HADİSLERDE TARİH VE ZAMAN KAVRAMI
Mahmut Karakış
Kâinatın yaratıldığı günden itibaren her yerde muhteşem bir düzen oluşturulduğunu görüyoruz. Bir sistem içerisinde gezegenler, güneş, ay ve dünyamız düzenli olarak uzayda yolculuklarına devam ediyorlar. Güneşin, ayın ve dünyamızın konumu ve hareketi sebebiyle zaman denilen olgu meydana geliyor. Tüm mahlukat işte bu zaman olgusuna bağlı olarak hayatiyetlerini sürdürüyor. İnsan, hayvan ve bitkilerin yaşları da zamana göre belirleniyor. Kur’ân-ı Kerîm, zamanın hesaplanmasında güneş ve ayın rolünü şöyle belirtiyor: “Güneşi ışıklı, ayı da parlak yaratan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya birtakım duraklar belirleyen O’dur.”[1]
Zaman ve İnsan
İnsanın hayatında zamanın ne kadar önemli bir yer tuttuğunu hepimiz biliriz. Doğum, okula başlama, mezuniyet, askerlik, evlilik yıldönümleri ve daha nice yaşanmışlıkların zamanla ilgisi açıktır. Hicaz bölgesinde yaşayan Araplar, fuar ve hac gibi yıllık faaliyet ve etkinliklerini, kullandıkları takvime göre yapıyorlardı. Hatta bazen takvimin normal işleyişine müdahale bile ediyorlar, işlerine geldiği gibi ayları ileri alıyor ya da geri çekiyorlardı. Veda haccı sırasında Peygamber Efendimiz yaptığı konuşmada, günlerin, zamanın ilk yaratıldığı şekle döndüğünü belirterek senenin on iki ay olduğunu, bunlardan dördünün ise haram aylardan meydana geldiğini söylemiştir.[2]
Zaman algısının olduğu yerde geçmişten, şimdiki zamandan ve gelecekten söz edilir. Geçmiş, tarih olarak adlandırılır. Tarih, olumlu ya da olumsuz, yaşanmış olayların anlatıldığı bir alanın adıdır. Geçmişten günümüze yaşananların kayıtlarının tutulduğu bu alan her dönemde güncelliğini muhafaza etmeyi başarmıştır. Çok azı hariç, insanlar genellikle tarihe ilgi duymuşlardır. Bir çoğumuz dedelerimizin dizinin dibinde oturup geçmişe dair anlattıkları hatıraları zevkle dinlemişizdir.
İnsana ve kâinata ait bilgilerin tümünü bulabileceğimiz dini kaynaklarda gerek geçmişe gerekse geleceğe ait bilgiler epey yer tutmaktadır.
Kur’ân’da Geçmiş Zaman Bilgileri
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş toplumlara ait anlatımlar Kur’ân’ın yaklaşık yarısını oluşturur. Geçmişi konu edinen bu bilgiler birer tarihi vesika oluşturmak için değil, daha farklı nedenlerle Kur’ân’da zikredilmiştir.
Tarihi bilgilerin doğru şekilde aktarılması bu nedenlerin başında gelir. Ashab-ı Kehf’e dair anlatımlarla, Hz. Mûsâ ile Firavun arasında geçen olayların anlatımları buna örnek verilebilir. Gerek yaşadıkları şehrin hac merkezi olması, gerekse ticaret için Şam’a ve Yemen’e seyahatler gerçekleştirmeleri sebebiyle farklı din ve kültürden insanlarla muhatap olan Mekkeliler, bu iki olay hakkında bilgi sahibiydiler. Allah ilgili âyetlerde Hz. Peygamber’e bu olayların doğrusunu aktaracağını belirterek söze başlamaktadır.[3]
Güzel örnek sunma, Kur’ân’ın tarihi bilgileri aktarmasında bir başka neden olarak öne çıkmaktadır. Hz. Îsâ’nın annesi Meryem ile Hz. Mûsâ’nın Medyen suyunun başında karşılaştığı kız kardeşler Kur’ân’da birer iffet ve haya örneği olarak zikredilmiştir.[4]
Tarihi olaylardan ders çıkarmak da Kur’ân’ın tarihe ait bilgileri aktarımında bir başka neden olarak görülmektedir. Yûsuf sûresinin son âyetinde bu nedene işaret edilmiştir. “Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…”[5]
Hadislerde Geçmiş Zaman Anlatımı
Dini kaynakların ikincisi olan hadislerde de tarihi olaylardan örnekler bulunduğunu görmekteyiz. Peygamber Efendimiz zaman zaman sahâbeye geçmişte yaşanmış olayları anlatırdı. Sahâbe, Hz. Peygamber bize sabahlara kadar İsrailoğullarından kıssalar anlatırdı, derler.[6] Gerek hutbelerde gerekse karşılıklı konuşmalarda yaptığı bu anlatımlarla Resûlü Ekrem, tarihi birtakım şahsiyetler üzerinden dersler çıkarılmasını isterdi.
Nitekim Kur’ân’da ashab-ı uhdud diye bahsi geçen, ateş dolu çukurlarda yakılan müminlerin anlatımında,[7] Hz. Peygamber, sahâbeye ashab-ı uhdud’un imanına vesile olan gençten bahsetmiştir. Sarayda görevli olan sihirbazın yanına çırak olarak verilen bir genç, bazen yolunun üstünde bulunan kiliseye uğrar, oradaki rahipten Allah inancına dair bilgiler edinir. Saraya, sihirbazın yanına geldiğinde ise, rahipten duyduklarının tam tersini dinler. Bir gün insanların gelip geçtiği yolun üzerine bir yırtıcı hayvan oturduğunu, insanların geçmesini engellemekte olduğunu görür. Genç adam hayvana yaklaşır, sihirbaz ile rahipten hangisinin anlattıklarının doğru olduğunu anlamak için, eline aldığı taşı “Ey Allah’ım! Rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür.” diyerek hayvana fırlatır. Yırtıcı hayvan hemen oracıkta ölünce genç adam, rahibin anlattıklarının gerçek olduğuna kanaat getirir. Artık Allah’a tereddütsüz bir inançla inanmaktadır. İşte bundan sonra gencin imtihanı başlar. Halkına kendisini ilah olarak tanıtan dönemin kralı, genci bu inancından vazgeçirmeye çalışır. Buna muvaffak olamayınca onu öldürmeye kalkar. Birkaç yol dener ama genci öldüremez. Sonunda bu işi bitirmek için gencin teklifine kulak verir. Kral halkı bir meydana toplar, genci bir ağaca bağlar, gencin oklarından birini alır, “Şu gencin Rabbinin adıyla” diyerek oku fırlatır. Mümin genç oracıkta şehit olur ama bu olayı izleyen halk, gencin Rabbine iman ettiklerini ilan eder. Bu defa halkı imanlarından döndürmek için şehrin giriş çıkışlarına hendekler kazılmaya başlanır.[8]
Resûlullah’ın bu anlatımındaki imanlı genç, o gün için Resûlü Ekrem’in etrafında yer alan müminlere, sarsılmaz bir imana sahip olma yönünde güzel bir örneklik teşkil etmiştir.
Hadislerde zikredilen bir başka örnek ise mağara arkadaşlarına aittir. Peygamber Efendimiz, önceki dönemlerde yaşamış üç kişinin yolculuğunu anlatmıştır. Yolculuk esnasında üç arkadaş yağmurdan korunmak için bir mağaraya sığınırlar. Mağaranın ağzını tepeden yuvarlanan bir kayanın kapaması sonucu, orada mahsur kalırlar. Ne kadar uğraşsalar da kayayı yerinden oynatamayınca bu üç arkadaş, kendilerini bu durumdan kurtarması için Allah’a dua etmeye karar verirler. Her biri duasını, en değerli gördüğü amelini vesile kılarak yapacaktır. Birincisi, anne babasına yaptığı hizmeti, ikincisi, sırf Allah rızasını düşünerek nefsani arzularına uymamasını, üçüncüsü ise çalıştırdığı işçisine yaptığı iyiliği vesile kılarak dua eder ve kayanın açılması sonucu oradan kurtulurlar.[9]
Allah Resûlü bu anlatımla, halis niyetle yapılan iyiliklerin sıkıntılardan kurtulma sebebi olabileceğine dikkat çekmiştir. Bununla ashâb-ı kiram ahlâkî davranışlara teşvik edilmiştir.
Hz. Peygamber’in geçmiş toplumlardan yaptığı bir başka anlatım da yüz kişinin katili olmuş adamdır. Bu adam yüz kişiyi öldürmüş ama yaptıklarına pişmanlık duymaya başlamıştır. Tövbe etsem acaba affedilir miyim, diye bir bilgine sorar. O da Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini, günahın her türlüsünün Allah tarafından affedilebileceğini söyler ve ekler, bulunduğun çevreni değiştirmeli, iyi insanların arasına karışmalısın. Adam içten bir yakarışla tövbe eder ve çevresini değiştirmek üzere bulunduğu yerden uzaklaşır. Yolda ölür ve ruhu rahmet melekleri tarafından alınarak iyi ruhların yanına çıkartılır.[10]
Tarihte yaşanmış bu olayı aktarmak suretiyle Allah Resûlü şu mesajı vermek istemiştir: “Kişi ne kadar günahkâr olursa olsun, eğer yaptıklarına pişmanlık duymuş ve hatalarından kesin bir kararla dönmüşse affedilir.”
Kur’ân’da geçmişte yaşamış müminlerin çektiği eziyetler anlatıldığı gibi hadislerde de çekilen bu eziyetlere yer verilmiştir. Mekke günlerinde Müslümanların çektiği eziyetlerden bitap düşen ve bu durumdan bir çıkış yolu arayan sahabeden bazı kimseler, Hz. Peygamber’in yanına gelerek bu eziyetin ne zaman biteceğini sormuşlar. Peygamber Efendimiz, bu günlerin geçeceğini ve sıkıntıların yakında biteceğini söyledikten sonra geçmiş toplumlarda iman etmiş kimselerin etlerinin demir taraklarla kemiklerinden ayrıldığını, testerelerle vücutlarının ikiye bölündüğünü anlatmıştır.[11]
Resûlü Ekrem, işkencelere dayanma gücü kalmayan sahâbeye önce yakında bunlar bitecek, diyerek müjde veriyor ardından geçmiş dönemlerden aktardığı bu bilgiyle arkadaşlarına biraz daha sabretmelerini tavsiye ediyordu.
Hadislerde bunlara benzer daha birçok örnek bulunmaktadır. Bu durum bize dini kaynakların tarihle olan bağını göstermektedir. Böylece geçmişte yaşanan olumlu ya da olumsuz hadiseler üzerinden muhatabına farklı yönlerden mesajlar ulaştırma gayesini taşımaktadır. Bu sayede geçmişte yaşanmış olumsuzluklardan ibret alınarak aynı hatalara düşülmesi önlenecek, olumlu hadiselere dikkat çekilerek de bu tutum ve davranışlar teşvik edilmiş olacaktır.
[1] Yûnus 10/5.
[2] Buhârî, “Hac”, 132; Müslim, “Kasâme”, 29.
[3] “Biz sana onların başından geçenleri gerçeğe uygun olarak anlatıyoruz…” (Kehf 18/13). “İman eden bir topluluk için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını gerçek şekliyle sana anlatacağız.” (Kasas 28/3)
[4] Tahrîm 66/12; Kasas 28/23, 25.
[5] Yûsuf 12/111.
[6] Ebû Dâvûd, “İlim”, 11.
[7] Bkz.: Burûc Sûresi.
[8] Rivayetin tam metni için bkz. Müslim, “Zühd”, 73.
[9] Rivayetin tam metni için bkz.: Buhârî, “Büyû’”, 98; Enbiyâ 53/21; Müslim, “Zikir”, 100.
[10] Tam Metin için bkz.: Buhârî, “Enbiyâ”, 54; Müslim, “Tevbe”, 46.
[11] Rivayetin tam metni için bkz.: Buhârî, “Mekâkıb”, 25; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 97.