bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Doğu Türkistan’da durumlar daha önce de çok sıkıntılıydı. Her şey çok kötüydü, eskiden de kötüydü, bugün de kötü. Doğu Türkistan’da bir katliam var mı? Tabii ki de var. Soykırım var, asimilasyon var, din yerle bir ediliyor. 16.000’den fazla camiler imha edildi ve şu an Doğu Türkistan’da İslâm topyekûn askıya alındı. Biz bu meselenin hem İslâm dünyasının hem Türk dünyasının hem de insanlık meselesi olduğunu savunuyoruz. Onun için Batı bugün kime niye destek verdi, onun maksadını biz de bazen bilme imkânımız oluyor ama gittiğim bütün toplantılarda uluslararası veya yerel lokalde de İslâmî camianın konferanslarında da bütün konuşmalarımda “Doğu Türkistan meselesi Batı’nın oyunu, onlar kaşıyor.” diyenlere “Lanet olsun onlara! Siz tutun elimizden!” dedim. İsa Yusuf Alptekin merhum demiş ya “Öncelikle bu hizmetin merkezi Türkiye’de olsun.” Biz bu meselede İslâm dünyasında da ve Türkiye’nin de bu meseleyi sahiplenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz bu konuda Türkiye’nin çok avantajlı olduğunu, savunduğu davanın haklı olduğunu, bu meselede Türkiye’nin de elinin güçleneceğini ve Doğu Türkistan meselesine taraf olduğu zaman Kıbrıs gibi diğer meseleler gibi çok haklı bir sebep olduğunu ve en sonunda da Çin’in bu konuda bunu kabul etmek zorunda kalacağına da inanıyoruz.

Malum son 7-8 yıldır Doğu Türkistan meselesinin hem ulusal hem uluslararası konjonktürde tekrar gündeme gelmesinin temel nedenlerinden biri de sizin de bahsettiğiniz gibi “toplama kampları”dır. Bu “soy kırım” kampları olarak tasvir edilen bu yapı ve ayrıca Çinlilerle evlendirme ve her eve birer tane Çinli koyup orada aile ve “kardeşlik!” uygulamaları yeni bir durum mudur? Yoksa Doğu Türkistan’ın 18. yüzyılda ilk Mançu istilalarından beri ara ara ortaya çıkan bir uygulama mıdır? Ve son olarak bu kamplarla Çin tam olarak nereye varmaya çalışıyor? Günün sonunda 35 milyonluk halkı tamamen yok etmek mi istiyor yoksa başka bir amacı var mı? Biraz da bundan bahseder misiniz?

Evet, Çin’in Doğu Türkistan’daki cinayetlerini sıralarsak bunların hiçbiri yeni değil. Yani asimilasyonun her şekli eskiden de vardı ve şu anda da devam ediyor. Bunun yanı sıra dinî baskılar da vardı. Her Ramazan ayında insanların ibadet etme hakkına müdahalesi neden gündeme geliyordu? Çünkü camilerde toplu bir şekilde kimse namaz kılamaz. 18 yaş altı kadınlar, emekliler ve çalışanların serbestçe ibadet etme hürriyetleri kısıtlanır. Ayrıca Doğu Türkistan’da insanları yargılama diye bir şey yok, hukuk kavramının ne olduğunu bile bilmezler. Çin yönetimi keyfi nedenlerle insanlarımızı tutuklar, artık 2-3 yıl mı 5-10 yıl mı zindanlarda kalır o insanlar kimse bilemez. Sonrasında yine kendince bazı insanlarımızı bırakmak isterse bırakır veyahut onu yine tekrardan zindanlara mahkûm ettirmek isterse en az 5 sene daha cezaya çarptırır. Bunun bütün amacı Doğu Türkistan’ın tamamen Çinlileştirilmesi; çünkü Çin’in böyle bir gayesi var. Şu an Doğu Türkistan’da herhangi bir siyasî hareket, parti, cemaatleşme, dernek veya vakıf yok. Herhangi bir hareket, silahlı mukavemet bırakın, en basit insani reddiye söylemleri bile yoktur. Buna rağmen Çin; Doğu Türkistan’da tek taraflı bu kadar büyük bir icraat yapıyor, adeta bir savaş düzeni kuruyor. Karşılıksız ve tek taraflı olarak… Hatta bir dönem Çin devlet başkanı Şi Cinping Hoten’e gidiyor. Hoten’e gittiğinde bakıyor ki halkın çoğunluğu İslâmî hassasiyetlerinden dolayı sakallı ve kadınlar da tesettürlü. Bunu gördükten sonra bu insanlar Çinlilere benzemiyor diye tepki gösteriyor. “Burası Çin değil adeta Orta Doğu!” diye serzenişte bulunuyor. İnsanlar Çince konuşmuyor ve Çinliler şehrin merkezinde neden yok, diye sorgulamaya başlıyor. Bu durumlardan ötürü hemen akabinde Şi Ciping Doğu Türkistan’ın genel valisini değiştirmeye karar verdi. Tibet’te büyük soykırımla tanınan zalim bir valiyi Doğu Türkistan’a atadı ve direkt Pekin’den emir alan, kimseye hesap vermeyen bir vali, yönetici konumuna getirdi.

Çin’in açıkça ilan ettiği 2050 rüyası var. Şi Cinping bir konuşmasında “Çin tek millet olacak.” dedi. Bu açık, sarih konuşmalarında var. Tek millet demek yani orada Çinliden başka bir şey olmayacak. Uygurlar, Kazaklar, Tibetliler olamayacak. Bunun bir diğer nedeni az evvel belirttiğimiz gibi tek millet olmanın yanı sıra Çin; Doğu Türkistan’da Çinlileştirmeyi esas alıp İpek Yolu projesini sahiplenmeye çalışmasıdır. Doğu Türkistan’ın Çin dahil 10 ülkeyle sınırı var. O bölge Çin için hem askerî hem iktisadî bütün açıdan çok önemlidir. Doğu Türkistan’a komşu olan Türk Cumhuriyetleri var. Bizimle aynı dili, kültürü, medeniyeti ve dini paylaşan kardeş olarak bildiğimiz komşularımız var. Bunlardan etkileniriz diye bağımsızlık mücadelesini şimdiden demografiği değiştirme planıyla bizleri milyonlarca Çinli ailelerin yanına yerleştirildi. Mesela şu an ben bile Çince bilmiyorum, annem babam da bilmiyordu. Neden? Çünkü ihtiyacımız yok. Doğu Türkistan’da Çinlilere benzemeyelim diye onların meyvesini bile yemezdik. Geçenlerde Urümçi’de Çince yayınlanan bir gazetede birçok kez Doğu Türkistanlıların evlerine Çinli yerleştirildiğine dair bir haber yayınlandı. Yani bu dönüşüm sürekli oluyordu. Bu evlere bazen tek bazen toplu bazen kadınlı erkekli kişilerin yerleştirildiği açık bir şekilde ilan edildiği de görülüyor.

Yani eskiden beri baskılar ve zulümler vardı ve artık ayyuka çıktı. Bu anlamda biraz önce bahsi geçen Doğu Türkistan coğrafyasının etrafında Türk Cumhuriyetleri, İslâm coğrafyaları var.  Siz de birçok kez Pakistan, Malezya ve Endonezya bölgelerine de giderek oralarda Doğu Türkistan davasını anlattınız. Son olarak hem İslâm coğrafyasını hem Türk coğrafyasını hem de Türkiye’yi kıyasladığımızda bu dava anlaşılıyor mu? Yani kardeş Türk soylularla, dindaş Müslüman topluluklar Doğu Türkistan’daki kardeşlerine, soydaşlarına nasıl bakıyorlar?

Genel olarak bu konuda özellikle İslâm dünyasını yönetenler sorumluluk açısından İslâmî, vicdanî ve insanlık noktasında ciddi bir sorumlulukları var. Bu açıdan baktığımız zaman biz burada tabii çalışmalarımızda her zaman özeleştiri yapıp “Biz bu davaya sahip çıkamadık.” diyebiliriz. Bizim gittiğimiz her yerde karşımıza Çin çıkıyor. Hemen oradaki elçilikler, konsolosluklar bizlere davamızı haykırmada bizlere zorluk çıkarıyor. Bu konuyla alakalı bir olay aktarmak isterim: Geçtiğimiz yıllarda İslâm dünyasından Doğu Türkistan’a gelen bir heyet oradaki insanlara “Selamun aleyküm” diyor. İnsanlar niye “Ve aleykümselam” diyemiyor? Sadece baş sallayabiliyor. Saymakla bitiremeyeceğimiz bir sürü nedenleri var. Yabancılarla konuşmak, temasta bulunmak yasak. Açıkça dinî vecibelerini yerine getirmeleri zaten imkân dahilinde bile değil. O yüzden İslâm dünyası bu konuda gerçekten sorumlu yani büyük bir mesuliyeti bulunmakta. Bu yanlıştan en kısa zamanda dönmeleri gerekiyor. Yoksa bunun vebali hepimizin üzerine kalacaktır.

7 Ekim Aksa Tufanı, Gazze kıyamı ve sonraki yaşananlarla bütün dünyanın gözü önünde çok büyük bir katliam, çok büyük bir zulüm işlendi ve işlenmeye de devam ediyor. Bu aşamada özellikle Filistin davası ve Doğu Türkistan davası karşılaştırmaları oldu. Bu anlamda size şunu sormak istiyorum. 7 Ekim’deki Aksa Tufanı ve sonrasında gelişen olaylar Doğu Türkistan davasının anlaşılmasına katkısı ve etkisi nasıl oldu?

Bu durumun birçok olumlu ve olumsuz tarafları var. Şimdi öncelikle olaya şöyle bakmak lazım: Filistin meselesi de Doğu Türkistan meselesi kadar tarihi süreç açısından da yakın bir zamana dilim içerisinde bulunmakta. O kazanımlar açısından Filistin meselesi dediğimiz zaman çok ileride bir seviye yakalamış, uluslararası arenada meşruiyet kazanmış olduğunu görürüz. Hatta BM’de şu an bir devlet olarak tanınma aşamasında. Filistin meselesi bizlerin bir kıblemiz olmasından ziyade sadece Araplar içerisinde bir topluluğa veya bir zümreye ait değildir. Filistin bütün Müslümanların davasıdır.

7 Ekim olaylarından sonra dünyaya şöyle baktığımızda Batılı ülkelerin İslâm ülkelerinden daha fazla tepki geldiğine hepimiz şahit olduk. Yüz binlerce insan Paris’te, Amerika’da, Latin Amerika gibi ülkelerde tüm kesimden olan insanlar sokağa döküldü? Bunlar ne için meydanlara çıkıp tepki gösteriyorlar? Meydanlara çıkıp eylemler yapmalarının tek bir nedeni var. Çünkü vicdan ve merhamet duygusunun o insanlarda olması bu eylemleri onlara yaptırdı. Tabii ki 75 sene içerisinde bizim halkımızın gördüğü ve dünyanın sesini dahi çıkaramadığı bir dayak yiyip de “Ah vah!” diyememek, tepki gösterememek çok kötü bir durum. Bunu deseniz belki biraz rahatlarsınız. “Kurtarın beni!” bile demek ayrı bir şey. İHH Başkanı Bülent Yıldırım ağabey diyor ki: “Doğu Türkistan meselesi Filistin’den de çok ağır bir mesele.” Bu gerçekten öyle, bunu kabul ettirmeye çalışacağız ama kesinlikle bunu kıyas etmek hem ahlakî, hem insanî, hem İslâmî değil. Bir dönem Gazze sokaklarında Urumçi katliamında protesto eylemleri olmuştu. Bu meselede kesinlikle Filistinliler de bizim derdimizi hem anlıyor hem ağlıyor hem de gücü yetse destek bile verecek. Bu meseleyi hiçbir şekilde kıyaslamamak gerekir. Doğu Türkistan meselesi bir noktadan baktığınız zaman Filistin meselesinden çok daha ağır, vahim, sıkıntılı bir vaziyet. Bir açıdan baktığınızda da orada ciddi bir savaş ve zulüm var. O yüzden bunu kıyaslamak yanlış.

Doğu Türkistan meselesinde tabii ki İslâm dünyasında devlet nezdinde resmi söylemlerinde adaleti unuttu ama halklar bu konuda kendilerine yakışanı gösterdi. Bizim tarafta da Müslümanların ve İslam dünyasının durumu ortada. Bu yüzden ben şunu demek istiyorum: Çin, Doğu Türkistan’da bir işgalci konumunda ve katliam noktasında kesinleşmiş bir sabıkası var.  Ve halen devam eden cinayetler ve yasaklar var: İslâm’ı, dini, Kur’ân’ı okuyup yaşamak yasak. Çin hükümeti birçok cami ve beldeleri yaktı ve yıktı. Bunu yapmaya da devam ediyor. Buna rağmen Çin, göz boyamak adına uluslararası platformlarda Filistin’i desteklediğini açıklıyor ve diyor ki: “Ya olur mu, bu artık dayanılmaz.” diye tepki gösteriyor. Bu, Çin’in münafıklık politikasıdır. Çin’in bu tür çıkışları İslâm dünyasını aldatmamalı. Çin’den destek beklemiş olabilirler ama onu beklerken Doğu Türkistan’ı göz ardı etmemiz mümkün değil.

Esasen şimdi bir tarafta Firavun var, bir tarafta Nemrut var. Siz şimdi ortalıkta Firavun mu Nemrut mu tartışması yapacağınıza İbrâhim ve Mûsâ’ya bakacaksınız. İşte bu durumda gerçekten ortada Mûsâlar, İbrâhimler var, gerçekten ciddi zulüm ve işkence yaşanıyor. Biz hem insanî hem İslâmî hem de vicdanî olarak meseleye bakmak durumundayız. Bununla da ilintili olarak özellikle ülkemiz gençliğinde bir kesim Filistin derken diğer kesim Doğu Türkistan diyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

O arkadaşlarımıza da çağrımız şudur: İster bu İslâmî hassasiyetle öne çıkmış olsun, ister milli hassasiyetlerle olsun fark etmez. Bu meseleyi kesinlikle hem Doğu Türkistan açısından hem hepimizin ortak değerleri noktasında bakmalıyız. İslâmî camiada Müslümanlara da bu meseleyi Doğu Türkistan’ı daha önceden de ifade ettiğimiz gibi “Ya bunu Amerika, Batı destekliyor!” falan demesinler. Bu da çok yanlış bir şey. Filistin meselesine de bu şekilde yaklaşmak doğru olmaz çünkü o da yanlış olacaktır. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekiyor. Çünkü Müslüman ülkeler şu zamana kadar Batı’dan yarardan ziyade hep zarar görmüş ve ihanete uğramıştır.

Son olarak söyleşimizi bitirmeden önce gençlere yönelik bir mesajınız var mıdır? Özellikle dergimizi takip eden genç bir kitlemiz var. Doğu Türkistan davası için neler yapabilirler? Doğu Türkistan davasıyla ilgili bu gençler çoğu zaman “Biz ne yapabiliriz, elimizden ne gelebilir?” diyorlar ya, bu anlamda gençlere de bir mesaj olması açısından onlara Doğu Türkistan davası için yapabilecekleri neler olabilir?

Hocam bizim bayrağımız mavidir. Mavilik bizim kızıl elmamızdır yani bizim davamızı anımsatır. Bu nedenle gençlerimize ve Türkiye’deki herkese şunu söylemek istiyoruz: Biz Türkiye’yi, dünyayı, ümmeti, bütün herkesi yanımıza alıp özellikle Türkiye’de insanların fikrini, düşüncesini, ruhunu ve sokakları her yeri maviye boyamak istiyoruz. Bu nedenle bu kardeşlerimiz bize gelsinler, davet ediyoruz, çağırıyoruz. Bize sokakta, okulda, üniversitede, sosyal medyada bizimle beraber olmalarını istiyoruz. Bu destek durumları Çin’i korkutuyor ve az da olsa onları caydırıcı şeylerden biri de budur. Hatta siyasî merkezler de bunlardan mesaj alıyor. Sokakların nabzına göre tavır alıyor. Biz yetim kalırsak size yakışır mı? Bizim toplumumuzun, davamızın, yetim, öksüz, kenarda böyle itilerek bu hâlde kalması sizleri mutlu etmediğini elbette biliyoruz. Bu nedenle davamızı gür bir seda ile güçlü bir şekilde her yerde fikirlerimizi, düşüncelerimizi onlara karşı açıkça ilan edelim.

Tabii insanlar sosyal medyanın etkisiyle en azından bir iki paylaşımla da olsa desteklerini gösterebilirler. Vakıf ve dernek temsilcilerinin Doğu Türkistan’ın yapmış olduğu programlara rehberlik etmeleri de çok kıymetli ve çok değerli bir durum. Son olarak bu konularda ne söylemek istersiniz.

Öncelikle bunun için tüm gönüldaşlarımıza çok müteşekkirim. Bu bizim insanlarımız için de örnek ve ders olması gereken bir durum. Kardeşlerimiz buradaki sorumluluklarını yerine getirse yeter ama bu hocalarımız, arkadaşlarımız, sıcak soğuk demeden her zaman bu çalışma içerisinde onları hissediyoruz ve kendilerini de hissettiriyorlar. Mesela 5 Temmuz’daki Çin konsolosluğu önündeki toplantımız, basın açıklamamız adeta bir miting gibi oldu. Çok büyük kalabalık ve çok güzel konuşmalarla işgalci Çin’e mesaj vermeye çalıştık. Anadolu insanlarının, Türkiye’nin, Türklerin, Doğu Türkistanlı kardeşlerini ve davayı yalnız bırakmayacağı mesajı bizi çok güçlendirdi. Manevi güç aldık. Buradan teşekkürlerimizi, minnetlerimizi iletiyorum.

Ağzınıza sağlık. Doğu Türkistan gibi kanayan bir yaramızı, gönül coğrafyamızın yetim yurdunu bir nebze olsun ele almaya çalıştık. İnşallah buradan hem dergimizi okuyanlara hem ulaşanlara en azından bir şekilde, ne olursa olsun Doğu Türkistan’ı unutmamız gerektiğini hatırlatmış oluruz. Zira unutursak bunun hesabını dünya ve ahirette veremeyiz. Katılımlarınızdan ötürü teşekkür ederim hocam, Allah razı olsun.

Sağ olun, biz de bu vesile ile derdimizi ve davamızı aktarma imkânı bulduk, çok teşekkür ederiz.

4 3 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x