Küresel sistemin oturduğu dönemde doğan sinema, ekonomik ve kültürel ortama ayak uydurmanın ötesinde zamanla sistemi yönlendiren bir etkiye bürünür. Bir araç olmanın ötesine geçer ve araçları belirleyen kanaat önderine dönüşür. Ve elbette sosyo-politik ortamın yanında ekonomik argümanlarla da içli dışlı olarak sistemi elinde tutan güçlerin söylemlerine odaklanır.
Sinemayı elinde bir güç olarak tutan muktedirler, küresel söylemlerini filmlerin karakterlerine söyletir. Artık küresel köy haline gelen dünyada her evde Amerikan kültürünün ve Batı bakış açısının etkisi oluşur.
Bunun en önemli sebebi, insanlar için büyülü bir ortam sunan filmlerin izlenme mecrası olan sinema salonlarını ve dağıtım şirketlerini kontrol etmeleridir. Hollywood’da bir film yapıldığında artık dünyanın en uzak köşesindeki izleyiciye ulaşması zor olmaz. Yarım asır öncesinde birkaç ayı bulan bu süreç yakın zamanda günlere kadar kısalır. Ve dijital mecraların etkisini artırması sonrasında geç kalmak ya da geç ulaşmak diye bir şey yoktur. Her film anında yüz milyonlarca kişiye ulaşır. Zira dünyanın en büyük küresel dijital platformları da ABD menşelidir ve üye sayıları toplamda 500 milyonu geçer. Her hesabı birkaç kişinin kullandığını düşündüğümüzde dijital mecralarla ulaşılan insan sayısını 1 milyardan fazla olarak hesap edebiliriz.
Büyük resme bakıldığında manzara budur. Tablonun detaylarında ise geniş kitlelere ulaşamayan eserler ve onların ortaya koyduğu meseleler vardır. Doğu Türkistan, mağduriyet yaşanan bölgelerden biri olarak sesini en az kişiye ulaştıran topluluk ve coğrafyadır da… Çünkü Çin yönetimi altında yaşanan mezalimi anlatmak için çok az üretim yapılmakla birlikte eserlerin insanlara ulaşması da çok mümkün olmaz.
Aylardır Filistin’de yaşanan zulme şahitlik ediyoruz. Dünyanın hep gündeminde olmasına rağmen Filistin’de yaşanan gerçekleri, İsrail’in sistematik soykırımını dünyaya anlatmak için de çok film üretilemez. Zira küresel sistemi elinde bulunduran odaklardan biri Siyonist lobiler ve onların izin vermediği çok az şey hedefine ulaşır.
Filistin ile Doğu Türkistan’ın sinemadaki kaderi bu bakımdan benzer. Filistin ile alakalı onlarca filmden bahsedebiliriz. Yaşananlara bakınca çok çok az olduğu aşikâr. Ancak Doğu Türkistan ile ilgili filmlerin sayısı ise çok daha azdır.
Çünkü tüketim kültürünün bir parçası olan sinemada müşterisi olmayan ürün mecra bulamaz. Müşteriye ulaşacak alanların parsel parsel kapandığı da düşünülünce, insanoğlunun utanç vesikalarının ikisi olan en güncel zulümlerin aktarılma ihtimali azalıyor.
Sinemanın etkisinin kullanılması, mezalimin filmler eliyle geniş kitlelere ulaştırılması elzem. Bu, madalyonun bir yönü. Diğer tarafta ise üretilen ve üretilecek eserlerin yaşam alanı bulabilmesi konusu var. Burada görev izleyici ile politika üreticilere düşüyor.
Doğu Türkistan ile alakalı filmlerin yapılması için fonlar oluşturulmalı, sinemacılar desteklenmeli. İzleyici ise üzerine düşeni yapıp bu filmlere bir şekilde ulaşıp izlemeli. Bu filmlerin neden yaşadığı şehirdeki sinema salonuna gelmediğini sorgulamalı. Bunun için çağrılar yapmalı. Sinema salonlarını aramalı, tepkisini dile getirmeli. Sosyal medya hesaplarından sesini yükseltmeli. Gülme rıza göstermesi mümkün olmayan çoğunluğun sesi çıkmalı.
Dijital mecralar bu açıdan bir soluk borusu olabilir. Oyunun yeniden kurulması mümkün. Türkiye başta olmak üzere Müslüman ülkeler ve zulme rıza göstermeyen ülkelerin yetkilileri, küresel sistemden bağımsız mecraların kurulmasına ön ayak olmalı. Müşteri için vitrin ve kapısından gireceği mağazayı kurmalı. Böyle olunca mutlaka ama mutlaka hedefe ulaşılır. İzleyici de üzerine düşeni yaptıktan sonra Doğu Türkistan, Filistin gibi bölgelerdeki gerçeklerin bütün dünyaya anlatılması ve küresel kanaat oluşturulması mümkün olabilir.
Yazının konusu Doğu Türkistan. Aylarda Filistin’de soykırım uygulanıyor. Dünyanın başka bölgelerinde küresel patronların planları çerçevesinde zulümler yaşanıyor. Sonraki yazının konusu dünyanın kanayan başka bir yarası olacak. Ve esas sorun hiç değişmeyecek: sinemacılar film üretmeli, izleyici tepkisini ortaya koymalı, politika üreticiler yol açmalı ve sermaye sahipleri desteklemeli.
Düşünelim…
Türkiye merkezli bir dijital mecra dünyanın en etkili yayın organlarından biri haline gelmiş. Binlerce üretimi yüz milyonlarca kişi izliyor. Türkiye’yi, Türkiye’den anlatımlar aktarıyor. Dünya bizi, bizden tanıyor. Pakistan’da da bir dijital mecra çok etkili olmaya başlamış. Belki de şaşırtıcı şekilde bir memba olmuş. Güney Amerika’da üretimler yapılıyor ve hem burada hem de Türkiye ile Pakistan mecralarında yayınlanıyor. Afrika’da yepyeni bir enerji doğmuş. Yüz milyonlarca insan, gelişen sistemleri ve ekonomileri sayesinde ciddi müşteri olmuş ve yepyeni bir pazar doğmuş. En çok üretim yapanlar kendileri ve biz de izliyoruz.
Ve Avrupa ve ABD ve Çin… Buradaki yüz milyonlar da kendilerine onlarca yıldır anlatılan ve artık sakıza dönen söylemlerden sıkılarak söz konusu mecralara müşteri olmuşlar. Dünyada başka bir hava hâkim. ABD Başkanı artık yargı dağıtmak için değil, kendini savunmak için açıklama yapıyor. Netflix, yeni rakiplerine karşı yenilmemek için söylem değiştirmese de bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Hayal mi?
Evet.
Peki,
neden
gerçekleşmesin?
Avrupa nüfusu birkaç on yıl sonra çoğunluğu göçmenlerden oluşan bir yapıya bürünecek. Türkiye yükselen güç. Pakistan, İran ve Brezilya yakın geleceğin potansiyel güçleri. Nüfusun da sürekli artması sebebiyle ‘müşteri’ kozu elimize geçiyor.
Netflix, Amazon, Disney, Hulu ve diğerlerinin müşterileri gittikçe yaşlanıyor. 30 yıl sonra müşteri bulamayacaklar. Oysa az önce adı geçen ülkeler ve Afrika ve Asya’daki sessiz kalabalıklar çoğalmaya devam ediyor. Gelecekteki müşteri biziz ve tüketimi biz yönlendirebiliriz.
Filistin’deki soykırım ile ilgili uygulanan ve hiç bırakılmaması gereken boykot da böyle bir bakış açısının ürünüdür. Israrla devam edilirse bütün küresel markalara diz çöktürülür. 3-5 yılda olmayabilir ama 10 yıl sonra dayanacak güçleri kalmaz.
Ve boykotun en önemli ayağı, alışveriş yapmadığınız markanın muadiline yönelmektir. Bunun için de alternatif üretim gereklidir.
Olay dönüp dolaşıp ‘çalışmamız gerekiyor’ gerçeğine ulaşıyor. Çalışmaya devam edeceğiz. Üretmeye devam edeceğiz. Tepki koymayı bırakmayacağız. Ve elbette ancak ve ancak bu şekilde kazanacağız.