Menü
Cuma Karan
Cuma Karan
“Ey İman Edenler! İman Ediniz…” Emri ve Müslümanlığımız
Ocak 28, 2025
Yazarın Tüm Yazıları

İman ile amel arasındaki irtibatın nasıl kurulmasını belirlemede anahtar rol oynayan başlıkta yer alan bu ve benzeri âyetler köklü değişim ve dönüşümünü insanın öncelikle kendisinde başlamasına vurgu yapmıştır. Zira iyi anlamda bir değişim ve dönüşüm yaşamayan biri, kendisi problem olduğundan herhangi bir problemi çözmesi de beklenemez. İman edenlere tekrar iman ediniz emriyle vurgu yapması, inanıyorsanız Allah’ın emirlerine itaat edin ve ona göre bir hayat yaşamaya dair bir teşviktir. Bu emri içselleştirmeyen ve dili ile kalbini bu emir üzerinde birleştirmeyenler o emri icra etmekte de başarılı olamazlar. Bundandır ki Allah, “Emrolunduğun gibi dost doğru ol” (Hûd, 11/112) emriyle değişim ve dönüşümün ilk sırasına İslâm’ın baş mübelliği ve ilâhî vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber’i koymuştur. Hz. Peygamber (sas) ise bu emrin ağırlığını ve taşıdığı sorumluğu iliklerine kadar hissetmiş ve bu emri içeren sûre için de “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı, belimi büktü.” demiştir. Bu durum Hz. Peygamber’e ağır bir sorumluluk yüklerken, düşmanlarına da iyice düşünmeleri için büyük bir ders vermiştir. Hz. Âişe’nin tespitiyle “yürüyen bir Kur’ân” olan Hz. Peygamber’in İslâm ile uyumlu olan yaşantısı Mekkeli müşriklerin onu itibarsızlaştırma konusunda işlerini zorlaştırmıştır. Zira “Muhammedü’l Emin” sıfatı bizzat kendilerince Hz. Peygamber’e verilmiştir.

Hz. Peygamber’in, İslâm devletinin ilk hazırlık aşaması olan Birinci Akabe biatında Medineli Müslümanlardan kesin sözler aldığını, bu alınan sözler üzerinde bizim de derin bir şekilde düşünmemiz gerekir. Hangi sözleri almıştı Medinelilerden? Biz Müslümanların bugün derin bir şekilde üzerinde düşünmemizi gerektiren şeylerdir. Peki, Hz. Peygamber ne istemişti Medinelilerden;

“Hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına” dair biat almıştır. (İbn Hişam, 1/483)

Ayrıca Kur’ân’ı hayata aktaran Hz. Peygamber’in yaptığı değişim ve dönüşümün özetini Ca’fer b. Ebû Tâlib’in Habeşistan kralı Necâşî Ashama ile yaptığı görüşmede görülmektedir:

“Ey Hükümdar! Biz cahiliye karanlıkları içinde yüzen bir kavimdik. Putlara tapar, ölü hayvan eti yer, günah işlerdik. Akrabalarla ilişkiyi keser, komşulara kötü davranırdık. Aramızda güçlü olanlar zayıfları ezerdi. Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir elçi gönderinceye kadar bu şekilde yaşamaya devam ettik. Allah’ın elçisi, bizi Allah’ı birlemeye, O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarımızın O’nun dışında ibadet ettiğimiz putları ve taşları terk etmeye davet etti. Bize doğru söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, akrabaları ziyaret etmeyi, komşulara iyi davranmayı; haramlardan sakınmayı ve insanları öldürmemeyi emretti. Bize kötü ve günah fiiller işlemeyi, kötü söz söylemeyi, yetimlerin malını yemeyi, iffetli kadına iftira etmeyi yasakladı. Allah’a ibadet etmeyi ve O’na herhangi bir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi ve oruç tutmayı emretti. Onu tasdik ettik, ona inandık ve Allah’tan getirdiği mesajlar doğrultusunda ona uyduk. Böylece sadece Allah’a ibadet ettik ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. Bize haram kıldığını haram, helal kıldığını helal kabul ettik. Yüce Allah’a ibadetten ayrılıp eskisi gibi putlara tapmamız ve daha önce helal gördüğümüz kötülükleri helal görmemiz için kavmimiz bize düşmanlık yaptı. Bizi işkencelere maruz bıraktılar ve dinimizi terk etmemiz hususunda baskı yaptılar. Mekkeliler bize zulmedince ve baskılarını artırıp dinimizi yaşamamıza izin vermeyince senin memleketine geldik. Birçok hükümdar arasından seni seçtik ve sana komşu olmayı tercih ettik. Senin yanında zulme uğramayacağımızı umarak geldik ey hükümdar!” (Geniş bilgi için bkz. https://www.siyerdergisi.com/cafer-b-ebu-talib/  )

Hz. Peygamber’in insanlığa tebliğ ettiği İslâm ile bunun karşısında konumlanan cahiliyenin özetlendiği yukarıdaki mesajlar ışığında Müslümanlığımızı gözden geçirmek gerekiyor. Müslümanlar olarak bugün İslâm’ı yansıtıyor muyuz yoksa yanlışlıklarımızla O’nu gölgeleyip lekeliyor muyuz? Biz ve toplumun ıslahında problem olan ilâhî buyruk mu yoksa ona muhatap olduğunu söyleyen biz Müslümanların yaşadığı İslâm mı?

Nitekim bu durum Medine’de İslâm’ın ilk yıllarında Allah tarafından Nisa Sûresi’nde şöyle dile getirilmiştir:

“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nisâ, 4/136) Âyette geçen; “Ey iman edenler” ifadesindeki muhatap kitlenin kim olduğu konusunda farklı rivayetler vardır. Başta Razi olmak üzere bazı müfessirler “Ehl-i Kitabı” kastettiğini söylese de Zemahşeri gibi diğer müfessirler burada muhatabın “Müslümanlar” olduğunu söyleyerek bu ifadenin çeşitli manalara gelme ihtimali üzerinde genişçe durmuşlardır. Buna göre;

“Ey geçmişin herhangi bir zaman diliminde iman edenler, şimdi, şu anda da iman edin[1]” imanınızda sebat edin ya da ey dilleriyle iman edenler, kalplerinizle de iman edin şeklinde anlaşılmıştır.

Ayrıca ey henüz peygamber olarak gönderilmeden önce Muhammed (sas) iman edenler, peygamber olarak gönderildikten sonra da ona iman edin! Çünkü Cahiliye Arapları bi’setten önce kendisine (dürüstlüğü ve faziletine) inanıyorlardı. Hitabın münafıklara olduğu da söylenmiştir, adeta şöyle buyrulmaktadır: Ey iman etmiş gibi görünenler! Samimi olarak iman ediniz.[2]

“Ey iman edenler!” Hitabı Müslümanlaradır, âminû” (İman edin) ifadesi, imanda sebat edin, ona devam edin ve onu arttırın anlamındadır. Bunlar dışında şu anlamlara da gelmesi muhtemeldir:

  1. a) “Ey taklîd yoluyla iman edenler, istidlâl ve tahkik yoluyla iman edin…”
  2. b) “Ey mücmel istidlallerle iman edenler, tafsilatlı istidlallerle de iman edin…’
  3. c) “Ey tafsilî delillerle Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman edenler, Allah’ın azametinin künhüne aklınızın ulaşamayacağına iman ediniz. [3]

Hz. Peygamber’in 23 yıllık nübüvveti döneminde yaşadığı İslâm ve Kur’ân’ın yukarıda yer verdiğimiz rivayetleri gereği iman noktasında Müslümanlığımızı ciddi bir şekilde gözden geçirmek gerekir. “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin” nebevî emri gereği kendimizi ve Müslümanlığımız noktasında birey, toplum ve ümmet olarak bir muhasebeye tabi tutmamız lazım. Zira bir daha peygamber ve yeni âyetler gelmeyecektir. Bu noktada şu soruları kendimize sorup onlara samimi bir şekilde cevap bulmaya çalışalım:

Gerçekten İslâm’la barışık mıyız?

İslâm’ın ahlak ve ahkâmını gerçekten içselleştirmiş miyiz?

Said Nursi’nin bundan 110 sene önce Şam’da irad ettiği Hutbe-i Şamiye’deki şu tespiti hayatımızın neresinde? “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.”

Hz. Peygamber’e inen İslâm ile bizim yaşadığımız İslâm birbiriyle uyumlu mu? Yoksa farklı İslâmlarımız mı var ve bu farkın farkında mıyız?

Sahabenin İslâm algısı ve yaşadığı İslâm ile bizimki aynı mı?

Zahiren İslâm’ın yeryüzüne hâkim olmasını istiyoruz ama nefsimize de hâkim olmasını içten talep ediyor muyuz? Öyle ise bu husustaki çabalarımız nelerdir? İslâm davası hayatımızda kaçıncı sırada? Mesela kendimizi şu âyette muhatap görüyor muyuz?

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez” (Tevbe, 9/24)

Bu konuda gerçekten çabalıyor muyuz yoksa çabalıyor gibi mi gözüküyoruz?

İç dünyamız ile dış dünyamız bir bütün olarak İslâm’ı gösteriyor mu?

Yaşamadığımız veya yaşamaktan aciz olduğumuz bir dini başkalarından yaşamasını beklemek ne kadar tutarlı biraz da ayıp olmaz mı?

Hz. Peygamber ümmeti ilâhî ahlâk ilkeleri üzerine inşa etti. İç dünyasında bu ahlâk esaslarını kaybeden biri dışarda münafık davranmaktan kendini zor kurtarır. Onun için İslâm tarihinde Müslümanların ikinci büyük savaşı olan Uhud Savaşı ile ilgili doğrudan Müslümanların inanç ve ahlâk boyutuna işaret eden 90’dan fazla âyet vardır. Kur’ân bu âyetlerde Uhud’daki Müslümanların kaybının sebebini kendilerinden aranması gerektiğini âyet âyet sıralıyor.

Yazımızın başlığı olan “Ey iman edenler iman ediniz…” gibi âyetlerin ehli kitaba bakan yönlerini başka çalışmalara bırakıp bize bakan yönlerini ve bunlarla amel durumumuzu sorgulamakta fayda vardır. Zira sorgulamanın olmadığı yerde herhangi bir düzelme de olmaz.

Her gün en az kırk defa okuduğumuz Fatiha suresindeki “ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.” Bu kadar tekrara rağmen gerçekten kulluğumuz ve yardım talebimiz sadece Allah’a mıdır? “Bize gelen iyilikler Allah’tan kötülükler nefislerimizden olduğu halde” (Nisâ, 4/79) hiç nefsimizi sorguluyor muyuz? “Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Ra’d, 13/11) ilâhî kaideye göre kendimizi değiştirmeyi hiç düşündük mü?

Said Nursi’nin Muhâkemat eserindeki şu ifadeleri sanki hala geçerliliğini koruyor, ne dersiniz?

“İslâmiyet’in mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeble İslâmiyet’in hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyâtı usulüne ve hikâyâtı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir. Öyleyse, ey ihvan-ı müslimîn! Geliniz, ona tarziye vereceğiz. Elbirliğiyle dest-i sadakati uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine sarılacağız.”

Geçmişimizle yüzleşmek, hatalarımızı kabul edip tövbe etmek ne büyük bir erdemdir. “Her insan hata eder, hata edenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.” (Tirmizi, “Kıyame”, 49) Nebevi ifadeye göre gerçekten tövbe ile aramız nasıl? “Allah çok tövbe edenleri sevdiği” (Bakara, 2/222) ifadesine göre ne kadar seviliyoruz? “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez” (Lokmân, 31/18) ilahi emre göre yürüyüş ve bakışımız nasıldır? “Ey iman edenler Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun” (Al-i İmrân, 3/102) emri mucibince Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda ne durumdayız? “Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar.” (Ahzab, 33/39) ilkesine rağmen bugünkü korkularımız kime karşı? Nelerden ve kimlerden korkuyoruz? Hâlbuki Allah müminleri anlatırken “Onlar yalnızca Allah’a güvenirler.” (Bakara, 2/249) buyurmuyor mu?

“Hani Rabb’iniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir! diye bildirmişti.” (İbrahim 14/7) Acaba bugünkü ekonomik yaşantımız ile bu ilâhî emir arasında bir bağ kuruyor muyuz? “Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olanlar işte bunlardır.” (Hucurat, 49/15) Mallarımız ve canlarımızla cihadımız ne durumda? Bu konuda içimiz dışımız bir mi gerçekten? “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe iyiliğe asla erişemezsiniz.” (Al-i İmrân, 3/92) ilkesine göre sevdiklerimiz ile infakımız arasında durum nedir?

Dünyevi menfaatlerimize çalıştığımız kadar Allah’ın dinini tebliğ etmeye çalışıyor muyuz? “Çeşitli biçimlerde insanları Allah’ın dinine davet ederler. (Nûh, 71/5-9) emrine kendimizi dahil ediyor muyuz? Üzerimize farz olan tebliğ vazifesi “Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış.” (Nahl, 16/125) yöntemine uygun mu? Buğz ve kinimiz neye göredir? Dostluk ve düşmanlık kriterlerimiz nelerdir? “Şüphe yok ki şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin.” (Fatır 35/6) Gerçek düşman ile “Müminler müminlerin dostudur (Tevbe, 9/71) ifadesi ile belirlenen düşmanı düşman ve dostu da dost olarak belirledik mi? Kalbimiz ve amellerimiz kimden yana?

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa!” (İbrahim, 14/170). Sahi yaşantımız atalarımızın yaşantısına mı yakın yoksa Kur’ân’ın belirlediği ölçülere, örnekliğe mi daha yakın? Atalarımızın kutsalı ile dinin kutsalı arasında hangisine daha yakınız? Dini çizgilerimiz ile milli çizgilerimiz noktasında nerede duruyoruz? Hayatımızda dinin izleri mi baskın milli çizgiler mi? Nefsimize zor gelse de soralım; önceliklerimiz dinî mi, milli mi? Hz. İbrahim’in şu tevhidi haykırışı bizde ne kadar ma’kes buluyor? “De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabb’i olan Allah içindir.” (En’am, 6/162) Buna göre uğrunda yaşadığımız ve ölmeyi göze aldığımız değer(lerimiz) nedir?

Şu müjdeye ne dersiniz? “Sahte tanrılara kulluk etmekten kaçınan, yüzünü ve özünü Allah’a çevirenlere müjdeler olsun! Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte Allah’ın doğru yolu buldurduğu kimseler onlardır, asıl akıl iz‘an sahipleri de onlardır.” (Zümer, 39/18)

Müslümanların yaşadığı coğrafyayı emniyet yurduna dönüştürememek iman ile eman açısından bir çelişki değil mi? Müslümanlık iddiamızla emniyet vermeyen yaşantımızdaki uçurumun farkında mıyız? Bu anlamda; “Ey iman edenler, iman ediniz” emri ne kadar da bize hitap ediyor değil mi?

Hayatımızı; kanaat denilen bitmez tükenmez hazineyle doldurmamız gerekirken israfın alevleri arasında kül olmuş viranelere döndürdüğümüzün farkında mıyız? Zira “saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabb’ine karşı çok nankördür.” (İsra, 17/27) Hz. Peygamber’in şu ifadesiyle evimize bakmaya ne dersiniz? “Bir yatak erkeğin, bir yatak ailesinin, bir yatak misafirlerin, dördüncüsü ise şeytanındır.” (Müslim, “Libas”, 41) Bu hadise göre evimizin sahibi kim? İsraf ve Şeytan ile nasıl kuşatıldığımızın farkında mıyız? Şeytanın kuşattığı bir evde huzur olur mu?

Pek çok ayet ve hadise rağmen İslâm’ın Müslümanla yaşadığı bu “krizi” kim çözecek? Bu çözüm konusunda hiç mi sorumluluğumuz yok? Siyasi, dini ve ekonomik her problemin sebebi olarak İslâm düşmanlarını öne sürdüğümüz gibi yine topu taca atıp sorumluluğu “düşmanlarımıza” mı yıkacağız? Sahi ne zaman Müslümanca bir özeleştiri yapıp özümüze döneceğiz? Acaba ölmeden önce bu mümkün mü? Ne dersiniz? O halde gelin yeniden “Ey İman edenler İman ediniz” emrine kulak verip gereğini yapalım.

Vesselam…

 

 

[1]  Semerkandi şöyle der: “Çünkü imanın her an yenilenmesi gerekir” (Semerkandi, Şerhu’t Te’vilat, vr. 197a).

[2]  Zemahşeri, 2/296 (Hûd, 11/112. Ayetin Tefsiri Bölümü)

[3]  el-Mâtürîdî es-Semerkandî Te’vilatu’l-Kura’an Tercümesi, (ö. 333 / 944), çev. S. Kemal Sandıkçı,  edit: Yusuf Şevki Yavuz, (İstanbul, 2019), 4/77.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Psiko-Sosyal Açıdan Güvenin Yitimi...
Ferhat Kardaş
Meçhulden Maluma Bir Sefer: “Öz”ün Muhasebesi...
Muhammed Ali Alioğlu
Teknolojinin Bilinen ve Bilinmeyen Karanlık Yüzü...
Sadi Özgül
Müslüman Toplumlarda Eleştiri ve Öz Eleştiri İhtiy...
Mahmut Hakkı Akın
İktidar Müslümanlığı Gölge Yanıyla Yüzleşmeden…...
Nihal Bengisu Karaca
RÖPÖRTAJLAR
“Reform edilmesi gereken bir şey varsa o da modern...
Recep Şentürk
Öz eleştiri, varlığımızı geleceğe taşıma konusunda...
Temel Hazıroğlu
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Sinema Sanat Olmasaydı, Çoktan Bitmişti......
Abdülhamit Güler
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Ya Hanzala Münafık Olmuş Olsaydı?...
Rumeysa Döğer
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x