Psikoloji deyince insanın aklına ilk gelen kaygı ve depresyondur. Depresyon ve kaygı için en yaygın bilinen ve en çok kullanılan psikoloji terimi diyebiliriz. Depresyon kayıp duygusuyla birlikte gelir. Kişi kaybettiği bir şeyin üzerine sahip olduğu her şeyi kaybettiğini hisseder. Aslında kaybettiği şey tüm anlamları yüklediği tek şeydir. Dolayısıyla kişi anlam kaybı yaşamaktadır. Anlamını kaybeden insan bu hayatın yaşamaya değer olmadığını düşünmeye başlar. Çünkü bu kaybettiği şeyle birlikte hayatının anlamını kaybetmiştir. Kendini ne yerde ne gökte olarak tarif eder. Sanki artık yersiz yurtsuz kalmıştır. Hiçbir yere sığmayan yalnızca ruhu değil artık bedeni de bir yerde duramıyordur. Kendini bir yere konumlandıramayan kişi köklerinden ayrılmış bir ağaç misali ayakta durmakta zorlanıyor, sadece yatıyor ve kendini uykuya veriyordur. Hiçbir işin ucundan tutamayan depresyondaki kişi her geçen gün yaşam enerjisini kaybederek adeta hayattan çekiliyordur. Ne ölebiliyor ne de yaşayabiliyordur. Ne bu dünyaya ait ne öteki dünyaya, onun tek isteği geldiği yere geri dönmektir. O bu dünyaya uyum sağlayamamış ya da bu dünyaya alışamamış bu dünyayı sevmemiş belki de pek beğenmemiştir.
Bütün psikopatolojilerin altında yatan sebep uyumdur. Bu dünyaya bedenen uyum sağlayabilen bu dünyada yaşamaya devam ederken bu dünyaya bedenen uyum sağlayamayan bu dünyada yaşamaya devam edemeyip ölür. Psikolojik olarak bu dünyaya uyum sağlayan bu dünyanın insanı olmayı kabul eder ve bu dünyanın tadını çıkarır. Bu dünyanın tadını çıkarmak; yiyip içip gezmek demek değildir. Bu dünyanın tadını çıkarmak bu dünyaya ait olan ne varsa onu yaşamaya gönüllü olmak demektir. İyisiyle kötüsüyle acısıyla tatlısıyla yaşarken her anında hayat dolu olmak yaşamın her anını hissederek yaşarken akışta olmaktan şikâyet etmeden yaşamak demektir. Aslında her ne yaşanırsa yaşansın ‘vardır bir hikmeti’ diyerek devam etmektir.
Peki bu nasıl mümkün olabilir? İnsan akışta yaşarken hiç üzülmeyecek ağlamayacakmış, diye düşünür. Halbuki akışta dert de vardır keder de hüzün de vardır neşe de… Ağlamak da gülmek de insan içindir. Ağladıkça da güldükçe de insan oluruz. Her ağlamada daha insan her gülmede biraz daha insan oluruz. Derdin de neşenin de içinde kaybolmadan yaşamak gerekir. Depresyon derdin kederin içinde kaybolmak ve yok olmayı dilemektir. Bütün bu süreci yönetebilmek için duygulara akıl karıştırmak gerekir. Akıl anlam vermeye yarar. İnsan duygusuyla yaşar aklıyla bu yaşama anlam verir. Yaşadıklarına anlam verebilmek için bir ara verip geriye çekilmek kendine ve yaşadıklarına biraz da olsa dışarıdan bakmak gerekir.
Yaşadıklarına anlam vermek için kendine biraz dışarıdan bakamayan insan, yaşadığı olaylar beklediği sonuçları doğurmayınca yaşamdan kopar. Yaşamdan kopmak köklerinden ayrılmakla aynı anlama gelir. Biraz yakından baktığınızda köklerinden kopmaya yatkınlığın sebebine ulaşırsınız. Kişi aslında hiç köklenmemiş, köklerine bağlanmamış, aidiyet kurmamış olup bununla birlikte “miş” gibi yapmıştır. Köklerine bağlanmadığı halde “miş” gibi yapan insan rüzgarın şiddetinden bağımsız olarak ilk esinti de yıkılmıştır.
Psikoloji bilimi yakın zamanlarda bağlanmayı keşfetmiştir. İnsanın psikolojik sorunlarının altından bağlanma ve bağlanmaya bağlı problemler çıkmaktadır. Hatta her türlü psikolojik sorunun üstesinden gelmek için en önemli özellik aidiyet duygusu olarak tespit edilmiştir. İnsan aidiyet duyuyorsa yani bağlanabiliyorsa her türlü sorunun üstesinden gelebilmektedir.
Psikoloji söz konusu olduğunda sağlıklı insanın tarifi yoktur. Psikoloji için sağlık, insanın başına gelen yaşam olaylarına karşı verdiği tepkiyle ölçülür. Yani dayanıklı insan vardır dayanıksız insan vardır. Yaşadığı olaylar karşısında yıkılan insan vardır. Yaşadığı olaylar karşısında çözüm odaklı tutum sergileyen insan vardır.
Kimler yaşadığı olaylar karşısında çözüm odaklı tavır alır? Yaşadığı olayın sorumluluğunu alan insan yaşadığı olayın çözümüne yönelik tutum ve tavır gösterecektir. Sorumluluk aidiyet sonucu alınır. Yaşadığı olayın sorumluluğunu üzerinde taşımayan insan çözüm için de başkalarından medet umacaktır. Kendi yaşamının sorumluluğu kendisinde olmadığı için kendi yaşadıklarını dışarıdan izlerken çözümü de bir başkasından bekleyecektir. İşte aidiyet kurmak bağlanmak insan hayatı için bu derece önemlidir.
Aidiyet, bağ kuramayan insan her an her yerde misafir, her an her yerde muhacir, her an her yerde göçmen, her an her yerde mülteci gibidir. Aidiyet kuramayan, bağlanamayan insanın ruhu göçebedir.
“Bu dünyaya bağlanıp ne yapacağız bağlanmayalım zaten!” diyenler olabilir. Psikoloji söz konusu olduğunda bağlanmak ve bağımlı olmak arasındaki fark sağlık ve hastalık arasındaki fark kadardır. Bağlanmak, bağlanabilmek sağlığı temsil ederken bağımlılık hastalığı temsil eder. Bağlanmak aidiyet kurmayı, sahip çıkmayı sorumluluk almayı ifade ederken, bağımlılık aidiyet kurmadan sorumluluk almadan tüm sorumluluğu bağımlı olduğu şeye vermek demektir. Bağımlı için yaşamın kaynağı bağımlı hissettiği o kişi ya da o şeydir. O yoksa bağımlı kişi de yoktur. Kendi varlığını hissetmek için bağımlı olduğu o şeye olan ihtiyacı hayati ölçüdedir. Kendi varlığının devamı başka bir şeye bağlı olan kişi için eylem henüz başlamamıştır. O sadece hayatın devamı için bağımlı olduğu şeyden fiziksel anlamda beslenmektedir. Bununla birlikte insanın bağlanması için bağımlı olması gerekir. Dünyaya geldiği anda onu dünyaya getiren kişiye bağımlı hale gelemeyen insanın bağlanma ihtimali de kalmamıştır. Çünkü hiç oluşmamıştır.
Dünyaya geldiği ilk iki yılı annesine bağımlı olarak geçirdikten sonra sağlıklı bir ayrışmayla bağımlılıktan bağlanma evresine geçemeyen insan, hayatının geri kalanında bu ruh haliyle yaşamaya devam etmek durumundadır. Gelişimin bağımlılık evresinde kalmış olan insan artık her yerde misafir hissederek ağırlanmayı beklerken aslında içinden geçen bakımının başkaları tarafından karşılanmaya devam etmesidir. O artık bu dünyada girdiği her ortamda aldığı her sorumlukta bakım bekleyen çocuk ruhunu alınganlık ve zarafetle örterek ağırlanmayı beklemektedir. O artık hayat boyu misafirdir. Bağımlı olduğu nesnesinden ruhen değil fiziki olarak ayrılmak durumunda kalmış olmanın bedelini bütün dünya ona birlikte ödemek zorundadır. O, bu dünyadan alacaklıdır. Adeta tahsilata çıkmış gibidir. Annesinin ödemediği bedelin faturasını bu dünyaya ödetmektedir.
Yerli misafirin ruhu tahsilata çıkmış dolaşırken gerçek bir muhacirle karşılaşmak onun canını sıkacaktır. Muhacir muhacire ensar olamayacak ve çatışma başlayacaktır. İki alacaklı hak iddia ederken tehcir edilen mültecinin acımasızlığı göze batacak ve sap saman birbirine karışacaktır.
Psikoloji davranış bilimidir. İnsan ruhu davranışları üzerinden değerlendirilir. Ensar için muhaciri ağırlamak belirli bir sürede gerçekleşeceği için keyifli bir hizmete dönüşebilir. Ev sahibi için misafiri ağırlamak da aynı şekilde haz verir. Sahip olduklarını bir müddet başkasıyla paylaşmak insan ruhuna iyi gelir. Misafirle neyi paylaşacağına ev sahibi karar verdiği sürece sorun çıkmaz. Fakat misafir, misafirliği uzattıkça ev sahibinin sahip olduklarından ve kendisine ikram ettiklerinden hak iddia etmeye başladığında ev sahibi kabul ettiği misafirden pişmanlıkla şikayetçi olabilir. İnsan sınır ister, başı sonu belli olan her şeye dayanma kapasitesine sahiptir. Ucu açık her şey belirsizlik demektir. İnsan bir tek belirsizliğe katlanamaz. Ne zaman biteceği belli olmayan misafirlik ev sahibi için önce sorumluluk sonra yük daha sonra eziyete dönüşebilir.
Kendini bu dünyadan alacaklı hisseden mülteci tehcirin, yurdundan yuvasından edilmenin bedelini kendisine kucak açan ev sahibine ödetmek ister. Çünkü onun muhatabı ona kucak açanlar olmuştur. Hazmedemediği kovulmanın ağırlığını bir yerlere bırakmak ister. O mağdur olmuştur. En önemlisi o mağduriyetin gücünü keşfetmekle kalmamış mağduriyetin gücünü kullanmaya çoktan başlamıştır. Bu dünyada hiçbir güç mağduriyetin gücüyle boy ölçüşemez. İşte, acırsan acınacak hale düşersin sözü buradan çıkmıştır.
Herkesin bir psikolojisi olduğuna göre mağdurun da bir psikolojisi vardır. Mağdur önce kendine acındırır sonra kendisine acıyan bu kimseyi acınacak duruma düşürür. Buna kurban tuzağı denir. Yurdundan yuvasından zorla koparılmış kendisine büyük haksızlık yapılmış olan kişi artık haksızlık yapmayı öğrenmiştir. Bana yapıldıysa ben de yapabilirim. Hatta bunu yapmak sadece benim hakkım diyecektir. Artık bütün haklar onun olmuştur. Çünkü o haksızlığa uğrama kotasını doldurmuştur. Kimsenin ona daha fazlasını yapmaması için onları yok etmesi gerekir. O artık bozmak dağıtmak yok etmek üzere bakacaktır. Onun aklı yakmaya yıkmaya çalışmayı öğrenmiştir. Çünkü yakmazsa yakarlar, bozmazsa bozarlar, dağıtmazsa dağıtırlar, kovmazsa kovarlar. Onun için dünya tanımı yapılmış ayrıntılar kaybolmuştur. O baktığı her yerde haksızlık görmekte ve kendini koruyamadığı o ilk haksızlığın bedelini ödetmektedir. O yapmazsa ona yapılacağına inanır. Bu inançla O artık bir hak iddiacısı, o artık bir alacaklı, o artık bir toplayıcıdır. O artık bir yalancı, o artık bir hırsız, o artık bir dolandırıcıdır. Ona sorarsanız hiçbirini kabul etmeyecek kendisinden alınanları almaya çıkan bir mağdur olduğunu iddia edecektir. Çünkü dünya ona borçludur. O da alacaklarını tahsilata çıkmış bir haksızlık mağdurudur.
Mağdur olarak çıktığı yolda bir zalim bir zorba olarak devam ettiğinin farkında değildir. Mağdur haksızlığa uğramıştır. Haksızlığa uğradığının ve haksızlık yapandan soramadığı hesabı kendisine yardım edenlerden sorduğunu fark ederse hak ve adalet peşine düşer ve avukat, hâkim, savcı olabilir. Kendisine yardım edenler gibi o da yardım etmek isterse doktor, hemşire olabilir. Farkındalık seviyesi ölçüsünce kendisini yardım kuruluşlarına vakfederek de devam edebilir. Farkındalık sonucu oluşan düşünsel eylemler mümkünken çok az mağdurun tercih edeceği meşakkatli emek ve sorumluluk gerektiren zorlu bir yolculuktur. Geri kalan çoğunluk için düşünmek ve sorumluluk almak oldukça zor olacağından kolayından mağdur psikolojisi içinde kaybolmak ve kurbanken zorbaya dönüşmek daha kolay ve daha mümkün olacaktır.