Rahmet ve merhamet peygamberi olan Hz. Muhammed (sas), Medine’ye hicret ettiğinde orada barış merkezli, herkesi kucaklayan, kimseyi dışlamayan, ayrımcılığa fırsat vermeyen, insanlığın devam etmesini istediği, içinde yaşamayı arzu ettiği güzel diyalog ve anlaşma dönemini başlatmıştır. O, Medine’de çok yönlü bir çalışma başlatarak bütün etnik grupların birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşadığı bir devlet oluşturmuştur. Öncelikle Müslümanları oluşturan Muhacirlerle Ensar arasında kardeşleşme yaparak onlar arasında birlik ve beraberlik bağlarını güçlendirmiştir. Daha sonra Medine’de bulunan halkların katılımıyla onların görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen “Medine Sözleşmesini” imzalatıp hayata geçirmiştir. Hatta O, bu sözleşmenin 25. maddesiyle Yahudilerin bir cemaat olduğunu kabul ederek, onlara din hürriyeti tanımıştır. Bu sözleşme aynı zamanda sonraki dönemler için İslâm’ın yabancılara tanıdığı din ve vicdan hürriyetinin yazılı bir belgesi olmuştur.
Hz. Peygamber (sas) Medine’de Yahudilere sürekli barışçıl yaklaşmış ve onlarla aynı topraklarda yaşadıkları için Müslümanların, Yahudilerin kestiği hayvanların yenmesine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izin vermiştir. Yahudilerin cenazesine saygı gösterip, ayağa kalkmış ve bunu arkadaşlarına da tavsiye etmiştir. Barış ve hoşgörü ekseninde hareket eden Hz. Muhammed’in (sas) bu tutumu, az sayıda da olsa aralarında büyük âlimlerinden olan Abdullah b. Selam’ın da bulunduğu bazı Yahudilerin Müslüman olmasına vesile olmuştur.
Hz. Peygamber (sas) aynı şekilde Hıristiyanlara da inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır. Bunun en önemli delili de hicretin dokuzuncu yılında Tebük seferinden sonra Hz. Peygamber’le görüşmek üzere Medine’ye gelen Necranlılara verilen haklardır. Mekke’nin güneyinde yaşayan Necranlılar Hıristiyan idi ve h. 9. yılda Hz. Muhammed’in (sas) talebi üzerine Medine’ye gelmişlerdi.
Görülmektedir ki, Hz. Muhammed (sas), Ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hıristiyanların dinlerini yaşamalarını engelleme konusunda asla bir baskı, sindirme ve asimilasyon faaliyetine girmemiştir. O’nun hayatında semavî dinlere karşı, din ve inançlarından dolayı bir savaş olmamıştır. Hatta Yahudi ve Hıristiyan yöneticilerin kendi halklarına vermediği din hürriyetini Hz. Muhammed (sas) onlara tanımıştır. Tarafsız ve önyargısız bir şekilde incelendiğinde onun hayatının bu konuda açık bir delil olduğu görülmektedir.
Günümüzde ise gücü elinde bulunduranlar, barış söylemini kendi çıkarları için kullanmaktadırlar. Yaptıkları algı operasyonları ile Müslümanları kökten dinci, terörist ve hoşgörüsüz göstererek dışlamaya çalışmaktadırlar. Kendilerini dünyanın merkezine koyan Batılı güçler, diğer insanları kendilerinin kölesi gibi görmektedirler. Bu düşüncenin bir uzantısı olarak Avrupa merkezciliği diye bir anlayış ortaya çıkmış ve buna göre Avrupa’nın etnisitesi beyaz ırk, dini Hıristiyanlık ile kültür ve medeniyetinin menşei Roma ve Yunan olmuştur. Kendisini bu üç esas üzerinde ifade eden Batı, kendisi dışındakileri görgüsüz, cahil ve öteki olarak görmektedir.
Belirttiğimiz hususları ilke edinen ve gücü elinde bulunduranlardan barış, adalet, huzur ve mutluluk beklenemez. Dünyayı tehditle yönetmeye çalışan modern çağın cellâtlarından barış beklemek mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber, mazlumları korumaya ne kadar önem verdiyse bunlarda o kadar sömürmeye ve çıkarlarına ters düştüğü zaman yok etmeye çalışmaktadırlar. Devletlerin harcamalarının büyük kısmını silahlanmaya ayırdığı bir çağda barıştan bahsetmek mümkün mü? Batıda bir insan ölse yer yerinden oynamakta, Doğuda onlarca yüzlerce insan öldüğünde de istatistik olmaktadır. Silahların gölgesinde barış olamayacağı gibi, adaletin olmadığı yerde de olmaz. Bugün dünya bunu bütün yönleriyle yaşamaktadır. İsrail’in Filistinlilere uyguladığı devlet terörü, ABD’nin Ortadoğu’yu tekrar dizayn etmek için yaptığı faaliyetler bunun açık bir göstergesidir.
Şimdi Hz. Muhammed’in (sas) barış anlayışı ile modern çağın doymak bilmeyen insanlarının barış anlayışı mukayese dahi etmek muhaldir. Hz. Peygamber, Kur’an-ı Kerim’i merkeze alarak insanın mutluluğunu, kurtuluşunu ön plana çıkarırken, günümüz insanı kendini merkeze alıp; çıkarlarını öncellemektedir. Dolayısıyla günümüz insanı çok merhametsiz ve çıkarları uğruna yapmayacağı adaletsizlik, hukuksuzluk ve zulüm yoktur. Sonuç olarak beşeriyetin huzura, adalete, mutluluğa ve refaha ulaşması için Hz. Muhammed’in (sas) ortaya barış ilkelerine dönmesi ve onlara sımsıkı sarılması gerekmektedir.