Eğitim kavramı, insanoğlunun gelişim sürecinin kavramsallaşması ve bir sisteme sokulması ile alakalı olsa gerek. Yoksa eğitim dediğimiz şey insan var olduğu zamandan beri devam eden bir olgu. Hz. Âdem ile Hz Havva’nın eğitmeni Allah idi. Habil ile Kabil’in yaşadıkları ciddi bir tecrübe ve eğitim süreci idi. İnsanoğlunun ilk ve son eğitmenini Allah olarak belirtip beşerî yaklaşıma geçebiliriz.
İnsanın muhatap olduğu en ciddi set ve çözüm yolu doğaydı. Hem sorun hem çözüm… Tam da eğitim meselesine bakmamız gereken görüş açısı…
Teknolojinin gelişimi insanın ve doğanın (özellikle hayvanların) taklidi ile mümkün oldu. Sonra insanoğlu doğaya hükmetmeye çalıştı. Eğitmenine kafa tuttu yani. Aynı zamanda sorun olarak gördüğünden, hep bir yanında bulunan kibrinin yönlendirmesiyle doğa artık bir rakip ve mücadele alanı oldu.
Doğaya karşı girişilen mücadele kazananın her zaman doğa olacak olması, insanın yenilmeye doymayan pehlivan gerçekliği ve zamanın devingen döngüsünde her vaktin söylediği şeyler oldu, oluyor, olacak. Haliyle, insanoğlunun eğitim olgusu ile münasebetine bakarken bu zemini diri tutmamız gerekecek.
Sanatın, insanoğlunun gelişiminde, eşyayı yorumlamasında, kendini arayış serüveninde hayati rolü var. Kültür dediğimiz birikimin de insanın tecrübesi ve insanlar arası etkileşimin sonucu olduğunu da düşündüğümüzde eğitim kavramının önemli bir kolunun sanat olduğunu söylemek de şaşırtıcı olmaz. Bu aşamada elbette eğitim kavramının içini nasıl doldurduğumuz ehemmiyet kazanıyor. Sadece kurumsal şemanın, müfredat mevcudunun ve dört duvar arasının eğitime mekân ve çerçeve olamayacağın bilmeliyiz. İletişim ve etkileşimin olduğu her türlü somut durum eğitim kapsamına girer. Ailede başlayan, sosyal çevrede devam eden, devlet eliyle kurumsallaşan eğitim, insanın ruhsal ve duygusal gelişiminin oluşmasına, davranışının şekillenmesine kapı aralar. Kapının aralanması sonucun oluşması manasına gelmiyor. Tam da burada şahsın iradesi devreye giriyor. Eğitim denilen bütüncül sürecin her aşamasının sonucu kişinin vereceği kararlar ve sonuç olarak göreceğimiz davranışlarla belirleniyor.
Sanatın eğitim noktasındaki kişisel ve toplumsal etkisini zamanın ruhu ile birlikte ele almak lazım geliyor. Zira her dönemin etki alanı ve yöntemi farklılaşıyor. Yani daha çok insana ulaşan, ulaşımı kolaylaştıran, ulaşılan insanda daha somut sonuçlar alan araçlar güncelleniyor. Zamanın ruhu ve bunun araçları…
Sinema, sanatın günümüzde en etkili dallarından ve kitleleri etkileyen en ciddi kollarından biri. En zor üretilen ve ulaşımı da en zor olan sanatlardan olan sinema, buna rağmen en etkili olma iddiasını sürdürüyor. Teknolojinin gelişmesi ve dijital mecraların varlığı sinemanın etki alanını da güncelliyor, elbet. Eskiden sadece sinema salonunda izlenebilen filmlere artık bilgisayar, tablet ve hatta telefondan ulaşılabiliyor. Fakat teknoloji kolaylaştırsa da film üretimi hâlâ çok pahalı ve geniş ekip isteyen bir alan.
Sinemanın eğitim hususundaki etkisine gelecek olursak…
Öncelikle filmler, izleyici nazarında bir gerçeklik oluşturur. Her filmin iddiası ve savı vardır. En alaycı filmin bile derdi vardır. Hikâye etmek, bir iddia ortaya koymaktır. Mesela “Sadece hayatını yaşa!” demek en büyük iddialardan biridir. Özellikle ticari sinemanın modern söyleminin bu olduğunu düşünürsek, filmlerin en ciddi kanaat belirtme alanı ve eğitim mecrası olduğunu dile getirmek abartmak olmaz.
Tarih filmleri, tarih yazımı yapmaktadır. “Bu filmde tarihî şahsiyetlerden esinlenilmiştir” demek tarih yazıcılığını yok etmez. Bu sadece sorumluluktan kaçmak demektir. Oysa epik bir filmi izleyen seyirci, beyazperdede karşısına çıkan her türlü bilgiyi gerçek olarak alır. Sinema üreticisinin özgünlük ve kurmaca özgürlüğü için kendine sağladığı alan ve bunun konforu da durumu değiştirmez. Haliyle sinemanın çok ciddi tarih yazımı alanı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Benzer şekilde güncel meseleler hakkında çekilen filmler de gerçeklik oluşturur ve izleyiciye bir sav sunar. Cevapların net olmaması, cevabın olmadığı anlamına gelmez. İzlerin ne kadar belirgin olduğu üreticinin yönteminin sonucudur. “Bu, böyledir.” demekle “Bu, böyle olabilir.” demek ya da “Bu, nasıl olabilir?” demek arasında şeklen ciddi fark görünse de bu sadece yöntemi belirler. Sonuçta her filmin bir cümlesi vardır ve bu da kanaat belirtmektir.