Kıymetli dostlar!
Birey, toplum ve insanlık olarak oldukça ağır imtihanlarla yüzleştiğimiz şu günlerde yeni sayımız ile karşınızda olabilmeyi bizlere nasip eden Rabbimiz’e hamd, her zamankinden daha çok rehberliğine muhtaç olduğumuz Resûl-i Ekrem Efendimize de salât u selâm olsun…
Bu sayımızda dosya konusu olarak “Tarihten insana, insandan tarihe” mottosuyla “Tarih” gibi son derece büyük ve ağır bir kavramı çeşitli yönleriyle ele almaya çalıştık.
Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerim’de “sünnetullah” (Nisâ 4/25-26; Ahzâb 33/37-38) şeklinde yeralan bir terim ve İslâm alimlerinin bu terim üzerinden hareketle tanımladıkları bir de “adetullah” kavramı vardır. Her ne kadar bazı yerlerde birbirleri yerine kullanıldıkları görülse de adetullah tabiata, sünnetullah ise tarihe işaret etmektedir. Bu iki kavramın kullanıldığı yerlerde her zaman bir kural, nizam ve tertibin kaçınılmazlığına vurgu yapılmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse nasıl ki her canlının doğumu, gelişimi ve ölümü biyolojik olarak (tabiat/adetullah gereği) bir kaçınılmazlık ise, aynı şekilde bir toplumun, halkların, milletlerin oluşumu, gelişimi, çöküşü ve yıkılışı da kaçınılmazdır ve bunlar da bir takım ilâhî kurallara yani sünnetullaha tabidir. Tarih diye isimlendirdiğimiz ve hakkında geniş bir insanlık müktesebatının olduğu olgu da esasında bu sünnetullahın işleyiş sürecinden başka bir şey de değildir.
İslâm âlemi/toplumu her zamankinden daha çok bugünlerde tekrardan tarihiyle yüzleşmek, hesaplaşmak, onunla hasbihal etmek zaruretindedir. Zira hem dünyada hem ülkemizde son yıllarda -yaşanan buhranlara bir çözüm arayışından mıdır, yoksa kendini avutmak/uyutmak bağlamında bir kaçış için midir? orasını net olmamakla birlikte- tarihe karşı ciddi bir ilginin ve yönelişin olduğunu görmekteyiz. Ancak bu yönelimde maalesef ifrat ve tefrit söylemlerinin daha yoğun görünürde olduğu da başka bir gerçeklilik olarak karışımızda durmaktadır. Bir tarafta “şanlı!”, diğer tarafta “kanlı!” söylemler, övenler ve sövenler… İtidalî yaklaşım yok değil elbet lakin yeterli değil. Yeterli olmadığını da tarihten ibret almadığımız ve benzer yanlışları hâlâ sürdürmekte olduğumuzdan çıkarabiliriz.
İşte bu sayımızda bir nebze olsun tarihe itidalli yaklaşım nasıl olur/olmalı? Tefekkür ve ibret nazarıyla tarihi okumanın imkanları nelerdir?.. gibi bir takım sorulara kıymetli yazarlarımızın birbirinden değerli yorumları üzerinden cevaplar bulamaya çalıştık.
Bu sayımıza verdiği röportajlar ile katkı sağlayan değerli hocalarımız Şaban Teoman Duralı, Alev Erkilet ve İmadüddin Halil’e; meselenin farklı yönlerini çeşitli açılardan ele alan kıymetli yazarlarımız Abdulaziz Tantik, Adnan Karakaş, Ahmet Mercan, Bünyamin Yılmaz, Ergün Yıldırım, Hüseyin Gökalp, İbrahim Barca, İlyas Çelebi, Kasım Küçükalp, Mahmut Karakış, Mehmet Gündüz, Mehmet Kalaycı, Muhammed Emin Yıldırım, Ömer Çelik, Recep Şentürk, Rıza Korkmazgöz, Tahsin Görgün, Yusuf Özcan, Zafer Söğüt ve Zikri Yavuz’a; her sayıda bizleri yalnız bırakmayan disiplin yazarlarımız Abdulhamit Güler, Bahriye Kaman, Mikail Çolak ve Nejdet Subaşı’ya; genç kalemlerimiz Beyza Almatopu, Edanur Arıcı, M. Cahit Şahinler, Miraç Okutan, Rümeysa Döğer ve Zeynep Çetintaş’a bu sayıya özel olarak düşünülen “ünlü tarihçiler”, “tarihî şehirler” ve her sayımızda yer vermeye çalıştığımız “kıssadan hisse” ve “kitap tanıtım” bölümlerini hazırlayan genç kardeşlerimize de teşekkürlerimizi sunarız.
Gelecek yeni sayılarda sağlık, sıhhat ve afiyet içerisinde buluşma duası ve temennisiyle.
Selam ve dua ile…