Musibetler Karşısında Mümin Tavrı
İnsanoğlunun doğayla iç içe yaşama girişimleri asırlar boyunca süregelen bir durumdur. İnsanlık çoğu zaman doğayla barış ve uyum içinde yaşamaya çalışsa da “Dünyanın her yerine hakim olma” hırsı ile bazen sınırları aşmıştır. Ev yapılması uygun olmayan yerlere ev yapmış, şehir kurulmaz denilen yerlere şehir kurmuş hatta dilsiz kulların yaşam alanlarını bozma gafletine dahi düştüğü olmuştur. Başımıza gelen her musibeti kendi yaptıklarımıza bağlama gibi bir hataya düşmemek ve olaylardan ders alıp, daha iyi işler yapma nimetini kaçırmamak adına bugün İslam tarihinde gerçekleşmiş bazı felaketlere bakıp, Müslüman tavrını öğrenmeliyiz. Yaşanan felaketlere iki dünya gözlüğümüz ile bakmalıyız. Çünkü bu şekilde yaşanan hadiseleri doğru bir şekilde okuyabiliriz.
Hz. Ömer Dönemi Ümmü Nehşel Seli:
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde h. 17 (638/639) yılında Mekke’de Ümmü Nehşel Seli adı verilen büyük bir sel baskını meydana gelmiştir. Sele bu ismin verilmesinin sebebi ise Ubeyde b. Ebî Uhayha’nın kızı Ümmü Nehşel’in bu selde hayatını kaybetmesinden dolayıdır. Ümmü Nehşel, Mekke’nin yukarı kısmında bulunan evlerin arasından gelen, sel sularına kapılarak sürüklenmiş ve hayatını kaybetmiştir. Cesedi ise Mekke’nin aşağı kısmında bulunmuştur.
Zarar Tespiti
Sel suları bazen Makam-ı İbrahim’in yerini değiştirir bazen de onun yönünü Kâbe’ye doğru çevirirdi (Belâzürî, 1988: 61; el-Fâsî, 2001: 335; Ezrakî: 2/33; Fehd, 2005: 2/7; Halebî, 2006: 1/193; İbn Hacer, 1853: 8/484; Küçükaşçı, 2003: 13). Mekke’de bulunan Müslümanlar meydana gelen sel baskınını bir mektup yazarak Hz. Ömer’e bildirdiler. Halife korku ve heyecan içinde zaman kaybetmeden Ramazan ayında Mekke’ye doğru yola çıktı. Makam-ı İbrahim’in yeri kaybolmuş, sel suları makamın daha önce bulunduğu yeri tahrip ederek belirsiz hale getirmiştir. Hz. Ömer, Mekke halkını çağırarak onlara Makam (taş) hakkında bilgileri olup olmadığını sordu. İçlerinden biri; “Ben biliyorum ey Müminlerin Emiri! Bu taşın başına böyle bir akıbetin gelmesinden korktuğum için Makam-ı İbrahim’in bulunduğu yerden, Hacerü’l Esved’e ve Zemzem kuyusuna kadar olan mesafeleri bir iple ölçerek tespit ettim. Bu ip benim evimdedir” dedi. İp geldikten sonra Hz. Ömer Abdullah b. Saib el-Âbidî’ye, Makam-ı İbrahim’i bugünkü yerine yerleştirmesini emretmiştir (Ezrakî: 2/33-34; Fehd, 2005: 2/8; Halebî, 2006: 1/193). Hz. Ömer namaz bittikten sonra Abdullah b. Saib’e “Güzel yaptın.” diyerek makamın yerine konulmasındaki emek ve gayretlerinden dolayı kendisini takdir etmiştir (Ezrakî: 2/35).
ALINAN ÖNLEM VE TEDBİRLER
Hz. Ömer, bundan sonra meydana gelebilecek sellerin yıkıcı etkisinden Mescid-i Harâm’ı, korumak için Mekke’nin yukarı kısmına büyük kaya parçalarının örülüp, sıkılaştırılması ve üzerlerine toprak dökülmesi suretiyle iki bend inşa ettirdi. (Halebî, 2006: 1/193).
Ümmü Nehşel selinden sonra Hz. Ömer’in yaptırdığı setler sayesinde kendi zamanına kadar olan süreçte meydana gelen sellerin bu bentleri aşamadığını ve mescide sel sularının girmediğini rivayet etmektedir (Ezrakî: 2/34). Hz. Ömer, Redm-i A‘lâ ve Âl-i Esîd setlerini Mekke’ye özellikle sel sularının yoğun olarak geldiği iki yerde inşa ettirmişti. Fakat bu iki settin Mekke’yi sel sularından korumak için yeterli olmadığı h. 80 yılında meydana gelen Cuhâf Sel’inde anlaşılmıştır.
Emeviler Dönemi Cuhâf Seli:
Emeviler döneminde Mekke’de vuku bulan sellerden ilki Abdülmelik b. Mervan’ın hilafeti zamanında meydana gelmiştir. Mekke’nin nüfusunun yoğun olduğu h. 80 (699/700) yılındaki hac döneminde terviye gününde meydana gelen bu sele Cuhâf Seli adı verilmiştir (Belâzürî 1988: 61; el-Fâsî 2000: 2/201; el-Fâsî 2001: 335; Ezrakî: 2/168; Fehd, 2005: 2/108-109; İbn Kesîr, 1997: 9/39; Zehebî, 1993: 5/342).
Zilhicce ayının sekizinci günü olan pazartesi sabahı, sabah namazından önce gece karanlığında çiselemeye başlayan yağmur, kısa süre içinde insanın önünü görmesini engelleyecek şiddette yağmaya başlamış, hacılar yağmurdan korunmak amacıyla evlerin saçaklarının altına sığınmışlardır. Özellikle Mekke’nin yukarı kısmında etkili olan yağış nedeniyle sel suları Mekke’nin bu kısmından Mekke vadisine doğru hızla akmaya başlamış, hacılar başta olmak üzere pek çok insan ve hayvan sele kapılmıştır. Develer, üzerindeki binicileri ve yükleriyle birlikte sel sularıyla sürüklenmiş, Hacerü’l-Esved’e kadar yükselen sel suları Kâbe’nin içine kadar girmiştir. Vadinin üzerinde bulunan evler sel sularının etkisiyle yıkılmış ve yıkıntılar altında kalan birçok insan hayatını kaybetmiştir. Selden kurtulmayı başarabilenler ise Mekke’nin etrafındaki dağlara sığınarak hayatta kalmışlardır. Sel suları önüne gelen her şeyi sürüklediği için bu sel felaketine Cuhâf Seli denilmiştir (Belâzürî, 1988: 61; el-Fâsî, 2001: 335; et-Taberî, 1986: 3/616; Ezrakî: 2/168; Fehd, 2005: 2/108-109; İbn Kesîr, 1997: 9/ 39; İbn Tagrıberdi: 1/200; Yakubî, 2010: 2/272; Zehebî, 1993: 5/342).
FELAKET SONRASI YAPILAN ÇALIŞMALAR
Halife Abdülmelik b. Mervan, Cuhâf Seli’nden haberdar olunca bundan çok etkilendi. Mekke’de bulunan insanların yaralarını sarmak ve maddi kayıplarını karşılamak için çok miktarda malı selden zarar görenlere dağıtması için Mekke valisi Abdullah b. Süfyan el-Mahzumi’ye göndermiştir. Halife ayrıca Mekke valisine gönderdiği mallarla birlikte Mekke’de yapılmasını istediklerini içeren bir mektup da yollamıştı. Halife, Mekke vadisi boyunca uzanan evlerden selden yıkılanların yeniden inşasını, zarar görenlerin ise onarılmasını emretmekteydi. Halife ayrıca bundan sonra Kâbe ile vadideki evlerin sellerden zarar görmesini engellemek için sokakların başına ve Kâbe’nin önüne setler yapılmasını da istemekteydi. Ayrıca set yapımına yardımcı olması için bu işten anlayan bir Hıristiyan ustayı Mekke’ye gönderdi. Bu Hıristiyan usta duvarların örülmesini ve Beni Cümâh Seddi diye bilinen Benî Kurad Seddi ile Mekke’nin aşağı tarafındaki setlerin yapımını gerçekleştirdi (Belâzürî, 1988: 61; el-Fâsî, 2000: 2/201; Fehd, 2005: 2/109).
TOPLUMUN ACIYI YAŞAMA BİÇİMLERİ
Cuhâf Seli o dönem Arap toplumunu derinden etkilemiş ve hakkında pek çok şiir yazılmasına sebep olmuştur. O şiirlerden birinde Abdullâh b. Ebî Ammâre şöyle demektedir “Görmedin gözümü pazartesi gününden daha mahzun ve ağlamaklı, gizlenenler koşarak çıktıklarında dağa birbirlerini desteklediler sırtlarından.” (Ezrakî: 2/168; Belâzürî, 1988: 61). Fâkıhî, (1993: 3/83), Cuhaf Seliyle ilgili olarak eserinde Halid b. Ebu Osman el-Basri’den şöyle bir olay nakletmektedir: “Mekke’de olduğum bir gün Kâbe yakınlarındayken bir kişi Kâbe’yi tavaf ediyordu. Aniden sel geldi ve o adamı alarak götürdü. Ben onun şöyle dediğini duyuyordum “Ya Rab, eğer gelen bu bela ki onu gönderende sensin, eğer benim bağışlanmama sebep olacaksa beni alsın götürsün.” ve sel adamı alıp götürdü. Aynı zamanda bir kadınla çocuğu da selin alıp götürdüğünü gördüm. Kadın sudan kurtulsun diye çocuğu başının üzerine kaldırdı. Yardım istemek için “Kim bu çocuğu kurtarır?” diye bağırıp yardım istiyordu. Ancak sel o kadar şiddetliydi ki anne ve çocuğun her ikisi de alıp götürdü.”
Benî Kurad Seddi’nin yapımından sonra bir şairin söylediği şu dize, Cuhâf Seli’nin toplum üzerindeki etkisinin devam ettiğini göstermesi bakımından kayda değerdir “Benî Kurad Seddi yanından geçtiğimde, gözyaşlarımın bir kısmını tutacağım, bir kısmını ise akıtacağım.” (Belâzürî, 1988: 61; Ezrakî: 2/169)
Yukarıda bahsettiğimiz sel felaketlerinin dışında İslam tarihinin muhtelif zamanlarında çeşitli bölgelerde şiddetli depremler olmuş, büyük can ve mal kayıpları yaşanmıştır.
Örneğin 94/713 tarihinde Antakya’da büyük bir deprem olmuş ve deprem neticesinde Antakya’nın tamamı yıkılmıştır.
247/861 senesinin Nisan ayında Bağdat’ta deprem olmuş, bir yıl öncesinde 246/860 tarihinde de Mağrib bölgesinde bir deprem vuku bulmuş, pek çok kale, ev ve köprü yıkılmış dönemin halifesi Mütevekkil zarar gören evler için üç milyon dirhem bütçe ayrılmasını emretmiştir.
Yine 249/863 senesinin Zilhicce ayında Rey şehrinde çok sayıda insanın vefat etmesine sebep olan büyük bir deprem meydana gelmiş, çok fazla ev yıkılırken, sağ kalan insanlar da şehri terk etmişlerdir.
288/901’de Dübeyl’de gece yarısı olan depremde enkazların altından 150 bin kişinin cansız bedenine ulaşılmıştır. 434/1042 senesinde Tebriz şiddetli bir deprem ile sarsılmış ve Tebriz Kalesi, evleri ve çarşıları yıkılmıştır. Bu deprem yaklaşık 50 bin, bir başka rivayete göre ise 100 bin kişinin canına mal olmuştur. 460/1068 tarihinde Filistin’de gerçekleşen depremde Remle halkından 15 bin kişi hayatını kaybetmiş, Medine’yi de sarsan deprem Mescid-i Nebi’nin iki şerefesinin yıkılmasına sebep olmuştur. İslam tarihi kaynaklarında burada zikrettiklerimiz dışında son derece şiddetli ve yıkıcı daha pek çok deprem hadisesinden söz edilmektedir.
Yaşanan tüm bu afetlerin olumsuz sonuçlarının yanı sıra sebep olduğu ölüm korkusu sebebiyle, insanların Allah’a sığınarak kötülük ve günahlara tövbe etmesi ve kendilerini ibadete daha çok vermesi gibi olumlu sonuçları da olmuştur.
ACININ MUALLİMLİĞİ
İnsanoğlunun maruz kaldığı imtihanlar çeşit çeşittir. Bu imtihanlar kimi zaman bireysel, kimi zamanda kitleseldir. Her bireysel imtihanda, kitlesel imtihan vardır diyemeyiz ama her kitlesel imtihanda, bireysel imtihan vardır. Herkesin acıyı yaşama, yorumlama biçimi farklıdır. Kimisi acıdan ders alırken, kimisi acıyı verene isyan eder. Kimisi suçlu ararken, kimisi kendisiyle hesaplaşır. Bazen hayatın imtihansız, dümdüz, sorunsuz olması gerektiği fikri, bize daha cazip gelse de yüce Rabbimizin Mülk sûresinin ikinci âyetinde “Davranış olarak hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için hem ölümü hem hayatı icat eden O’dur. O Azîz’dir ve Gafûr’dur.” dediğini hatırlamalı ve dünyada işlerin bu şekilde yürüdüğünü kendimize sık sık telkin etmeliyiz. İslam tarihinde yaşanmış felaketlerin karşısında “neden bizim başımıza bunlar geliyor?” sorgulamasının yanı sıra, aynı acıların yaşanmaması adına tedbirler alındığını görüyoruz. İnsanoğlu keşkeleri ve pişmanlıkları ile meşhurdur. Keşke dememek adına tedbirlerimizi almalı ve var olmanın yasasına karşı gelmemeliyiz…