Hicret ifadesi Hz. Peygamber’in (sas) Mekke’den Medine’ye olan yolculuğunu tanımlayan neredeyse hususi bir kavramdır. Sonraları verasetü’l-enbiya kabul edilen âlimlerin de bir yerden bir yere taşınmaları, yolculuları ve ahiret yurduna intikalleri için de kullanılmıştır.
Hz. Peygamber’in (sas) asrında kendisinden önce ve sonra gerek nebilerin gerekse sıradan kişilerin mekânlarını, çevrelerini değiştirdiğinden söz etmek mümkündür. Göç etmek fiili bazen ihtiyari bazen de ıztırarı olmuştur. Evvelemirde başta Kur’ân olmak üzere muharref Tevrat ve İncil de nebilerin yolculuklarından uzun uzadıya bahseder. Hz. Musa’nın (as) kendisine inananlarla Nil nehrini yarıp geçmesi gibi olağanüstülüklerin yaşandığı hicret olgusu tabir yerindeyse Hz. Peygamber’in (sas) Mekke’den Medine’ye olan hicretiyle birlikte taçlanmaktadır. İsrâ ve Miraç gibi yolculukları yaşamış olan Nebi-i Muhterem’in Mekke’den Medine’ye olan destansı hicreti nice defalar farklı âlimler tarafından yazılmasına rağmen her defasında okurken yeniden insanı heyecanlandırmaktadır.
Dünya üzerinde pek çok savaşlar ve acılar yaşanmasına rağmen yeryüzü her zaman olduğundan fazla sayıda göç hareketlerine şahit olmaktadır. Çoğunluğu yoksul ülkeler olmak üzere açlık, susuzluk, kuraklık, iç çatışmalar nedeniyle milyonlarca insan yaşadıkları topraklardan çok uzaklara göç etmek durumunda kalmışlardır. Masum ve mağdurlardan binlercesi yollarda, kamplarda ve değişik nedenlerle hayatlarını kaybetmektedirler. Pek çoğu maalesef ne gidecekleri yere hicreti başarabiliyorlar ne de tekrar öz yurtlarına geri dönebilmektedirler.
Hz. Peygamber’in (sas) hicreti konusunda anlatılanların yanına farklı hicretleri de eklemek mümkündür. Allah Resûlü’nün Mekke’de İslâm’ı anlatması ve tebliğinin zorlaşması ve kendisine inananların zulüm ve işkence görmeleri üzerine ilk olarak Habeşistan’a hicrete izin verilmiştir. Bunun hemen öncesinde Müslümanlara yapılan eziyet, işkenceler zamanla artarak ashâbın tanınmışlarından olan Ammâr b. Yâsir’in annesi Sümeyye babası Yâsir’in ağır işkencelerle ölümüyle trajik bir noktaya ulaştı. Hayatın garip bir cilvesi olarak kaybolan kardeşlerini aramak üzere Yemen’den Mekke’ye kadar gelen Yasir b. Âmir, kendisine bir hami/kefil/koruyucu bularak Mekke’de kalmıştır. Hamisi de Müşriklerin elebaşı Ebû Cehil lakaplı Amr b. Abdüşşems’in amcası Ebû Huzeyfe b. Mugîre’dir. Yâsir hamisi Ebû Huzeyfe’nin yardımı ve izniyle Sümeyye ile evlenmiştir. Ammâr bu evlilikten dünyaya gelmiştir. Vefat tarihleri 615 olarak tespit edilen İslâm’ın ilk şehitleri olan Sümeyye ve Yâsir’in doğum tarihleri kesin bilinmemekle birlikte şehadetleri sırasında 35-40 yaşları arasında olmaları düşünülebilir. Ammar’ın İslâm oluşunda 14-15 yaşlarında bir genç olduğu varsayılırsa bu olasıdır.
İlk Müslümanların yaşadıkları zorluklar üzerine farklı arayışlar başladı. Onlara yapılanlara karşı fazla bir şey yapamamak Hz. Peygamber’e (sas) zor geliyordu. Mekke’den ulaşımı oldukça kolay olan Habeşistan’a hicret düşüncesi ortaya çıktı. İlk kafilede 12 erkek beş kadın yer almaktaydı. Habeşistan’a gidenler arasında Osman b. Affan ve eşi Rukiyye (Hz. Peygamber’in kızı), Cafer b. Ebû Talib ve eşi Esma bint Umeys, Zübeyr b. Avvâm, Hâlid b. Saîd ve eşi Ümeyme bint Hâlid, Abdullah b. Cahş, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Mus‘ab b. Umeyr ve Osman b. Maz’un bulunmaktaydı (İbn Hişâm, es-Sîre, 2/ 3-8). Mekke’den gizlice ayrılan Müslümanlar Şuaybe iskelesinde buldukları bir ticari gemiye binerek Habeşistan topraklarına geçtiler. (İbn Sa’d, Tabakât, 1/204). Habeşistan’ın seçiminde Mekke’ye yakınlığı olduğu kadar adil bir yöneticiye sahip olmaları önemli rol oynamıştır. Kendi dillerince hükümdar anlamına gelen Neçaşi diye isimlendirilen Ashame’nin idaresinden yerli yabancı herkes memnundu.
Habeşistan’a giden ilk kafilenin ardından ikinci kafileyle hicret edenlerin sayısı yetmişe ulaşmıştı. İbn İshak Habeşistan’a giden muhacir sayısını 108 olarak vermektedir (Bk. İbn İshak, es-Sîre, 210). Mekkelilerin giden kimseleri geri döndürmek amacıyla Neçaşi’ye gönderdiği elçiler de bir şey elde edemeden geri dönmek durumunda kalmışlardır. Mekkelilerin İslam olduklarına ve sosyal, iktisadi ve ekonomik boykotun kalktığına dair çıkarılan bir söylenti sonucunda aralarından 33 kişi 620 yılında geri dönmüşler, Mekke’ye yaklaştıklarında gerçeği öğrenmişlerse de akrabalarının, dostlarının himayesiyle ancak Mekke’ye girebilmişlerdir. Geri kalanlar da 628 yılında Neçaşi’nin yardımıyla ve kendi özgür iradeleriyle Medine’ye gelmişlerdir. Resûlullah’ın (sas) Hayber’in Fethi sırasında karşılaştığı ilk muhacir diyebileceğimiz Cafer b. Ebû Talib’e 13 yıl aradan sonra söylediği şu sözler çok anlamlıdır: “Şu iki olaydan hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Ca‘fer’in gelişine mi sevineyim?” buyurdular. Kendisine sarılarak alnından öpmüş ve Hayber ganimetinden ona ve yanında gelen on altı sahâbîye pay vermiştir (İbn Sa‘d, Tabakât, 4/34-35).
Asr-ı Saâdet dünyasından günümüze önemli mesajlar veren iki muhacirin hayatından bir iki hatıra üzerinden hicret olgusunu daha iyi anlayabiliriz. Bunlardan biri Suheyb-i Rûmî (ra), diğeri ise Hz. Ömer’dir (ra).
Suheyb-i Rûmî olarak da tanınan Süheyb b. Sinan b. Malik en-Nemrî, küçük yaşlarda Bizanslılara esir düştü. Rumlar onu Kelb kabilesine köle olarak sattı. Köle olarak da Mekke’ye getirilerek Abdullah b. Cüd’ân’a satıldı. Kısa bir süre sonra efendisi kendisini azat etti. O da Mekke’de kalmayı memleketine dönmeye tercih etti. Cahiliye Arapları arasında yaygın halîf yeminiyle efendisinin dostu, müttefiki oldu. Ticaretle uğraşmaya başladı. Resûlullah: “İslamiyet’te dört isim önde yer almaktadır. Bu isimlerden ben Arapların, Suheyb Rumların, Selman İranlıların, Bilal de Habeşlilerin ileri gelenidir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3/43). buyurmuşlardır. Kaynaklarda Suheyb, nur yüzlü, kızıla çalan saçlı, üstün zekâlı, hareketli ve yetenekli birisi olup ticari dehasıyla çok zengin olmuştu. Müslüman oluşu Mekke’de Hz. Peygamber’in (sas) ve Müslümanların ilk toplandıkları yer olan Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evinde Ammar b. Yasir’le birlikte olmuştur.
Suheyb de Müslüman olduktan sonra Bilal b. Rebah, Ammar b. Yasir, Habbab b. Eret pek çok eziyetler gördü. Özellikle koruyanı olmayanlar kölelerden Bilal, Übeyy b. Halef tarafından kavurucu güneşin altında üzerlerine ağır taşlar konuluyordu. Bu şekilde zor durumda kalanlara Medine’ye hicret edebilme izni verilmişti.
Suheyb (ra) de çektiği zorluklar ve eziyetlerden kurtulmak için hicret etmeye karar verdi. Uygun bir zamanı kollayarak Mekke’den gizlice Medine’ye doğru yol açıktı. Henüz Mekke’den çok uzaklaşmadı ki müşrikler kendisine yetişerek onu yolundan geri döndürmek Mekke’ye geri götürmek istediklerinden peşine adamlar saldılar. Kendisine yetişip yaklaşanlara Suheyb, “Ey Kureyşliler! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi ok atanlarınızdanım. Allah’a yemin olsun ki yaklaşacak olursanız yanımda ne kadar ok varsa onların her birini sizden birisine atar ve sizleri öldürürüm. Oklarım bitince de kılıcımı sarılır sizinle savaşırım. Oklarım bitinceye ve kılıcım kırılıncaya kadar bana yaklaşamazsınız.” diyerek bağırdı. Suheyb, gerçekten sözünün eri ve ne derse o dediğini yapacak donanıma sahipti. Ok atmaya hazırlanarak sadağından ok çıkararak yayına yerleştirdi. Uzaktan da müşrikler kendisine “Ey Suheyb, sen Mekke’ye fakir ve kimsesiz olarak gelmiştin. Mal ve mülk sahibi oldun. Şimdi bunları yanında götürecek ve canını da kurtaracaksın. Bu mümkün değil, buna müsaade etmeyiz.” dediler. Bunun üzerine Suheyb “Yanımda sahip olduğum malları size versem, beni serbest ve rahat bırakır mısınız?’’ dedi. Onlar da “Olur!”, dediler. Suheyb (ra) da yanında ne varsa sahip olduğu her şeyi vererek onlardan kurtuldu. Sanki hiçbir şey olmamış, malını mülkünü yitirmemişçesine yoluna devam ederek Medine’ye ulaştı. Kendisinden önce Medine’ye ulaşmış kutlu Nebi’ye kavuştu. Hz. Peygamber’e (sas) olup biteni harfiyyen anlatınca o da gülümseyerek kendisine: “Kârlı bir Alış-veriş yapmışsın ey Suheyb!, ticaretin çok kazançlı olmuş…” buyurdu. Arkasından da Suheyb’in bu davranışının Hak katında da makbul olduğuna işaret eden âyet-i kerimeyi kendisine okudu: “Fakat insanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızâsına nâil olmak için kendi nefsini(ve bütün malını O’nun yolunda) fedâ eder. Allah ise, kullar(ın)a karşı çok şefkatli olandır..” (Bakara, 2/207).
Hz. Ömer’in (ra) hicreti de bizlere epey mesaj veren bir hadisedir. Hz. Ali (ra) bu konuda şöyle bir hadiseyi bize nakletmektedir: “Muhâcirlerden hiçbir kimseyi tanımıyorum ki açıktan hicret etmiş olsun. Bunun tek istisnası Ömer b. Hattâb’tır. O hicret edeceğinde kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Ömer, Kâbe’yi yedi defa tavaf ettikten sonra onların yanına vardı ve ‘İşte ben de Medine’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa peşimden gelsin, şu vadinin arkasında karşıma çıksınlar!’ dedi. Fakat hiç kimse kendisinin peşinden gelmeyi cesaret edemedi.”
Hz Peygamber’in (sas) Medine’ye hicretinden çok önceleri Mekke yıllarında 615 yılında Habeşistan’a başlayan ilk hicret yani yer değiştirmeler, göçler ve yurdundan ayrılışlar Şanlı Nebi’nin Medine’ye hicretinden sonra da devam etmiştir. Burada üzerinde durulması gereken olgu, insanlardan bazılarının hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar hayatlarının bir döneminde isteyerek veya zoraki bir yer değiştirme imtihanına tabii oldukları görülmüştür. Neredeyse Mekke’nin fethine kadar süren bu hicretin sebepleri arasında inancını yaşayamamak, zorluklarla mücadele, işkence, baskı ve zulümler sayılabilir. Mekke’den Medine’ye hicret edenleri motive eden şeylerin başındaysa Hz. Peygamber’le beraber olabilmek ve inançlarını eksiksiz yaşayabilmekti.
Günümüz İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanlardan bazıları da 21. yüzyılda hâlâ baskı, zulüm ve işkencelere uğramaktadırlar. Bütün zorluklara rağmen hicret izni ve tercihi bu konuda Müslümanlara bir çıkış kurtuluş kapısı açmaktadır. Aslında maddi hicretle birlikte her an ruh dünyamızda yaşadığımız hercümerçleri aşmak ve insan-ı kâmil olma yolunda mesafe alabilmek adına kendimize, özümüze doğru Kur’ânî ve İslâmî değerlerle dönüş anlamında bireysel hicreti hepimiz gerçekleştirmek zorundayız. Dünyanın günbegün bizden uzaklaştığı ve ahiret yurdunun koşar adımlarla bize hızla yaklaştığı bu evrede yeniden silkinerek Kutlu Nebi’nin izinden yürümekten başka bir çarenin olmadığını da unutmamalıyız. Bu sayede hem kendimizi hem de derece derece yakınlarımızı, sevdiklerimizi, dindaşlarımızı, masum ve mazlumların gerçek kurtuluşuna vesile olmuş oluruz.