Risaletin mesajlarının en güçlü bir şekilde cihana yayılmasına vesile olan suffalar Medine’den başlayarak Dünya’nın dört bir köşesine yayılmıştı. Bu meclislerde yetişen muallim ve talebeler nâm-ı celîl-i Muhammedi’yi en uzaktaki sinelere ulaştırmak için ellerinden gelen gayreti ortaya koymuşlardı. Şimalden cenuba, şarktan garba arzın her bir tarafında bu meclisler neşv ü nema bulmuştu.
10. Asırda İslam’la müşerref olan Doğu Türkistan toprakları da bu meclislerle müzeyyen bir hale gelmişti. Özellikle medreseler bu misyonu üstlendiği için, suffa meclislerinin en muhkem misali olan bu yapılar bu coğrafyanın gönlü güzel insanlarını mayalamayı başarmıştı.
Tarih boyunca pek çok hanedanın hüküm sürdüğü Doğu Türkistan toprakları ilk olarak Karahanlılar döneminde İslâm ile tanışmıştır. Bu topraklar, 1218–1759 yılları arasında asırlarca sürecek Moğol hakimiyetine girmiş ve ardından -bazı bağımsızlık dönemleri hariç- günümüze kadar devam eden Çin işgalini yaşamış olsa da İslâm ile bağlarını asla koparmamıştır.
Tarihte hiçbir milletin karşılaşmadığı, tasavvur bile edilemeyen fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalan Uygur Türkleri- Toplama kampları, “Aile Olmak/İkiz Akraba” projesi, polislere serbest ateş edebilme emri, doğum kontrolü vs. gayr-ı insani uygulamalarla- adeta tarih sahnesinden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu noktada şu soruyu sormak iktiza ediyor: “Bu kadar zulüm, baskı, şiddet ve vahşete rağmen bu topraklarda İslâm inancı nasıl ayakta kalabildi?”
Bu soruya cevap teşkil edecek pek çok sebep olmakla beraber, en mühimi Doğu Türkistan’da İslâm’ın yayılışıyla teşekkül edip zamanla neşvünema bulan ilim meclisleridir. Bu meclislerin tarihini, 10. asırda yıllarında Karahanlılar’dan Satuk Tigin’in (Salur Tigin) İslâmiyeti kabul etmesiyle devlet halinde İslâmlaşan Doğu Türkistan bölgesinde İslâm eğitim kurumları ve medrese kuruluşlarıyla başlatabiliriz. Bu tarihten evvel çeşitli şehirlerde medreseler ve mektepler kurulmuş; ilim ve kültür merkezleri ihdas edilmiştir. Çin istilası sonrası bölge halkının verdiği millî mücadelede, medrese ve başka eğitim kuruluşları ve orada çalışan, yetişen aydınların oldukça ehemmiyetli rolü olmuştur. (Abudurehemu Wubuli, Doğu Türkitan Medreselerinde İslâm Düşüncesi, Sûfî Allahyar’ın Sebat’ül-Âcizin Adlı Eseri Ekseninde İnceleme, s. 21)
Çin istilasından evvel Karahanlılar (840-1212), Çağatay (1224-1370), Seyidiyye (1514-1682) ve Hocalar (1678-1759) dönemlerinde faaliyet gösteren medreseler Kâşgar, Yarkent, Hoten ve Kuça gibi ilim ve kültür merkezlerinin oluşmasını sağlamıştır. Karahanlılar döneminde 17 büyük medrese, 145 civarında küçük medrese, her köy ve mahallede birer mektep bulunuyordu. (AdilMuhemmet, Xin-Jiang Küçük Kamusu: Xin-Jiang Maarifi, Xin-Jian Fen ve Tekneloji Neşriyatı, Urumçi 2012, s. 41-42.)
Bu medreselerde tefsir, hadis, fıkıh gibi dinî dersler; dil ve edebiyat dersleri, matematik, geometri, astronomi, cebir gibi fenni dersler; müzik ilmi, felsefe, mantık, dinler bilgisi, metafizik, kimya, tıp, coğrafya, siyaset, ahlâk dersleri ve ek olarak baytarlık, ziraatçılık gibi derslerin tedris edildiği iddia edilmektedir. (Abdullah Talip, Uygur Maarif Tarihinden İçerikler, Xin-Jıang Halk Neşriyatı, s. 38.)
İşte bu medreselerde hepimizin yakından tanığı Kâşgarlı Mahmut (ö 1113/14), Yusuf Has Hacib, Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki ve Hoca Ahmed Yesevî gibi yüzlerce alim, mutasavvıf, ilim adamı yetişmiş ve eserler vermiştir.
Çağataylılar döneminde taht kavgaları, iç hesaplaşmalar, askerî harekâtlar gibi siyasi-askerî sebeplerden dolayı medreseler Karahanlılar dönemindeki etkisini kaybetse de ilim ve kültür noktasında kayıpları azaltmış ve bir kalkan vazifesi görmüştür. Mevcut medreselere ek olarak Medrese-i Mes’udiye gibi birkaç yeni medrese inşa edilmiş bu dönemde yetişen alimler büyük gayret sarf etmişlerdir.
Seyyidiye Dönemi’nde sıkıntılar giderilmiş; ıslahatlarla ekonomik, sosyal problemler çözülmüş; refah ve huzur yeniden hâkim olmuştur. İşte bu dönemde eğitim kurumlarında da canlanma olmuş; yeni medreseler kurulmuş, Sifahiyye (Askerî eğitim okulu), Şifâiyye (Tıbbî eğitim okulu), Müzik okulu gibi eğitim kurumları tesis edilmiş; Kâşgar yeniden ün kazanıp Sanî Buhara (ikinci Buhara) diye anılmaya başlanmıştır. (İbrahim Niyaz, Tarihten Kısa Beyanlar, Kâşgar Uygur Neşriyatı, Kâşgar 1988, s. 217.) Medreselerde Arap, Fars, Urdu ve Türk dillerinde dini ve fenni ilimler beraber tedris edilmiş; Ali Şir Nevâî, Mevlâna Celalettin Rumî gibi doğu klasikleri ve Fârâbî, İbn Sînâ eserleri ve şerhleri okutulmuştur. Seyyidiye döneminin sonlarına doğu hocalar arasında çıkan ihtilaflar siyasi hesaplaşmaları berberinde getirmiş; fakat ilmi çalışmalar etkilenmekle beraber akamete uğramamıştır.
Hocalar Dönemi yarı bağımsızlığın hâkim olduğu ve eğitime yeterince yatırımın yapılmadığı bir dönem olmuştur. Ekonomik zayıflık nedeniyle devlet, eğitim kurumlarına ağırlık verememiş; medreseler tamir ettirilmiş, fakat medrese dışında da yeni bir medrese inşa edilmemiştir. Bu dönemin en önemli eğitim hamlelerinden biri Farsça ve Arapça eserlerin Türkçeye tercüme edilmesi olmuştur. Seyyidiye dönemindeki eğitim metodu takip edilmiş; ezbere dayalı, yazma ve düşünmenin nakıs olduğu bir dönem olmuştur.
Çin istilasından sonra zaten iyi durumda olmayan medreselerin ahvali daha da kötüleşmiş, ekonomik sıkıntıların artmasıyla medreseye giden öğrenci sayısı hayli azalmıştır. Yakup Bey, Kâşgarya Devleti’ni kurduğunda eğitim faaliyetleri geçici olarak canlanmış, fakat Çinlilerin 1878’de bu devleti yıkmasıyla akamete uğramıştır. Çin hükümeti planlı olarak Çince eğitim veren okullar açmış ve bu okulların sayısı her geçen gün artırılmıştır. 1934’te birinci Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra bölgede açılan okullarda dini dersleri asgariye düşürülmüş ve çocuklar dinlerinden ve milli kimliklerinden uzaklaştırılmıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla medreseler dönemi sona ermiş, binalar başka amaçlarla kullanılmaya başlanmış ve pek çoğu harabeye dönmüştür. 1966’da Medeniyet İnkılabı ile klasik eserler yakılmış, medrese eğitimi alan birçok kişi hapse atılmıştır. 1980’de Çin Hükümeti biraz serbestiyet tanımış, hapislerdeki din adamları salıverilmiş ve o dönemde evlerde eğitim verilmeye başlanmıştır. Pek çok köy evinde Kur’ân öğrenimi gerçekleştirilmiş, bazı evlerde ise büyük alimler medrese eğitimi vermişlerdir. 1990 Barin Ayaklanması’ndan sonra Çin Hükümeti, sıkı tedbirler alarak dini eğitimi yasaklamıştır. Memurlar, öğretmenler, devlet firmalarında çalışan işçiler ve 18 yaşın altındaki tüm gençlerin camilere girmesi yasaklanmıştır. Bir babanın kendi çocuğuna dinî eğitim verdiği tespit edilirse suç sayılmıştır. (Abudurehemu Wubuli, Doğu Türkistan Medreselerinde İslâm Düşüncesi, Sûfî Allahyar’ın Sebat’ül-Âcizin Adlı Eseri Ekseninde İnceleme, s. 76-77)
İslâm’dan sonra Doğu Türkistan’daki değişik dönemleri incelediğimizde görüyoruz ki; dini eğitimin yasaklandığı, istilanın bütün şiddetiyle hâkim olduğu zamanlarda bile medreselerde, camilerde, evlerde ilim meclisleri bir şekilde devam ettirilmiştir. Bu mücadelenin ilim meclisleri olduğu sürece devam edeceğini çok iyi bilen zalim Çin Hükümeti, akla gelmeyecek yöntemlere başvurmakta Doğu Türkistanlıların harîm-i ismetine tecavüz etmekten geri durmamaktadır. Doğu Türkistan’ın mücahid, muvahhid evlatları da bu hakikatin farkındalar ve ellerinden gelen ne varsa yapıyorlar. Gecenin karanlığının en şiddetli haline ulaştığında güneşin doğmaya başladığı gibi doğum sancıları çeken bir annenin ağrılarının hadd-i azamiye ulaştığında kesilmesi gibi arş-ı a’layı titreten zulümler de sona erecektir ve Allah’ın izniyle bu kurtuluşun en önemli vesilesi de her şeye rağmen devam eden ilim meclisleri olacaktır.