Menü
Rumeysa Döğer
Rumeysa Döğer
Haritasız Bombalar
Eylül 26, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Bir gece vakti evinin çatısı göçtü. O, artık bu diyardan göçtü. “Çökmek, yıkılmak” anlamına gelen kelimeyle, “gitmek” anlamına gelen kelimenin aynı harflerin yan yana gelmesiyle ifade edilmesi çok manidar değil mi? Göçmek… Bu manidarlık bize, evi dünyası başına göçenlerin evinden, diyarından göçmekten başka çaresi kalmadığını söylüyor sanki.

Bir Peygamber sünneti olan hicret, zaman zaman bir çoğumuzun hayatında görülür. Babası yakın zamanda vefat etmiş olan bir arkadaşım, “Artık Resûlullah (sas) ile ortak bir vasfım var.” diyerek şükretmişti. Buradan baktığımda göçenlerin, hicret edenlerin Resûlullah’a dertdaş olduklarını söylemek mümkün; ashâb ile aynı hüzne paydaş olduklarını da. Kimimiz ilim almak için, kimimiz rıza-i ilâhîye uygun yeni bir başlangıç yapmak için hicret hazırlıkları yaparız. Hatta kimimiz evlatlarını nereden geleceğini bilmedikleri haritasız bombalardan korumak için hicret ederler, göçerler diyarlarından. Memleketinden kopmak, ailenden kopmak, binbir zorlukla inşa ettiğin yuvandan kopmak, hem de geri döndüğünde hiçbirini bulamayacağını bilerek kopmak… Acının kokusu varmış! Şu satırları yazarken bir kez daha hissettim. Bir de korumak için kopmaktan başka çaren olmadığını bildiğin halde kopamamak, engellenmek hali var. Evladını, eşini geride bırakmak. Bu durum için “kopmak” kelimesini kullanırsak ifademiz kısır kalır. Bunun adına kanamak, yırtılmak denir, sökülmek kelimesi de uygun olabilir.

Eğer çok sağlam bir davan varsa ve en önemlisi bu davan insanların konfor minderlerini altlarından alacaksa, “Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur!” diyerek köleyle efendisini eşit sayacaksa, barındığın yerden göçmek zorunda kalacak olman gayet öngörülebilir bir durum haline gelir. Nitekim Asr-ı saâdet’te de olay aynen böyle gerçekleşir.

Adalet sistemini Mekke’ye getiren Önder (sas) ve ona inanan herkes göçmek zorunda kaldı diyarlarından. Herkes teker teker geride bıraktı evlerini, yurtlarını. Fakat bir hikâye var ki “göçememek” kelimesini anlatıyor. Göçmek, kopmaktır dedik ya hani, göçememek, gidemediğin her gün tekrar tekrar kanamaya, sökülmeye devam etmektir.

Bu hikâye Seleme ailesinin hikayesi. Zulümler katlanılmaz hale gelince herkes gibi onlar da Mekke’den Medine’ye hicret etme kararı almışlardı. Gidecekler, orada kendilerine yeni bir hayat kuracaklar ve kendi yaşam kaynakları olan dinlerini özgürce yaşayacaklardı. Gel gelelim zulüm onları hicret yolunda da bırakmamıştı.

Seleme ailesi hicret yolculuğuna iki oğullarıyla birlikte dört kişi çıkmışlardı. Ailenin babası Ebû Seleme hemen devesini hazırladı. Deveye eşini bindirip oğlu Seleme’yi de kucağına verdi. Devenin yularını çekerek yola koyuldular. Bu sırada Ümmü Seleme’nin mensubu olduğu Muğîreoğulları’nın erkekleri, onları böyle ailece yola çıkmış görünce, çıkıp önlerini kestiler. Öfkeli bir şekilde tehditler savurarak Ebû Seleme’ye çıkışmaya başladılar.

– Sen kendini elimizden kurtarmaya çalışıyorsun anladık ne buna bir diyeceğimiz ne de seninle bir işimiz var! Ama Ümmü Seleme’yi götüremezsin!

– Neden, Ümmü Seleme benim eşim değil mi?

– Ümmü Seleme her ne kadar senin eşin olsa da bizim kabilemizin kızıdır. Onu alıp bizden uzak bir yerlere götüremezsin!

Bu olayı duyan ve gören Ebû Seleme’nin akrabaları olan Abdulesedoğulları’nın erkekleri de koşarak olay yerine geldiler. Gelir gelmez hemen olaya müdahele ettiler.

– Ne oluyor burada? Neden ayırdınız bu aileyi?

– Biz kendi kabilemizden olan Ümmü Seleme’yi bir yere göndermeyiz!

– İyi ama Ümmü Seleme evli değil mi? Evli bir hanımı kocasından nasıl ayırırsınız?

– Ya kocası burada bizimle kalır ya da hanımını alırız elinden!

Bir anda iş çok büyümüştü. Öyle ki Ümmü Seleme’yi, kucağındaki çocukla birlikte zorla deveden indirip alıkoymuşlardı. Ebû Seleme işin çok daha çirkinleşeceğini anlayınca büyük oğlu Ömer’i yanına aldı ve eşine: “Biz gidelim, sen olayların biraz yatışmasını bekle sonra Seleme’yi de alıp gelirsin.” dedi ve o kavganın daha fazla büyümemesi adına gitmek zorunda kaldı. Ancak olaylar hiç durulmadı, bu sefer iki aile diğer torun Seleme’yi aralarında çekiştirmeye başladılar. Ebû Seleme’nin ailesi, “Seleme bizde kalacak” derken Ümmü Seleme’nin ailesi, “Yok, bizde kalacak” diyordu. İki aile çocukcağızı aralarında çekiştirip durdukları için küçük çocuğun kolu kırıldı. Nihayetinde Ümmü Seleme’yi kendi kabilesi, daha iki-üç yaşlarında olan Seleme’yi ise Abdulesedoğulları yanlarına aldılar. Anne ile yavrusunu birbirinden ayırdılar ve Ümmü Seleme’nin Medine’ye hicretini engellediler.

Ümmü Seleme ailesiyle hicret yurdunda yeni bir yuva inşa etmenin hayalleriyle hazırlığını yaparken bir anda yapayalnız kalmanın buzdan keskin soğukluğuyla kalakalmıştı. Ortaya kor ateşten bir lokma konmuş ve bu acı lokmayı bütün aile aynı anda yutmuştu. Bir yanda küçük evladını ve eşini geride bırakmak zorunda kalan Ebû Seleme’nin acısı ve sabrı, diğer yanda iki evladından ve eşinden ayrılmak zorunda kalan Ümmü Seleme’nin tevekkül dolu bekleyişi. Bir anne için daha büyük bir eziyet var mıdır? Sizce bu ayrılık hali ne kadar sürmüş olabilir? Bu hırsperest vicdanlar ne zaman yola gelmiş olabilir? Seleme ailesi boğazındaki bu kor ateşten lokmadan ne zaman kurtulmuş olabilir?

İnanması güç fakat bu ayrılık hali tam bir yıl sürmüş. Yapayalnız kalan Ümmü Seleme her sabah Mekke dışındaki Ebtah mevkine çıkar orada oturur akşama kadar ağlarmış. Bir yandan ağlar diğer yandan da yana yakıla dua edermiş.

Ümmü Seleme yine bir gün Ebtah’ta oturup gözyaşları içinde Rabbiyle konuşurken, amcaoğullarından Ahmed b. el-Muğîre oradan geçer. Ümmü Seleme’nin bu acıklı halini görünce şefkat damarları kabarır ve gidip kabilesiyle konuşmaya karar verir.

Kavmine yaptıkları zulmün artık haddini aştığını, Ümmü Seleme’yi serbest bırakmaları gerektiğini söyler. Onları ikna etmek zordur fakat o bunu başarır ve onlar Ümmü Seleme’nin yanına gelirler.

– Eğer hâlâ istiyorsan kocanın yanına gidebilirsin!

– İstiyorum elbet ama oğlumu almadan bir yere gidemem.

– Biz seni tutuklamıştık, şimdi serbest bırakıyoruz. Oğlun ise Abdulesedoğulları’nın elindedir. Biz ona karışamayız!

Muğîreoğulları’nın Ümmü Seleme’yi serbest bıraktıklarını gören Abdulesedoğulları da oğlunu getirip annesine teslim ederler. Izdırap dolu bir yılın ardından nihayet Ümmü Seleme evladının kokusunu yeniden doya doya içine çekmiştir. Artık onun için ikinci imtihan olan hicret yolculuğu başlamak üzeredir. Bir senedir bugünü bekleyen Ümmü Seleme hemen yol hazırlığını tamamlayıp oğlunu da kucağına alarak devesine biner. Bir yandan hicret etmek, diğer yandan da kocasına kavuşmak üzere Medine’ye doğru yola koyulur.

Onların tek başlarına yola çıktığını gören, daha o günlerde Müslüman olmamasına rağmen çok vicdanlı biri olan Osman b. Talha, Ümmü Seleme ve çocuğunu alıp eşine teslim etmek için Medine’ye götürür. Osman b. Talha, Kâbe’nin anahtarlarının sahibi idi. Bir insan sarrafı olan Efendimiz (sas), Osman’daki o cevheri keşfettiği için başta amcası Hz. Abbas olmak üzere niceleri o anahtarın peşinde iken Efendimiz (sas), Mekke’nin fetih günü o anahtarı yine Osman’a vermişti. Ümmü Seleme validemiz, Osman b. Talha’nın bu iyiliğini hiç unutmamış ve “Ben, Arap erkekleri içerisinde ondan daha nazik, ondan daha edepli, ondan daha iyiliksever birini görmedim.” diyerek ömrünün sonuna kadar onu hayırla anmıştı.

Görelim o günü, gelelim bugüne. Sizce bugün bizim yaşadığımız coğrafya üzerinde kaç tane Ümmü Seleme vardır? Aradan 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ etrafımız evladından ayrı kalmış Ümmü Selemeler ile doludur. Üstelik bu çağın Ümmü Selemelerinin birçoğu evlatlarına ancak ahiret yurdunda kavuşabileceklerdir. Çünkü evlatlarını onlardan alan eşinin akrabaları değil, haritası olmayan bombaların ta kendileridir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x