أَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإِنَّهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Allahümmağfir likavmî feinnehum la ya’lemûn
“Allahlım! (İnkâr eden) şu kavmimi bağışla. Çünkü onlar (beni ve gerçekten hakikati) bilmiyorlar.”[1]
Abdullah b. Mes’ûd
Bize bu duayı nakleden sahabi Abdullah b. Mes’ûd’dur. İlk Müslümanlardandır, kendisi 6. Müslümanolduğunu dile getirir. Aşere-i mübeşşere’den biridir. İslamiyet’e girmeden önce çobanlık yapardı, Müslüman olduktan sonra kendini dine ve Resulullah’a hizmete adadı. Mekke’de diğer Müslümanlarla beraber o da müşriklerin işkencelerine maruz kaldı. Abdullah b. Mes’ûd, Kâbe’de Hz. Peygamber’den sonra açık olarak Kur’ân okuyan ilk kişidir. Bundan dolayı da müşriklerin saldırısına maruz kalmış ve ağır yaralanmıştır. Medine’ye hicret başladığında da ilk hicret eden kimselerdendir. Resûlullah (sas) onu Medine’de Muâz b. Cebel’le kardeş kıldı. İbn Mes’ûd, Peygamberle beraber bütün savaşlara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda yaralı olarak bulduğu Ebû Cehil’i öldürmüş, bu yüzden Resûlullah kendisine hayır duada bulunmuştur. Kendisi Peygamber ailesinden sanılacak kadar Resûlullah’a yakındı, ona her daim hizmet ederdi. Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir döneminde, ridde olaylarında Medine’yi müdafaa için kalmış; Hz. Ömer döneminde Kûfe kadılığı ve Beytülmâl idaresiyle görevlendirildi. Kûfeliler, Şamlılar’a daha çok hediye verildiğini o zaman halife olan Hz. Ömer’e şikâyet edince, Hz. Ömer, İbnMes’ûd’uKûfe’de görevlendirerek onları daha çokşereflendirdiğini söylemiştir. Hz. Osman döneminde bir müddet bu görevde kaldıktan sonra Medine’ye geri çağrıldı. Medine’ye dönüşünden bir müddet sonra hastalanıp hicrî 32 yılında vefat etti, Baki’ mezarlığına defnedildi. İbn Mes’ûd, Kûfe’deki görevi yanında kurduğu ilim meclisleri sayesinde, Kûfe’de tefsir ekolünün ve fıkıh mezhebinin oluşmasında öncülük etmiştir.[2]
Uhud Savaşı
Hicretin 3. Yılında, Mekkelilerin oluşturduğu 3.000 kişilik ordu, Bedir’in intikamını Müslümanlardan almak için Medine’ye doğru yola çıktı. Bunun haber Resûlullah’a gelir gelmez, ashâbıyla istişare etti. Hz. Peygamber (sas) Medine’yi müdafaa etmek istediyse de Bedir Savaşı’na katılamayan gençlerin ve savaş isteyen mücahitler ısrarları ve çokluğundan dolayı Müşrikleri Medine dışında karşılama ve onlarla savaşma kararı alındı. Daha sonra 1000 kişilik İslam ordusu Uhud’a doğru yola çıktı. Resûlullah, karargâhını kurdu, Abdullah b. Cübeyr komutasındaki okçular birliğini de müşriklerin Müslümanların arkasından saldırmaması için Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdi. Savaşın başında müşrikler hezimete uğradı, Müslümanlar da onları kovalarken, Ayneyn Tepesi’ndeki okçuların çoğu yerlerini terk ettiler. Bunu fırsat bilen ve henüz o zamanlar İslam’la şereflenmeyen Hâlid b. Velid süvarileriyle birlikte Müslümanları arkadan çevirdi. Kaçan müşrikler de bunu görüp geri döndüler böylece Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar. Müslümanlar çok ağır kayıplar verdiler, Hz. Peygamberyaralandı ve yüzü kanadı. Bundan dolayı Uhud Dağı’nda bir yarığa sığınmak durumunda kaldı.[3] Bu duayı Efendimiz, işte böyle zor ve çetin bir durumda yapmıştır.
“Allah’ım Kavmime Mağfiret Et!”
Resûlullah bu zor durumdayken, kendinden önceki bir peygamberin durumunu aktarır bizlere. Bu peygamber, kavmine yaptığı tebliğden dolayı kavmi tarafından işkence edilmiş bir peygamberdir. Kavmi onun tebliğine kulak asmamış, bununla da kalmayarak onu yaralamışlardır. Ancak yine de o peygamber kavmine beddua etmek yerine, bir yandan yüzündeki kanları silerken bir yandan da “Allah’ım kavmime mağfiret et! Çünkü onlar bilmiyorlar.” demektedir. Bu peygamberin Hz. Nuh (a.s) olduğu söylenmiştir. Hz. Peygamber (sas) de tebliğ ettiği kavmi tarafından, Uhud Savaşı’nda benzer bir muameleye tabi tutulmuş, dağdaki bir yarığa sığınmış ve ardından bu peygamberi hatırlamıştır. Resûlullah’ın bu peygamberi hatırlaması ve sonrasında ettiği duayı söylemesi bize aynı duayı kendi kavmine de yaptığını gösterir.
Duada geçen mağfiret; bağışlamak, affetmek manalarına gelir. Resûlullah’ın kavmine mağfiret dilemesi de onların, tebliğine kulak verip uymak yerine, kendisine bu işleri reva görmesinden dolayıdır. Efendimiz, bu yaptıkları yüzünden, helak olmalarını istememiş, aksine onların bağışlanmalarını, Allah’ın onlara mağfiret etmesini dilemiştir. Bunu da kendisini bilmemelerine bağlamıştır. Evet, müşrikler Peygamber’i bilmiyordu. Yalnız bu bilmemek isim veya cisim olarak değildi. Bu bilmeyiş, Resûlullah’ın hak peygamber olarak Allah tarafından gönderildiğini bilmeyişti. Bu yüzden onlar Efendimiz’e Mekke dönemi boyunca inanmamışlar, Uhud’da da onu yaralamışlardı. Belki de bu duanın bir neticesi olacak ki Müslümanların Uhud’da yenilmesine sebep olan Hâlid b. Velid, müşriklerin o zaman başında bulunan Ebû Süfyan, Ebu Cehil’in oğlu olan İkrime ve orada bulunan diğer müşrikler sonradan İslam’la şereflenmişlerdi. Eğer Resûlullah (sas) onların helâkını dileseydi elbette onlar müşrik olarak ölecekler ve ebedî olarak cehenneme gideceklerdi.
Alemlere rahmet
Efendimiz rahmet peygamberidir. Önceki sayılarda ele aldığımız Tâif’te yapmış olduğu duada da burada incelemeye çalıştığımız duada da bu durum aşikâr olarak görülmektedir. O, kendisini taşlayan Tâif halkına da Uhud’da kendisini yaralayan kavmine de asla beddua etmemiştir.Aksine kendisini yaralayan kavmininbağışlanmasını rabbinden talep etmiştir. Resûlullah yapmış olduğu duanın neticesini de sonradan görmüştür. Bize düşen de etrafımızda olumsuz, kötü davranışlar içerisinde bulunan kimselere karşı onları kınamak, onlara beddua etmek yerine böyle kimseler için Allah’tan mağfiret dilemek ve onların hidayete ermesi için rabbimize dua etmektir. Resûlullah’ıkendisine rehber edinen bir Müslümanın da bundan başka bir şey yapması düşünülemez.
[1] Buhari, “Enbiya”, 54; Müslim, “Cihat”, 1792.
[2]Cerrahoğlu, İsmail, “Abdullah b. Mes’ûd”, DİA, I,114-117.
[3]Demircan, Adnan,Siyer, s. 377-379.