İnsan, fıtratı itibariyle düalist/ikili bir yapıya sahiptir. Bir başka ifade ile insanın fıtrî yapısında hem sevgi, şefkat, merhamet gibi olumlu hem de kin, nefret, haset gibi olumsuz duygular mevcuttur. Bu fıtrî yapıyı psikoloji içgüdü, duygular, yeti ve kabiliyet gibi kavramlarla ifade eder; insanı motive eden ve eylemlere sevk eden etkenler olarak tanımlar. Böyle bir fıtri yapıya sahip olan insan, olumlu ya da olumsuz duygularından hangisi daha etkin ve baskın olursa onun etkisinde kalır. Fıtrî yapısından kaynaklanan bu psikolojik etkenleri insan, şayet aklı, iradesi ve vicdanı ile kontrol etmez ya da edemez ise, arzu edilmeyen olumsuz davranışlarda bulunur. Bu nedenle trafikte kaza yapmamak için trafik kuralları nasıl gerekli ise, insanın da duygularını kontrol etmesi için de bazı kurallara ve ilkelere ihtiyacı vardır. Zira kontrolsüz duygu yıkıcı olmakta hem bireye hem de topluma zarar verebilmektedir. Eğitim, işte bunun için gereklidir.
Duygularımızı kontrol etme görevi, akıl, irade ve vicdana aittir. Ne var ki akıl, bilgi olmadıkça fonksiyonel olamamakta, işlevsel olabilmesi için mutlaka bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu bilginin, doğru ve sağlam olması; doğru davranışlar için gerekli, hatta zorunludur. Bu nedenle insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve belli kurallara bağlayan ana etken de dinî ve kültürel değerlerdir. Zira insanlar, içinde yaşadıkları toplumun kültürel ve dinî değerlerinin etkisi altındadırlar. Kimi az, kimi çok ama herkes tıpkı kışın soğuktan, yazın sıcaktan etkilendiği gibi, bu kültürel ve dinî değerlerden etkilenir ve etkileniş oranlarına ve yoğunluğuna göre de tutum ve davranışlarını belirler.
Bu nedenledir ki bir inanç objesi ve norm koyucu olarak Kur’ân; bir bilgi objesi ve form koyucu olarak sünnet ve toplum tarafından üretilen kültürel değerler, örf ve adetler, Müslümanların sosyal hayatlarını etkileyen faktörler arasında en önde gelenleridir. Bu ana faktörler, Müslümanlara ailesi başta olmak üzere komşularına, iş arkadaşlarına ve ilişkide bulunduğu bütün sosyal çevresine karşı tutum ve davranışlarında uygulamaları gereken kural ve ilkeleri sunarlar ve onlardan bu kural ve ilkelere uygun davranışlarda bulunmalarını ister. Nitekim Kur’ân, insanların geçici bir süre için yaşadığı bu dünya hayatının, sadece oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, aynı zamanda en güzel işlerin yapıldığı bir imtihan yeri; kendisinden nasip alınacak fakat ahiret için de hazırlık yapılacak bir zaman dilimi olduğunu beyan eder. Bunu elde edebilmesi için de Müslümanlardan, hayatını sıradan, rastgele yaşamamasını; önerdiği değer ölçütlerine, ilke ve kurallara göre Hz. Peygamber’in hayatını örnek alarak yaşamasını ister.
Böyle bir hayatın yaşanabilmesi için de Müslümanların, Kur’ân’la olan ilişkisini şekil boyutundan kurtarıp, Hz. Peygamberle başlayan ve sahâbe ile devam eden dönemlerde olduğu gibi, Kur’ân’ı sürekli okuyarak bilgi elde etmesi ve elde ettiği bilgileri de hayatına taşıması gerekir. Zira okuyarak ve anlayarak kendisinden istifade edilmeyen Kur’ân, içi bal dolu bir kavanozu dışından yalamaya benzer. Kavanozun kapağını açıp içindeki balı tatmadıkça, bal yenmiş olunamayacağı gibi; Kur’ân da bizzat Müslüman tarafından okunup anlaşılmadıkça, onun vermek istediği mesaj da hayata yeterince yansıtılmış olmaz. Zira içselleştirilmemiş ve bilinç haline dönüştürülmemiş bilgilerin hayata yansıtılması, oran itibariyle çok düşük seviyelerde kalır.