Yahudilerin Hicaz bölgesine ne zaman geldikleri ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Yahudilerin Hz. Peygamber (sas) öncesi dönemde Arap yarımadasına göçler, savaşlar veya sürgünler yoluyla yerleştikleri kaynaklarda yer almaktadır. Yahudilerin İslâm öncesi dönemde Araplarla olan ilişkileri Hz. Peygamber döneminde de devam etmiştir.
Mekke Dönemi
Yahudilerin Arap Yarımadası’nda çoğunlukla Medine ve Hayber bölgelerinde yaşadığı düşünüldüğünde Yahudilerin İslâm’a davetin ilk dönemlerinde davete karşı tepkilerini ve Resûlullah’a (sas) karşı nasıl bir tavır içinde oldukları hakkında kesin bir şeyler söylemek mümkün değildir. Üstelik kaynaklarda Mekke döneminde Yahudiler ile ilişkilere doğrudan atıf bulunmaması ve Yahudilerle Müslümanlar arasında dinî ve siyasî ilişkilerin hicretten sonra başlaması da Mekke dönemi hakkında yeterince bilgi edinmeye imkân tanımamaktadır. Ancak Mekke döneminde Yahudiler’le ilgili inen âyetler hicret öncesinde Hz. Peygamber’in Yahudiler ile görüştüğü ihtimalini güçlendirmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm Yahudilerden bahsederken özellikle Hz. Peygamber’e vahyolunan âyetlerde geçen ilkelerin önceki peygamberlerin kitaplarında var olduğu,[1] gönderilen bütün peygamberlerin aynı yolu takip ettiği bildirilmiştir.[2] Mekkî sûrelerde Yahudi ve Yahudilere gönderilen peygamberlere dair ayrıntılı bilgiler aktarılmıştır. Özellikle Hz. Mûsâ ve Hz. İbrahim’in davet mücadelesi Mekkî sûrelerde zikredilmiştir. Tâhâ ve Şuarâ sûrelerinde Hz. Mûsâ’ya peygamberliğin verilmesi, Firavun’a karşı mucizeler göstermesi, Firavun’un helaki, Hz. Mûsâ’nın kavminin tekrar şirke bulaşması gibi Hz. Mûsâ’nın tebliğ süreci ele alınmıştır. Şuarâ sûresinde Hz. İbrahim’in tevhid inancı için babasına karşı gelişi, inancı gereği bulunduğu mekânı terk edişi anlatılmıştır. Lût kavminin helâki, Hz. Yakûb ve Hz. Yûsuf gibi peygamberlere dair haberler Mekkî âyetlerle inmiştir. Bu âyetler Hz. Peygamber’in tebliğ mücadelesinde çektiği sıkıntılar konusunda yalnız olmadığını, kendinden önceki peygamberlerin de birtakım sıkıntılar yaşadığını ortaya koymuştur. Ayrıca Yahudi tarihi ve Yahudilerin doğru yoldan ayrılmaları hakkında âyetlerde geçen ifadeler hem müşrikler için hem de Yahudiler için birer uyarı olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de Mekke döneminde Fussilet ve Şûrâ gibi art arda gelen birçok sûre Yahudilerin, kendilerine gönderilen ilahî vahyi kasıtlı olarak reddettiklerini ve bu konudaki tartışmaları anlatır.[3]
Mekke döneminde Yahudiler ile doğrudan bir ilişki kurulmasa da Arap Yarımadası’nda Hz. Peygamber’in peygamberliği gibi önemli bir olayın onlar tarafından duyulmaması muhaldir. Özellikle kaynaklarda Yahudilerin beklediği kurtarıcının geleceği bölgenin özelliklerinden dolayı Arap Yarımadası’na yerleştikleri bilgisi verilmektedir. Hicret sonrası Müslümanların aleyhinde olan her faaliyetin içinde yer almalarının temelinde kendilerine ilahî bir mesajın gelmiş olması ve Araplara karşı bir kibir içinde olmaları yatmaktadır. Bu tutumları, son peygambere iman etmelerine engel olmuştur.
Yahudilerin Mekke’de büyük topluluklar halinde yaşamamaları sebebiyle Müslümanların Yahudilerle olan ilişkileri birkaç örnekle sınırlı kalmıştır. Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber’in (sas) dedesi Abdülmuttalib’in Yahudi bir komşusu vardı. Çok zengin olan bu kişi, Mekkeliler tarafından öldürülünce, Abdülmuttalib katilleri yakalamış ve diyetini alarak Yahudinin amcası oğluna vermiştir.[4] Diğer bir rivayette ise, Hz. Peygamber’in sütannesi Halime’nin bir defasında Yahudi bir topluluğun soru sormaları üzerine onlara Hz. Peygamber’in doğumunda gerçekleşen olağanüstü olayları anlatmıştı. Yahudiler, Hz. Peygamber’in özelliklerini Tevrat aracılığıyla biliyorlardı. Onun yetim olup olmadığını sorduklarında Halime yetim olmadığını söyleyince onu öldürmekten vazgeçmişlerdi.[5]
Hz. Peygamber’in ticarî amaçla Mekke’ye gelen Yahudilerle, panayırlar yoluyla irtibat kurduğu özellikle peygamber kıssalarını onlara anlatmak suretiyle onları İslâm’a davet ettiği bildirilmiştir.[6] Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Yahudilerin Hz. Peygamber’le ve genel olarak Müslümanlarla ilişkileri Mekke döneminde çok sınırlı kalmıştır.
Medine Dönemi
Hz. Peygamber ve ashâb-ı kirâm, Mekke’de kendilerine yapılan baskılardan sonra Allah’ın izniyle Medine’ye hicret ettiler. Bu tarihî olayla birlikte Müslümanların Yahudilerle ilişkileri başlamış oluyordu. Çünkü Hz. Peygamber hicret ettiği zaman Medine nüfusunun yarısından fazlasını Yahudiler oluşturuyordu.[7]
Medinelilerin, Yahudilerle olan komşulukları ve onlarla müttefik olmaları sebebiyle peygamberlikle ilgili birçok bilgiye diğer Araplardan daha çok sahip oldukları da açıktır. Hatta aralarından bazıları Yahudiliği benimsemişti. Medineli putperestler peygamberlikle ilgili konulardaki bilgisizlikleri yüzünden Yahudilerce hor görülüp küçümsenir, bu konudaki tartışmalar her zaman, beklenen Resûl ortaya çıktığında Yahudilerin kendisine tâbi olacakları ve putperestlerin yurtlarından sürüleceklerini iddia etmeleriyle sonuçlanırdı. Yahudilerin bu iddiasının Medineli müşrikler üzerindeki psikolojik etkisinin olduğu da unutulmamalıdır.[8]
Hz. Peygamber’in (sas) hicreti döneminde Yesrib’de yaşayan Yahudi kabilelerinin sayısı hakkında farklı bilgiler mevcuttur. Medine sözleşmesinde adları belli olmayan dokuz kabileden bahsedilmektedir. Bu sayı bazı tarihçilerin rivayetlerinde yirmiyi bulmaktadır.[9] Ancak genel olarak tarih kitaplarında en çok zikredilen ve isimleri belli olan üç kabile vardır. Bunlar; Kaynukâ, Nadîr ve Kurayza kabileleridir.
Medine’de Yahudilerin etnik yapısı şu şekildedir: Kaynukâ, Kurayza, Nadîr, Hedl gibi aslen Yahudi olan gruplar ile köken itibariyle Arap olup sonradan Yahudiliği kabul edenler; Güney Arabistan kökenli Evs, Hazrec ve Kudâ‘a kabileleriyle sayıları az olan İran, Habeşistan ve değişik bölgelere mensup farklı etnik kökenden insanlardan oluşuyordu.[10]
Yesrib’de yaşayan Araplar ve Yahudiler bulundukları bölgede birbirine yakın ayrı köy ve nahiyelerde oturmaktaydı. Özellikle Arap kabileleri arasındaki anlaşmazlıklar, kabileleri bir ittifaka mecbur bırakmaktaydı. Bu nedenle ittifak için en uygun kabileler Yahudi kabileleri olmaktaydı. Evs kabilesi, Nadîr ve Kurayza ile Hazrec kabilesi ise Kaynukâoğulları ile ittifak halindeydi.[11]
Hz. Peygamber’in (sas) hicreti Medine’de yaşayan tüm kabileler üzerinde derin tesirlere sebep olmuştur. Yürüttükleri siyasetle Medine’yi avuçlarına alan ve Arap kabileleri arasındaki ihtilaftan nemalanan Yahudiler de Müslümanların hicreti ile yakından ilgilenmişlerdir. Aşağıda zikredeceğimiz olay bu görüşleri destekler mahiyettedir. Hz. Safiyye,[12] Benî Nadîr’in reisi olan babası Huyey b. Ahtâb ile amcasının, Hz. Peygamber, Medine’ye geldiği zaman onu görmek için sabah erkenden yola çıktıklarını anlatır. Eve geç dönen ikilinin arasında geçen konuşmada; Amcam: “O, o mu?” Babam: “Evet, vallahi O odur.” dedi. Amcam: “Onun o olduğundan emin misin?” diye sorduğunda, Babam: “Eminim.” diye cevap verdi. Amcam bu sefer babama, “Ona karşı içinde uyanan nedir?” dedi. Babam: “Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hisleridir.” demiştir.[13]
Medine Sözleşmesi
Hz. Peygamber (sas), Medine’ye hicret ettiği andan itibaren birçok faaliyette bulunmuştur. Hicret eder etmez Mescid-i Nebevî’yi inşa eden Hz. Peygamber, Evs ve Hazrec kabilelerini de içine alan muâhât (kardeşlik) sistemini oluşturmuştur. Başlangıçta Medine’de çoğunluk olmayan Müslümanların Hz. Peygamber’in tesis ettiği birlik ve beraberlikle güç kazanmıştır. Ancak bu tedbirler Müslümanları bir arada tutmak için atılmış sağlam adımlar olsa da Medine’de yalnızca Müslümanlar yaşamamaktaydı. Özellikle Ehl-i kitap ve Yahudilerden gelebilecek tehlikelerin de kontrol altına alınması ve engellenmesi gerekiyordu. Aşağıda gelecek Medine sözleşmesine Yahudiler de dâhil edilerek önemli bir siyâsî başarı elde edilmiş ve kontrol altına alınmaları sağlanmıştır.[14]
Hz. Peygamber (sas), Medine’ye hicret ettiğinde şehirde birlikte yaşamaları ve bu yeni düzene uyum sağlamaları için farklı gruplar arasında bir anlaşma hazırladı. Devlet olarak siyasî gücün sosyal yapıyı bir düzen içinde yönetmesi gerekiyordu. Her şeyin belirsiz olduğu bir zamanda bağlayıcı kurallar bütününe ihtiyaç duyuluyordu. Bu yüzden o, müşrik Arapları ve Yahudileri de kapsayan Medine’deki gruplar arasında geçerli olacak bir sözleşmeye imza attı: Medine Sözleşmesi.[15]
Sözleşmenin Yahudileri ilgilendiren maddeleri özetle şu şekildedir:
- Yahudiler dışarıdan gelen tehditlere karşı şehri korumak için Medine’de bulunan diğer din ve kabile mensuplarıyla savaşmayı kabul etmişlerdir.
- Herhangi bir savaş durumunda herkes eşit şartlara sahiptir. Yahudilerden Müslümanlara tabi olanlar herhangi bir haksızlığa uğradığında korunacaklardır. Şehrin korunmasında nöbetleşe savaşılacaktır.
- Devlet başkanı Hz. Peygamber olduğundan ortaya çıkan bir sorun taraflar arasında çözülemediğinde kendisine götürülecektir.
- Savaşa katılan Yahudiler savaş süresince masraflarını kendileri karşılayacak, dıştan gelen saldırılarda aralarında yardımlaşacaklardır.
- Kendi dinlerinde serbest olacak, herhangi birisi bir suç işlediğinde sadece suçu işleyen cezalandırılacaktır.
- Yahudilere sığınan Yahudilerden kabul edilecektir.
- Peygamber’den izinsiz bir sefere çıkılmayacaktır. Herhangi birisi müttefikine karşı suç işlemeyecektir.[16]
Medine sözleşmesinde özellikle Yahudileri ilgilendiren kısımlar göz önüne alındığında; dış güvenlik hususunda yardımlaşma, birbirlerine ihanet etmeme, birbirlerinin dinî yaşantılarına karışmama gibi bir arada yaşamayı kolaylaştırıcı hükümlerin yer aldığı görülmektedir. Bununla birlikte Yahudilerin Medine’deki en büyük üç kabilesi Kaynuka, Nadîr ve Kurayza’nın toplu halde veya ferden Medine sözleşmesinde anılmamıştı. Bu durum, üç kabilenin bir birlik ifade etmediklerini gösterir. Zira Kaynukaoğulları Medine’den sürgün edilirken diğerlerinin buna ses çıkarmamaları da bunu destekler.[17]
Bu şekilde başlayan Müslüman-Yahudi ilişkisinin temelinde Yahudilerin Hz. Peygamber’i ve Arap toplumunu kıskanmaları yatıyordu. Medineli Yahudiler peygamberliği sadece kendilerine has kılındığını, kendilerinden başka bir kavimden peygamber çıkmayacağını varsayıyorlardı. Bekledikleri peygamber kendilerinden gelmediği için, Hz. Peygamber’in varlığına tahammül edemiyorlardı. Buna örnek verecek olursak Kurayzaoğulları Yahudileri, Resûlullah’ın (sas), Yahudi kitaplarındaki vasıflarını birbirlerine anlatıyorlardı. Onun sıfatlarını, ismini ve Medine’ye yapacağı hicreti çocuklarına öğretiyorlardı. Ancak bekledikleri peygamberin kendilerinden çıkmadığını görünce takındıkları bu kıskanç tavırları onları Hz. Peygamber’e Resûl olduğunu bildiren vasıflarıyla hitap etmelerini engelliyordu. Onlar, daha ziyade Ebü’l-Kâsım künyesini kullanıyorlar ve bu şekilde onun peygamber olduğuna inanmadıklarını ifade ediyorlardı.[18]
Yahudilerin Tutumlarında Değişiklik
Medine’ye hicretin ilk yıllarında Yahudiler siyasî, ekonomik ve sosyal açıdan diğer Arap kabilelerinden daha üstün konumdaydılar. Ehl-i kitap olmalarından dolayı dinî bir ayrıcalığa sahiptiler ve bu ayrıcalığı Arap kabilelerine karşı kullanmaktan geri durmuyorlardı.
Yahudiler, Hz. Peygamber’in (sas) Medine’ye hicretiyle hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü bekledikleri peygamberin geldiğine şahit olmuşlardı ancak bu gelen kendi soylarından değil Arap soyundandı. Dinî inanışlarından dolayı Araplara karşı avantajlı konumda olduklarını iddia ederken Hz. Peygamber’in gelişi ile bu avantajlarını kaybetmişlerdi. Öte yandan Yahudiler inanç ve uygulama açısından Müslümanlara benzeyen bir ümmetti. Ensar uzun yıllar Yahudilerle beraber yaşadıkları için, yeni bir peygamberin geleceğini sıkça duyuyorlardı.[19] Ayrıca ensar, onların bu dine karşı çıkmayıp destekleyeceklerini düşünüyorlardı.
Medine döneminin ilk yıllarında inen âyetlerde Yahudilerle inançta ortak noktalar vurgulanmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerin rehberliğine uyulması emredilmiş,[20] onlara da kitap ve peygamberlik verildiği vurgulanmıştı.[21] Tüm bu âyetler Medine’ye hicretin ilk aylarında Yahudilere karşı ılımlı bir politika izlenildiğini göstermekteydi. Ancak gelişen süreçte Yahudiler bu ılımlı politikanın aksine Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı büyük bir düşmanlık beslediler. Yahudiler nefretlerini ilk zamanlarda açık bir şekilde göstermezken sonraki süreçte alenen düşmanlık yapmaya başladılar.
Yahudilerle bozulan ilişkiler Müslümanların Bedir Gazvesi’ni kazanmasından sonra daha da kötüleşti. Özellikle Mekke müşriklerinin Araplar nezdinde itibarının sarsılması ve bunun akabinde Hz. Peygamber’in Medine’de kalıcı olduğunun anlaşılması Yahudileri birtakım stratejiler sevk etti. Bu süreçte Yahudiler Müslümanlarla iyi geçinmeye çalışsalar da[22] sonraki aşamada Müslümanlara karşı bir müttefik arayışına girmişlerdi. Bu nedenle de düşmanlarının düşmanı olan Mekkelilerle iyi ilişkiler sürdürmüşlerdir. Öyle ki Kureyş’in dinini övmeye ve müşriklere övgüler yağdırmaya başlamışlardır. İslâm’a düşmanlığıyla tanınan Yahudilerin ileri gelenlerinden Kâʻb b. Eşref bu konuda “Sizin dininiz Muhammed’in dininden daha hayırlıdır ve sizler ondan ve ona tâbi olanlardan daha doğru yoldasınız.” demişti.[23] İşte böylece Yahudilerin Müslümanlara karşı kötü niyetleri açığa çıkmıştı. Uhud Gazvesi’nde Müslümanların aldıkları yenilgi Yahudiler için umut olmuştu. Yahudiler, Müslümanlara eğer hak din üzere olsalardı başlarına Uhud gibi bir felaket gelmeyeceğini ve Yahudiliği kabul etmelerini söylemişlerdi.[24]
Yahudiler ilerleyen süreçte Müslümanların siyasî faaliyetlerine bağlı olarak Müslümanlara karşı tutumlarında daha da sertleşmeye hatta Müslümanlara yönelik cinayet girişimlerinde bulunmuşlardı. Hz. Peygamber (sas), Yahudilerin bu pervasız girişimlerinden sonra sert tedbirler almak zorunda kalmıştır. Öyle ki Müslümanların güvenliğini sağlamak amacıyla Hz. Peygamber ashâbına Yahudi ileri gelenlerinden bazılarını öldürme emrini bile vermiştir.
Bu emirden sonra Yahudi ileri gelenlerinden öldürülen ilk kişi ‘Asmâ bint Mervân’dır. ‘Asmâ bint Mervân İslâm’ı kötüleyen ve şiirleriyle Hz. Peygamber’i hicveden, fitne çıkaran bir Yahudi’ydi. Hz. Peygamber onun daha fazla fitne çıkarmasını önlemek amacıyla ‘Asma’nın kendi kabilesinden olan Umeyr b. ‘Adî’yi[25] onu öldürmesi için görevlendirmiştir.[26] Umeyr bir gece vakti ‘Asmâ’nın evine gelerek onu öldürmüştür.[27] ‘Asmâ’nın kabilesi Medine’nin iki büyük kabilesinden biri olan Evs’in Benî Hatm koludur. İslâm’ı kabul eden ancak gizlemek zorunda olan bazı kimseler onun ölümüyle rahat bir ortama kavuşmuşlar ve açıktan İslâm’ı yaşamaya başlamışlardır.[28]
‘Asmâ’dan sonra öldürülen bir diğer Yahudi Amr b. Avf oğullarından Ebû ‘Afek’tir. Bu Yahudi yaşlı bir adamdı. Öyle ki Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman o 120 yaşında idi. Hz. Peygamber’e karşı hep bir düşmanlık içerinde oldu ve İslâm’ı kabul etmedi. Resûlullah (sas), Bedir zaferiyle döndüğünde ona karşı düşmanlığı arttı. Bunun üzerine hicretten 20 ay sonra Ebû ʻAfek öldürüldü.[29]
Öldürülen bir diğer Yahudi lideri Kâʻb b. Eşref’tir. Kâʻb b. Eşref, öldürülen Yahudi liderleri içerisinde en meşhurudur. Kâʻb b. Eşref Tay kabilesine mensuptu. Annesi Benî Nadîr kabilesindendi. Medine’de yaşayan Kâʻb, Bedir zaferi kendisine ulaştırıldığında bu olayın doğru olup olmadığını sorgulamış ve şöyle söylemiştir: “Bu gerçek mi? Muhammed’i görüyor musunuz? İnsanların meliklerini ve Arapların en şereflisi olan bu iki adamı öldürdü. Allah ona ve ashabına lanet etsin. Yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır.”[30] Bunun üzerine Kâʻb, birkaç Yahudi’yi yanına alarak Kureyş’e gitmiş, onların ölülerine ağlamış ve Müşrikleri kışkırtmıştır.[31] Müslümanların Bedir’den sonra bir pazara sahip olmalarından dolayı kıskançlığı daha da artan Kâʻb, düşmanlığının tehlikeli bir boyuta ulaşması üzerine öldürülmüştür.[32]
Özetle, Yahudiler Hz. Peygamber’e karşı büyüklenmeye ve alay etmeye başlamışlardır. Onlardan büyük bir kısım ise risâleti inkâr etmeye, daveti etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Resûlullah (sas) kendilerine karşı son derece müsamahalı davranmıştır. Her şeyden önce Yahudileri inanç ve ibadetlerinde, ekonomik işlerdeki faaliyetlerinde şahsî, politik ve sosyal ilişkilerini yürütmede serbest bırakmıştı. Sınırları aşmadıkları, antlaşmaları ihlâl etmedikleri, Müslümanlara karşı hainlik sergilemedikleri sürece kendilerine herhangi bir ceza yaptırımı uygulanmamıştır. Ancak gerekli durumlarda sadece olaylardaki sorumluların takibi yapılmıştır.[33]
Medine Yahudileri, sayılarının çokluğu ve ekonomik gücün yanı sıra Müslümanlara duydukları nefretle Medine’de yaşayan herkesi huzursuz edecek politikalar gütmüşlerdir. Bu politikalar sonucunda Medine’de bir kaos ve kargaşa ortamı hâkim olmuştur. Hatta Yahudiler zamanla bu düşmanlıklarını ileri götürerek Medine sözleşmesindeki şartları ihlal etmeye başlamışlardır.
Yahudilerin Medine’den Sürülmesi
Yahudiler geçmişten beri kendilerinin seçilmiş ve üstün olduğu düşüncesiyle kibirli bir tavır içerisindeydiler. Arap yarımadasına gelerek Hicaz bölgesine yerleşen Yahudiler de beklenen peygamberin kendilerinden gelmediğini gördükleri zaman bu gerçeği kabullenmeyerek bu durumu bertaraf etme gayretinde olmuşlardır. İlk zamanlar Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı gizli düşmanlıkları zamanla açık düşmanlığa dönmüştür.
Yahudilerin Arap kabileleri üzerinde nüfuz sahibi olmalarının temelinde ticaret ve zenginlik yatmaktadır. Müslümanların özellikle ticaret alanında söz sahibi olmalarıyla birlikte Araplar üzerindeki nüfuzlarının azalacağını bilen Yahudiler Müslümanların elinde bulunan pazara el koymak ve kendilerinden olmayan peygamberi ortadan kaldırmak için Müslüman olmayan diğer gruplarla anlaşarak düşmanlığı savaşa dönüştürmüşlerdir. Müttefikleri ile Müslümanlara zarar vererek hatta Müslümanları katlederek Medine sözleşmesinde belirtilen güvenlik maddelerine aykırı davranmışlardır. Müslümanların bu durumda yapmaları gereken tek bir hamle vardı; o da Yahudileri Medine’den sürmekti…
[1] el-Aʻlâ, 87, 18/19.
[2] el-Enbiyâ, 21, 92.
[3] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 471.
[4] Belâẑürî, Ensâbü’l-Eşrâf, 1: 72-73; Özkuyumcu, “Asr-ı Saadette Yahudilerle İlişkiler”, 2: 188.
[5] Atçeken, Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri, 61.
[6] Özkuyumcu, “Asr-ı Saadette Yahudilerle İlişkiler”, 2: 188.
[7] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 476.
[8] Âdem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi (Hz. Muhammed Dönemi), 211.
[9] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 475.
[10] Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, 120.
[11] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 175-176.
[12] Hayatı hakkında bilgi için Hz. Safiyye bint Huyey isimli kitabımıza bakınız.
[13] İbn Keiîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4: 524-525; Özkuyumcu, “Asr-ı Saadette Yahudilerle İlişkiler”, 2: 189.
[14] Adnan Demircan, Siyer, 295.
[15] Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, 122-127.
[16] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebevîyye, 1: 501-504.
[17] Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, 138.
[18] Arslantaş, “Hz. Peygamber’in Çağdaşı Yahudilerin Sosyo-Kültürel Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”, 42.
[19] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebevîyye, 1: 547.
[20] el-Enʻâm, 6/90.
[21] Câsiye, 45/16.
[22] Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, 175.
[23] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebevîyye, 1: 562.
[24] Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, 178.
[25] Hayatı hakkında bk.: İbn Hacer, el-İsâbe, 4: 598-599.
[26] Vâkıdî, el-Megāzî, 1: 172.
[27] Vâkıdî, el-Megāzî, 1: 172; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebevîyye, 2: 636-637.
[28] Vâkıdî, el-Megāzî, 1: 173-174.
[29] Vâkıdî, el-Megāzî, 1: 174-175.
[30] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebevîyye, 2: 51.
[31] Vâkıdî, el-Megāzî, 1: 185.
[32] Ayrıntılı bilgi için bk. İbn Saʻd, et-Tabakât, 1421/2001, 2: 28-29.
[33] Apak, Hz. Muhammed Dönemi, 409.