Menü
Muhammed Emin Yıldırım
Muhammed Emin Yıldırım
Hz. Dâvûd (as) Üzerinden İdarecilik ve Nebevî Siyaset
Mayıs 6, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

İslâm’ın aziz ve yüce peygamberlerinden biri de Hz. Dâvûd’dur. Hz. Dâvûd ve arkasından gelen oğlu Hz. Süleyman, peygamberler içerisinde çok farklı ve önemli alanlarda bize rehberlik yaparlar. Özellikle güç, galibiyet, mülk, iktidar, idarecilik ve siyaset noktasında başka peygamberlerde çokça görmediğimiz mesajları bize örnek ve model olarak yansıtırlar.
Hz. Dâvûd’a Ne Öğretildi?
Büyük müfessirimiz Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) meşhur tefsiri Mefâtîhu’l-Gayb’da Bakara sûresinin 31. âyetini tefsir ederken, “Allah yedi kimseye yedi şeyi öğretmiştir.” diye bir bahis açar ve orada 7 peygambere verilen 7 önemli nimeti bize aktarır.
Nedir bunlar?
1) Âdem’e, isimleri öğretti.
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا
“Ve Âdem’e, bütün isimleri öğretti.” [Bakara 2/31].
2) Hızır’a, feraseti öğretti.
وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْماً
“Ve ona, katımızdan bir ilim öğrettik.” [Kehf 18/65].
3) Yûsuf’a, rüya tabiri ilmini öğretti.
وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ
“Rabbim, bana ilim verdin ve bana, bu rüyaları/sözleri yorumlamayı öğrettin.” [Yûsuf 12/101].
4) Dâvûd’a, zırh yapma sanatını öğretti.
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ
“Ve biz ona, sizin için zırh yapmayı öğrettik.” [Enbiyâ 21/80].
5) Süleyman’a, kuşlarla konuşmayı öğretti.
يَٓايَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ
“Ey insanlar, bize kuşların konuşması/nutku öğretildi.” [Neml 27/16].
6) Îsâ’ya, Tevrat ve İncil’in ilmini öğretti.
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْجٖيلَۚ
“Ve ona, kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretir.” [Âl-i İmrân 3/48].
7) Muhammed’e, şeriatı ve tevhidi öğretti.
وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُؕ
“Allah, sana kitabı (Kur’ân’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir.” [Nisâ 4/113].
Fahreddin er-Râzî (rh) bunları belirttikten sonra der ki;
Hz. Âdem’in ilmi, ona secde ve tahiyyenin (selâmın) yapılmasına;
Hz. Hızır’ın ilmi, Mûsâ ve Yûşa gibi talebelerinin bulunmasına;
Hz. Yûsuf’un ilmi, ehlinin ve memleketinin bulunmasına;
Hz. Dâvûd’un ilmi, reislik ve üstün bir derecenin elde edilmesine;
Hz. Süleyman’ın ilmi, Belkıs’ın bulunup ona galib gelinmesine;
Hz. Îsâ’nın ilmi, annesinden töhmetin kalkmasına;
Hz. Muhammed’in ilmi de şefaatinin bulunmasına bir sebep olmuşlardır. [Mefâtîhu’l-Gayb, 2/281].
Fahreddin er-Râzî merhumun da belirtiği gibi Hz. Dâvûd’a öğretilen zırh yapma sanatı onun idarecilik, siyaset ve askerî yönlerinin olmasından dolayı idi. Zaten hatırlanacağı üzere Hz. Dâvûd’un tarih sahnesinde yerini alması, Tâlût-Câlût kıssası (Bakara 2/246-251) ile başlayacaktı.
Hz. Dâvûd, gencecik bir delikanlı iken zalim komutan Câlût’u öldürerek o savaşın en gözde insanı olacak sonra ona hem peygamberlik hem hükümdarlık verilecek ve böylece 40 yıl sürecek bir iktidar ve idarecilik süreci yaşayacaktı. Bu 40 yılın, ilk 7 yılında başkenti el-Halîl olan, kalan 33 yılında ise başkenti Kudüs olan bir Dâvûd Hükümranlığı dönemi yaşanacaktı. Şimdi biz, biraz olsun bu dönemin mesajları üzerinde duracağız ama öncesinde üç önemli örnek vermek istiyoruz.
Sahâbeden Üç Örnek
Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber’in (sas) mübarek ellerinde yetişen sahâbe, her şeyi ondan çok güzel öğrendikleri gibi siyaseti de öğrenmişlerdi. Sahâbenin idarecilik meselesine yaklaşımını göreceğimiz üç örneği burada hatırlamış olalım.
Birinci örneğimiz Hz. Ömer’den olacaktır. Hz. Ömer, yaralanıp yatağa düştüğünde o gün için hayatta olan birçok sahâbî efendimiz ona ya birini ya da oğlu Abdullah b. Ömer’i kendisinden sonra halife olarak atamalarını istediler. Her seferinde Hz. Ömer, bu isteklerini geri çevirdi. Israrlar çoğalınca Hz. Ömer, tarihe geçen o sözünü söyledi: “Bir evden bir kurban yeter!”
Hz. Ömer, yönetme işinin çok ciddi bir sorumluluk olduğunu anlamış biri olarak diyordu ki: “Eğer bu idarecilik işi, iftihar edilecek bir iştiyse ben onu yaptım. Yok bu iş, çok büyük bir sorumluluk ise -ki öyle- ben Adiyyoğulları adına bu vazifeyi yerine getirdim. Bundan dolayı bir evden bir kurban yeter!”
İkinci örneğimiz büyük sahâbî Ammâr b. Yâsir’den olacak… Ammâr b. Yâsir (ra) Kûfe valisiyken Hz. Ömer (ra) tarafından azledilir. Daha sonra kendisinin yanına gelen Ammâr b. Yâsir’e Hz. Ömer: “Seni azlettiğime kızmadın değil mi?” diye sorunca cevap şöyle olur: “Beni valiliğe atadığın zaman sevinmedim ki azlettiğinde üzüleyim.” [İbn Sa’d, Tabakât, 3/291].
Üçüncü ve son örneğimiz ise Selmân-ı Fârisî’den olacak… Selmân-ı Fârisî’ye, “Seni emirlikten nefret ettiren nedir?” diye soruldu. Cevap şöyle oldu: “Emilmesinin tatlılığı ve kesilmesinin acılığı!” [İbn Sa’d, Tabakât, 4/101].
Bu üç örnek de bizlere o kadar çok şey söyler ki… Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır, o da sahâbenin bu zihin yapısını inşa eden en önemli etken, Peygamberimiz’in (sas) daha önceki peygamberlerin kıssalarında verilen mesajları çok iyi anlaması ve talebeleri olan sahâbeye bunları çok iyi öğretmesi idi.
Daha Sonra Ne Oldu?
Nübüvvetin 3. yılının sonunda nazil olan Sâd sûresinde ya da nübüvvetin 11. yılında nazil olan Sebe sûresinde Hz. Dâvûd’un devlet yönetimi, yani siyaset ve idare meselesinin üzerinden mesajların ilk muhataplara verilmesi ve bunların Efendimiz (sas) ve sahâbe tarafından çok iyi kavranması, biraz önce okuduğumuz üç önemli örneğin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Maalesef üzülerek söyleyelim ki sonraları sahâbenin de en büyük imtihanı bu yönetim meselesi olmuş, nihayetinde Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında geçen Sıffîn savaşı ile bu alan başka bir sürece evrilmiştir. Sonrasında da hatırlanacağı üzere İmâmet/Hilafet terk edilmiş ve Efendimiz’den (sas) sonra o sistem sadece 30 yıl sürmüştür. Ondan sonra da saltanat süreci başlamıştır.
Emevîlerin zaman zaman iyi, zaman zaman kötü yönetimleri aşağı yukarı 90 yıl sürmüştü. Sonra da uzun soluklu bir Abbasîler dönemi başlamıştı. Sonra Memlükîler, Selçuklular, Osmanlı… O günden bugüne kadar da biz, bazı ara dönemler yaşasak da bir daha Asr-ı Saâdet gibi bir dönem yaşayamadık. Yaşayacak mıyız? Allah’ın izni ile yaşayacağız; bunu ise Efendimiz’in (sas) birçok beyanından zaten öğreniyoruz.
Ama burada mühim bir hususa dikkatleri çekmiş olalım; Mecelle’de önemli bir kaidemiz vardır. Nedir o kaide? “Ehvenü’ş-şerreyn ihtiyar olunur.” [Mecelle, 29. Madde].
Bu kaide ne anlama gelmektedir? Karşınızda iki tane, sadece iki tane seçenek var; zaten bir üçüncü seçenek varsa ve o iyi ise bu maddenin hiçbir geçerliliği olmaz. Dolayısı ile bu kaide, sadece iki kötü seçeneğe maruz bırakıldığınızda devreye girer. Dediğimiz gibi karşınızda iki kötü seçenek var ve siz bu iki kötüden birini seçmek durumundasınız; hangisini seçeceksiniz? Tabii ki size ve Müslümanlara en az zarar verenini yani iki kötüden biraz daha iyi olanı hangisi ise onu seçeceksiniz. Görüldüğü üzere Mecelle’nin bu kaidesi bize böyle bir imkân vermektedir. Ancak kaide bu kadardır. Sadece seçmek zorunda kalırsanız seçecek, sonra da o kötüyü savunmayacak, korumayacak, o kötüye kılıflar bulmayacaksınız. Daha da önemli bir nokta var; asla seçtiğinize razı olmayacak, asıl iyi olanı elde etmek için gayretlerinizi çoğaltacaksınız. Üzülerek belirtelim ki biz kötüyü seçmeyi, kötüye razı olmak şeklinde anladık. Kötüye razı olunca da bir türlü iyiyi, hayrı, asıl olması gerekeni yapamadık. Bu hakikatin tam olarak farkına varmazsak daha nice şerlere, hayır diye razı olacak ve her razı olduğumuz da bizim felaketimiz olacaktır.
Hz. Dâvûd’un (as) Devlet Modeli
Karşımızda bir peygamberin hükümran olduğu bir devlet modeli var. Bu devlet modeli, 40 sene Hz. Dâvûd’un, 40 senede oğlu Hz. Süleyman’ın tam 80 sene kesintisiz devam eden bir modeldir. Bu modeli ve Kur’ân’ın başta Hz. Yûsuf ve Hz. Mûsâ olmak üzere diğer peygamberlerin üzerinden de okumaya çalıştığımızda; devletin üç saç ayağının olduğunu görmekteyiz. Nedir bunlar? Tevhid, Adâlet ve Meşveret…
Bu üç önemli esasın Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’da şöyle karşılık bulduğunu görmekteyiz:
Tevhid – Güvenmek
Adâlet – Kanaat
Meşveret – Emanet
Bu esaslar bütün peygamberler için geçerlidir ama özellikle şimdi konumuz Hz. Dâvûd olduğu için Tevhid denilen imanın hakikatinin onun hayatında nerede, nasıl durduğunu âyetleri okuduğunuz zaman hemen göreceksiniz. Hz. Dâvûd; devletini tevhid, tevhidi de güvenin üzerine tesis etmişti. Çünkü güven, imanın ahlâkıdır. Eğer bir imanda güven yoksa ya da zedelenmişse orada tam anlamı ile tevhidden bahsetmek mümkün değildir. Allah’a güven yoksa, vahye güven yoksa, peygambere güven yoksa; orada tevhid de iman da zedelenmiş demektir.
Bir devlet başkanı düşünün; tevhidi anlasa, “ben gidersem bu devlet yıkılır, bu iş biter, Müslümanlar perişan olur” der mi? “Benim sayemde yaşıyorsunuz, benim aklımın ortaya koyduğu stratejilerle hayat buluyorsunuz” gibi sözler sarfetmeye cesaret eder mi?
“Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.” [Âl-i İmrân 3/144] diyen bir Kur’ân var önümüzde…
Bu âyetleri iliklerine kadar anlayan ve “Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür, her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki o mutlak mânada Hayy ve Bakî’dir.” diyen bir Ebû Bekir (ra) var önümüzde…
Bu hakikatler; Peygamber bile gidince bir şey olmuyorsa, bu dinin sahibi insanlar değil Allah (cc) olduğu için ona göre davranılması gerektiğini bizlere öğretir.
Gelelim ikinci önemli esasa: O neydi? Adâlet… Adâlet ne ile kazanılır? İnsaf duygusu ile…Peki insaf ne ile kazanılır? Kanaat ile…
Kanaat duygusu olmazsa asla bir insan, bir baba, bir anne, bir evlat, bir hoca, bir talebe, bir memur, bir amir, bir idareci, bir devlet başkanı adil olamaz. Çünkü adâleti sağlayan kanaat duygusudur.
Hz. Dâvûd (as) Ne ile Geçindi?
Efendimiz’in (sas) Hz. Dâvûd için söylediği önemli bir hadisi burada hatırlayalım. Ancak bir daha zihinlerimizi toparlarsak; karşımızda Hz. Dâvûd gibi bir peygamber var, başkenti Kudüs olan büyük ve güçlü bir hükümranlık kuruyor ve bu ihtişamlı devleti yani Dâvûd Krallığını 40 yıl boyunca yönetiyor. İşte Allah Resûlü (sas) böyle bir peygamberi bize anlatırken diyor ki: “İnsanın yediğinin en güzeli kendi kazandığıdır. Allah’ın nebîsi Dâvûd kendi elinin emeğinden başkasını yemezdi.” [Buhârî, “Büyûʿ”, 15].
Hz. Dâvûd’un bu özelliğine dair bizim tefsir kitaplarımızda şöyle bilgiler aktarılır: “Hz. Dâvûd, zaman zaman tebdil-i kıyafet yaparak halkın arasında dolaşır ve kendisi hakkında ne düşünüldüğünü öğrenmeye çalışırdı. Bir gün insan kılığına girmiş bir melekle karşılaşır, onun fikrini sorar. Melek, “Dâvûd çok iyi bir hükümdardır ama bir kusuru vardır!” der. Dâvûd (as) merakla bu kusurun ne olduğunu sorar. Melek der ki: “Keşke kendisinin ve ailesinin geçimini devlet hazinesinden karşılamasa!” Bunun üzerine kimseye muhtaç olmadan kendi geçimini sağlayabileceği bir yol lütfetmesi için Allah’a dua eder. Cenâb-ı Allah da ona demiri işleme sanatını öğretir. O günden sonra da Hz. Dâvûd vefat edene kadar da hep elinin emeği ile geçinir.” [Zemahşerî, 3/ 253; İbn Atıyye, 4/407, 408].
Bu o kadar önemli bir noktadır ki; düşünün insan kendini rahata alıştırmayınca, konfora alıştırmayınca; villalara, saraylara, hizmetçilere, kapıcılara alıştırmayınca ne oluyor? O insanda kanaat duygusunu derinleştiriyor. Kanaat duygusu derinleşen ise adaletli oluyor ve yönettiği yer her ne ise hırs gözünü ve kalbini esir almadan adil bir hayatın sahibi oluyor. Gerçekten Cevâmiu’l-Kelîm olan Efendimiz’in (sas) bir devlet başkanı olan Hz. Dâvûd’u bize anlatırken elinin emeği ile geçinmesini öne alarak anlatması, işte böyle bir mesaj taşımaktadır.
Üçüncü Önemli Esas: Meşveret
İslâm devletinin üçüncü önemli esası meşveret, yani şûradır. Meşveretin olabilmesi de emanet şuuruna bağlıdır. Çünkü kendisine tevdi edilen vazifeyi bir emanet şuuru ile omuzlayan; içinde müthiş bir hassasiyet duygusu taşıyacak, daha az hata yapmak için ehil insanlar ile istişare etmeye çok ciddi bir şekilde dikkat edecektir.
Şimdi tevdi edilen vazifeyi emanet olarak anlamayan ne diyecektir? “Ben her şeyi biliyorum, her şeyi ben daha iyi biliyorum. Her şeyi ben bildiğim için zaten bu makamı kazandım. Ne diye karizmayı çizdirelim ki, gidip bir hocadan, âlimden, ariften, akîften akıl mı alacağım? Bir başkası ne bilir bunları; zaten ben her şeyi biliyorum!” diyecek ve “ben her şeyi biliyorum” deyince de meşveret kurumunu ortadan kaldıracaktır.
Nebevî Siyaset ve Beşerî Siyaset
Allah’ın (cc) bize din olarak seçip gönderdiği bu ilahî sistem, sadece bir mâbed dini değildir. Hayatın belli alanlarına sıkıştırılacak bir din de değildir. Bu din, ibadeti bize gösterdiği gibi ticareti Müslümanca yapmayı da bize gösterir ve aynı din; siyasetin Müslümancasını da bize öğretir.
Dolayısı ile siyaset ile din arasında güçlü bir bağ vardır; onun için bütün bu peygamberlerin mesajlarını kendinde cem eden/toplayan Efendimiz (sas) ortaya nebevî bir siyaset örneği koymuştur. O nebevî siyaset ise, asla bugün ki beşerî siyasete benzemez…
Ne gibi farkları vardır?
Nebevî siyaset ıslahı, beşerî siyaset iktidarı önceller.
Nebevî siyaset insanı, beşerî siyaset devleti önceller.
Nebevî siyaset ilkeleri, beşerî siyaset kazançları önceller.
Nebevî siyaset emanet bilincini, beşerî siyaset aidiyet kimliklerini önceller.
Nebevî siyaset şeffaflığı ve hesap verilirliği, beşerî siyaset gizemi ve hesap vermemeyi önceller.
Bunları birer cümle ile açıklamaya çalışalım.
Nebevî siyaset ıslahı, beşerî siyaset iktidarı önceller.
Beşerî siyaset, “Öncelikle iktidarı ele geçireyim, şu seçimlerde biraz oy alayım.” der. Ama nebevî siyaset, “İnsan kazanayım, ıslah edeyim, değiştireyim, dönüştüreyim, geliştireyim.” der. Nebevî siyaset için önemli olan budur. Öyle peygamberler oldu ki sözlerini ancak üç beş insana ulaştırabildiler ve çok az etki edebildiler ama onlar; aslında mânen iktidardılar, mânen kazandılar. Allah onların yaptıkları o çabadan memnun oldu. Dolayısıyla nebevî siyaset ile beşerî siyaset arasındaki en büyük fark budur.
Nebevî siyaset insanı, beşerî siyaset devleti önceller.
Bu o kadar önemli bir şeydir ki! Mesela beşerî siyaset, devletin bekası diyerek birçok şeyi meşru görür, devlet adına insanı feda eder ama nebevî siyaset, buna asla müsaade etmez. Nebevî siyasette devlet, halk içindir ama beşerî siyasette halk, devlet içindir. Bu hakikati anlamadığımız için Hâtıb b. Ebî Beltea (ra) olayına anlam veremiyoruz. Hâtıb b. Ebî Beltea, devletin sırlarını bir mektup yazarak Mekkelilere gönderdi ve aslında Peygamberimiz’e ve Müslümanlara ihanet etmiş oldu. Ancak Allah Resûlü (sas), onu kazanma adına ve onun sevgisinden, imanından şüphe duymadığı için ortaya farklı bir tavır koydu ve onu affetti.
3. Nebevî siyaset ilkeleri, beşerî siyaset kazançları önceller.
Nebevî siyasette asıl olan ilkelerdir. Peygamber (sas), rabbânî bir yol çizerek “Menhec bu, yol bu, hedef bu ve asla rabbânî hedefe batıl yollarla, gayr-ı meşrû vasıtalarla gidemezsin.” diyerek bu işin yolunu gösteriyor. Hâl böyle olunca ne olursa olsun korunması gereken ilkelerdir, değerlerdir. Bu ilkelerden tavizler verilerek asla doğru bir yol izlenmez. Sadece dünyevi kazançları hedefleyerek yapılan bir siyaset nebevî siyaset olamaz.
4. Nebevî siyaset emanet bilincini, beşerî siyaset aidiyet kimliklerini önceller.
Efendimiz (sas) devletin herhangi bir kademesinde, “Yâ Resûlallah! Ben varım, beni gönder.” diyen adamı göndermedi çünkü görev istenmez, verilir. Görev alacak kişileri Allah Resûlü (sas) seçti ve emanet bilincini iyi anlamış adamları gönderdi. Bu süreç sonraki yıllarda da devam etti.
5. Nebevî siyaset şeffaflığı ve hesap verilirliği, beşerî siyaset gizemi ve hesap vermemeyi önceller.
Nebevî siyasette hesap sorulur. Kime sorulur? Peygamber’e de sorulur, Peygamber’in yolunu izleyen o büyük insanlara da sorulur. Peygamber’e bile hesap sorulmuştur; bunun örneklerini görüyoruz.
Burada sahâbe üzerinden bir örnek verecek olursak; bir gün Hz. Ömer sırtında bir cübbe ile “Ey Müslümanlar! Sözümü iyi dinleyin.” diyerek hutbeye başlıyor. Selmân-ı Fârisî ayağa kalkıp “Ne sana itaat ederiz ne de seni dinleriz! Sen önce üstündeki cübbenin hesabını ver. Ondan sonra konuşalım.” diyor. Selmân-ı Fârisî niye bu hesabı soruyor? Çünkü Medine’ye bazı hediyeler gelmiştir. Hz. Ömer de gelen malları halka dağıtmıştı. Dağıtılan kumaşlar, hiç kimseye bir kişilik cübbe çıkacak kadar yeterli bir kumaş değildi. Selmân-ı Fârisî de “Sen o cübbeyi nereden buldun? Biz, bize dağıttığınla bir cübbe edinemedik. Sen o cübbeyi nasıl giydin, önce bunun hesabını ver.” diyor. Bunun üzerine oğlu Abdullah b. Ömer (ra), “Vallahi babamın cübbesi olmadığı için ben payımı babama verdim. Babam da ikisini birleştirip kendine bir cübbe yaptı.” diyor. Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî, “O hâlde konuş Ömer konuş! Şimdi sana itaat ederiz ve seni dinleriz.” diyor [İbn Cevzî, Sıfatü’s-safve, 242; ez-Zubeyr b. Bekkâr, el-Ahbârü’l-Muvaffakıyyât, s. 71]. Mesele budur…
Bu hakikatleri anlamak ve şu çorak zamanlara taşımak hepimize nasip olsun.

4.4 5 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x